Karanlığın Sesi

Karanlığın sesi her zaman ürkütmüştür beni. Ama buna rağmen bu ses olmasaydı “Aydınlanma Çağı” yaşanmazdı diye düşünüyorum. Batı dünyası bu çağ sayesinde korkuyu yendi ve aklını kullanma cesareti göstererek, dünyanın ruhunu anlayarak bilimi dinden ayırıp büyük bir devrim yarattı. Ve yine bu çağ sayesinde felsefe Avrupa’nın sınırlarını aştı. Bruno, Spinoza, Kant, Marx, Nietzsche ve Freud insanı tanrının elinden alarak onu yeryüzüne indirdi. Böylece insanın ikinci sefer yeryüzü ile buluşması sağlandı.

Ne yazık ki günümüzde karanlığın sesi yeniden çıkmaya başladı. Bu ses bana ürküntü verse de geçmiş rahatlatıyor beni. Biliyorum çünkü karanlık sonsuza kadar sürmez, karanlığın ömrü güneşle son bulur. Tıpkı Bruno’un güneşi merkez alıp fikirleri için yanmayı göze alması gibi. Bruno’nun cesareti güneşti sanırım bu günlerde hepimizin böyle bir güneşe ihtiyacı var.

Doğrusunu isterseniz korkusuz olduğunu söyleyen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur. Cesur insanların zamanın dışında dünyaya geldiğine inanıyorum. Bu zamanı kendi zamanları olarak görmezler.

Kendimi bildim bileli savaş ortamında yaşadığımdan olsa gerek ben de bu duyguyla boğuşuyorum yıllardır. Savaş düşüncesi uykularımı kaçırıyor, uyuyamıyorum, düşüncelerim darmadağın. Acı çekiyoruz, acı çekiyorum. Hani edebiyatçılar derler ya imgelerle yaz, okurun gözüne sokarak yazma. Savaş nasıl imgelerle yazılır bilemiyorum açıkçası.

Tarihçiler şu yaşadığımız dünyayı nasıl yazacak? Ressamlar yakılıp yıkılan kentleri, ölen masum insanları nasıl resmedecek? Şairlerin şiirlerine nasıl yansıyacak çocuk ölümleri? Tarihin acı gerçekleri, yaşanılan adaletsizlikleri, katliamları, yıkımları düşününce insanın patolojik ruh halini yazmak, resmetmek kolay olmasa gerek.

Picasso, üç saat aralıksız bombalarla yerle bir edilmiş Guernica kentini resmetmiş savaşa duyduğu nefreti olağanüstü yansıtmıştır. Tablo bittiğindeyse Nazi subayıyla aralarında geçen şu diyaloğu anımsamadan geçemeyeceğim. Nazi subayı Guernica tablosuna bakar ve Picasso’ya sorar. “Bunu siz mi yaptınız?” “Hayır, siz yaptınız” der Picasso. Bakalım bizim ressamların tuvallerine nasıl yansıyacak bu yıkımlar ve insan acısı.

Korku insani bir duygu ve insan bu duyguyla vardır, bunu da anlıyorum. İnsan bildiği şeyden korkar, bilmediği şeyden neden korksun ki? Kaldı ki bizler hep korkuyla yetiştirildik ve korkularımızı saymakla bitiremem. En trajik olanı da insanın insandan korkması. Bir gece kapısının ansızın çalınması ve sırf barış istedi diye evinden alınıp götürülmesi. Korkuya bir de kaygıyı eklemem lazım. Şimdiyi yaşayamazken geleceğimiz hakkında kaygılanmak gülme ve ağlama arası duygular uyandırıyor.

1992 yılında Diyarbakır/ Silvan’da yaşadığım acıyı daha önce yazmaya çalışmıştım ve halen acıyor ruhum. Acı çekiyorum. Bu ülkenin acılarını yazarken aklıma Dostoyevski geliyor tabii. Dostoyevski’nin eserlerinin ana fikri hep acı olmuştur. “En iyi öğretmenin acı olduğudur. “sözünü boşuna söylememiştir. Yaşadığımız acılara rağmen birbirimizi anlamamazlıktan gelmemizin sebebi iyi öğrenciler olmadığımızdan olabilir mi? Bize bu acıları yaşatanların zalim, kibirli olmasını da acı çekmemelerine bağlıyorum. İnsanın bu kadar zalim, kibirli olmasının nedeni acı çekmemesidir.

Savaş ortamlarının insanları kamplaştırıp birbirine yabancılaştırıyor ve kimse kimseyi dinlemiyor. Acımasızlaştırıyor. İnsanın kapı komşusuna yabancılaşması, aynı sokağı adımladığı insanları görmezden gelmesi ve ölmesini istemesi korkunç bir duygu. Bu ülkede bunlar defalarca yaşandı ve daha fazla yaşanmaması için vicdanımız olduğunu hatırlayalım. Vicdanın sesi yaşamdır, barıştır. Vicdanımızla karanlığı aydınlatalım.

Cennet BİLEK
Latest posts by Cennet BİLEK (see all)