Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, Ankara Güvenpark’tan başlamadı.
O, yürümeye “Düzgün Baba”nın eteğinden başladı!..
***
Dersim’in Nazımiye ilçesinden, “seyit” ailesi sayılan “Kureyşanlar”ın yüz akı Kılıçdaroğlu’nun doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk, adalet yolunda inanç, kararlılık ve en önemlisi sabırla günlerdir adım adım kat ettiği yolun izini geriye doğru, “Düzgün Baba”ya kadar sürmek gerekir.
Kanımca “çeliğe su verilmiş yer” orası çünkü…
***
“Düzgün Baba”, Kılıçdaroğlu’nun doğum yeri Nazımiye’nin güneyinde bir dağ kütlesi. Ama aynı zamanda bölgenin en önemli, önde gelen bir kutsal kült merkezi.
“Doğa ile uyum içindeki insanlık” halinin nişanesi bu “kült kütle”, üzerindeki kayalar, taşlar, oyuklar ve çeşmelerle yöre halkı için bir kutsal ziyaretgâh…
“Düzgün Baba”nın “kapı”sı, en tepedeki kaya üzerindeki “topları”, “evi”, “yatağı”, “mezarı” ve “kız kardeşi” Haskar’ın “mağara”sı…
Yani dağ kütlesinin her bir doğal parçası…
Kendisini doğanın bir parçası saymaktan henüz uzaklaşmamış, “Doğa Ana”ya baş kaldırmamış, “İnşaat ya Resulullah” diyerek “betona-tapar” hale gelmemiş insanlığımıza tercüme, mitsel simgeler…
***
Kemal Kılıçdaroğlu, “Düzgün Baba”nın eteklerinde emekledi, yürüdü ve onu bugün sarsılmaz bir “sakin güç” kılan en önemli erdemi orada kazandı.
“Sabır” o erdem.
O yüzden tehditlere, küfürlere, saldırılara, yoluna “b.k atıp” mermi dökmelere aldırmaksızın sabırla, tevekkülle günlerdir yürüyor da yürüyor.
“Gelin canlar bir olalım, Tevekkel tû tealallah” dercesine!..
***
Hak, hukuk ve adalet yolunda koskoca bir toplumun çaresizliğine de tercüman mahiyette bir tepki ve hak arayışı olarak başlattığı bu yürüyüşün 22’nci gününde dün eşlik ettim ona. Kendisiyle kısa bir yol sohbeti yapma imkânı da bularak…
Onun ilk sözü, benim Cumhuriyet’e katkıma binaen, özellikle din üzerine yazdıklarıma ilişkin yorumlar oldu. Bu doğrultuda dertleştik biraz.
Mealen aktarmak gerekirse Kemal Bey, “Biz [yani kendisini CHP’de bulan laik, sol, sosyal demokrat Türkiye] din konusuna uzak durdukça, ona daha yakından, ‘içeri’den bakmaktan kaçındıkça karşımızdakiler bu boşluğumuzu kullandı. Hâlbuki bizim dünya görüşümüz, insanlık anlayışımız, siyasi çizgimizde dine karşıtlık yok, onu anlama yönünde açıklık var” dedi.
“Dine kayıtsız kalmak olmaz, aksine dine esas sahip çıkması gereken, hele ki böyle bir dönemde biz olmalıyız” şeklinde tercüme edilebilecek sözler sarf etti.
Dine sahip çıkmak, yani kelimenin gerçek anlamıyla dindarlık…
Ve dini oyuncak etmek, yani dinbazlık!..
Kemal Bey’le şu aynı noktada buluşarak sohbete son verdik: Din, dinbazlığa terk edilemeyecek, dinbazlara bırakılamayacak kadar ciddiyet, önem, özen ve hassasiyet arz eden bir husus…
***
Biraz da yürüyüşe ilişkin izlenimler: Kortejin ağırlık merkezi elbette liderin bulunduğu nokta. Ama en ön saftaki bu merkezi sırtlayan, arka sıralarda kale gibi, çok da öne çıkmadan sessiz sessiz, harıl harıl mekik dokuyan isimler, bir bakıma “isimsiz kahramanlar” olduğu noktasında da görüştüğümüz pek çok kişi hemfikir: Seyit Torun, Sibel Özdemir, Nurhayat Altaca, Musa Çam, Ali Şeker, Ömer Fethi Gürer, Orhan Sarıbal, Nurettin Demir, Kadim Durmaz, Yıldırım Kaya bu çerçevede ilk elde zikredilenler.
Adalet diye diye yollara düşmüş insanlara adında “Adalet” lafzı olan iktidar partisi destekçilerinden protestoların da bir parça “pörsüdüğü”nü de söylemek mümkün. Belki de böyle hiçbir yere varılamayacağını, sadece kendilerini küçük düşürdüklerini anlamış olsalar gerek. Hâlâ sağdan, soldan, köprü üstleri, bina tepelerinden ufak tefek lâf atmalar, Rabia “dörtleme”leri ve elbette “Reeecep Taaayyip Erdoğaaan” serenadları var tabii. Ama sadece “Adalet” diye çağıl çağıl akan suya yazı yazma kabilinden bir etkiye sahip olarak var.
Protestoların bu şekilde “soğurulması”nda yine Kılıçdaroğlu başta olmak üzere parti sorumlularının sakin, sağduyulu, esnek hareket etmesinin de payı büyük. Mesela Veli Ağbabaanlattı, önceki günlerde korteje nefretle yaklaşıp kendilerini de Ak Parti’li olarak “ibraz eden” bir grup olmuş. Ağbaba, çok uğraşmış karşısındaki çakmak çakmak bakışları yumuşatmak için!.. Sohbetin önünü açmış, kayısı ikram etmiş ve sonuçta bir diyalog yaratabilmiş. Gruptan biri, ayrılırken kendi kendine (sunturlu bir küfür eşliğinde) sitemleniyormuş: “Şu işe bak, protestoya geldik, kayısıları aldık gidiyoruz!..”
***
Hasılıkelam bu, herkese açık bir “Gelin canlar bir olalım” yürüyüşü.
Özgürlük ve demokrasi arayışında bir olalım yürüyüşü.
Mutlu, huzurlu ve geleceğe güvenle bakan bir Türkiye için dinimiz, cinsimiz, dilimiz, fikrimiz, zikrimiz ne olursa olsun bir olalım yürüyüşü…
***
Bu yürüyüşü hep o klişe ve ucuz Demirel sözüyle küçümsemeye kalktılar:
Yollar yürümekle aşınmaz diyerek… Yollar yürümekle aşınmaz, ama aşılır!..
Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, dinbaz totaliteryanizmin memleket sathında yaşam yolumuza döşediği “çakırdikenleri”ne hiç aldırmaksızın yolları katediyor, aşıyor.
Ayrıca, yollar yürümekle aşınmaz da yolsuzluklara batmış ve zulümle abad olma yoluna girmiş dinbazlığın bu yürüyüşle hiç aşınmadığını da söyleyebilir misiniz?!
Sizi bilmem ama…
Dün İstanbul’un kapısına dayanan muhteşem topluluğun harmonisine; iktidara en yakın kuruluşların dahi yürüyüşün kamuoyunda alımlanmasına (kredisine) dair anket sonuçlarına; ve en önemlisi, yürüyüş karşısında ancak küfrün aczine düşmüş biçare ve zavallı saldırganlıklara bakıyorum da…
“Düzgün Baba” şahit, ben söyleyemiyorum!..
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024