36. İstanbul Film Festivali başladı, hem de muhteşem bir filmle: “Genç Karl Marx” (yön. Raoul Peck, 2017). Marksizm özelinde roman vb. mensur eserlerden yana sıkıntı olmasa da, Lenin’in çok önem verdiği sinema alanında yeterli eser olmadığından, filme adeta peygamberine hasret müritler gibi gittik! Film de sanki bu hisleri biliyormuşçasına, bizi vaat edilmiş topraklarını arayanlar gibi karşıladı. “Bir nefeste izledik”, “büyüleyiciydi” vb., bütün harcıâlem tabirleri kullanabiliriz ve hepsi de uygun kaçacaktır.
Film, Marx’ın (ve dolayısıyla can dostu, yoldaşı Engels’in) hayatında 1848 Devrimleri’ne ya da aynı anlama gelmek üzere Komünist Manifesto’nun yayımlanmasına kadar olan zamanı, yani kabaca 5-6 yıllık bir dönemi kapsıyor. Marx’ın gençlik yıllarının hayat hikâyesi olduğu kadar, bu bakımdan, Almanya’dan Fransa’ya, Belçika’dan İngiltere’ye kadar uzanan modern Avrupa’nın şekillenme döneminin tarihi olarak da görülebilir. Elbette konu Marx olunca bu tarih tepeden inme değil, aşağıdan yukarıya yazılıyor, sahneleniyor.
Filme dair ilk somut değerlendirmeyi, neleri kapsadığından ziyade neleri dışarıda bıraktığına göre yapmak daha sağlıklı olabilir. Nihayetinde, böyle bir film çok değişik kesimleri memnun etmek zorunda olduğundan, odak tercihi farklı olsaydı hayal kırıklığı da o oranda büyük olabilirdi.
Marx’ın gençlik yıllarına dair artık kabak tadı vermiş bir burjuva hikâyesi var: Marx çok deli dolu bir adamdı, yer içer dağıtırdı, hattâ bir keresinde büyük bir olay çıkarmıştı (ee?); ama sonradan devrimci oldu, yani dalgalandı da duruldu. Marx’ın biraz daha genç olduğu dönemi kapsayan bu hikâye, doğru olup olmadığı bir tarafa, her zaman başka şeyleri anlatmak istememe tercihinin de parçası olmuştur.
Bu magazinci yaklaşımın, deyim yerindeyse, entelektüel tamamlayıcısıysa bir başka Genç Marx mitidir: Yani dalgalandıktan sonra durulan genç Marx’ın devrimci bir komünist değil, uçarı bir filozof ve özgürlükçü bir hümanist olduğu iddiasıdır. Bu Marx, yaş kemale erince sapmış ve gençlik yıllarındaki o özgürlükçülüğü kalmamıştır.
Filmde odağının doğru belirlenmesinde bu iki (yanlış) görüşten kaçılmış olması önemli yer tutuyor. Mücadele içinde kendini ve etrafındakileri ve de dünyayı değiştirip dönüştüren bir Marx öne çıkıyor.
Elbette buna paralel olarak, iki kişinin rolünün de yerli yerine oturtulması gerekiyordu: Tam bu dönemin başlarında tanıştığı, yoldaşı Friedrich Engels ve tam bu dönemin başlarında evlenip çocuk sahibi olduğu Jenny von Westphalen.
Tarihte Engels kadar kendi kendini silici rol oynamış, alçakgönüllülüğü abartmış ikinci bir karakter daha bulmak zordur. Engels Marksist ideolojinin inşasında Marx kadar vazgeçilmez bir rol oynamış olmasına karşın, tüm tevazusuyla, bir tartışmanın ortaya çıkmasına bile izin vermeden, kendisinin ikinci sırada geldiğini açık bir şekilde ifade etmiştir: “Bütün hayatımı uygun olduğum[!!] şeyi yaparak geçirdim, yani ikinci kemanı oynadım. Ayrıca Marx gibi harikulade bir birinci kemana sahip olmaktan mutluydum.” Fabrikaların sayıca daha az olduğu bir dönemde İngiltere’nin göbeğinde mukim bir fabrikatörün çocuğu olmasına karşın, idealleri uğruna o parlak “istikbal”i reddedip işçi sınıfının saflarına katılmış olan Engels’in bu ikili ilişkinin sadece toparlayıcısı değil, yer yer öncüsü de olduğu filmde eksiksiz bir şekilde gösterilmiş.
Jenny’nin rolü için de benzer bir tespitte bulunabiliriz, zira bu mayınlı arazide de genel anlamda iyi bir iş çıkarılmış. Marx’ın Jenny’yle ilişkisini 21. yüzyılda kadın-erkek ilişkilerinin ideal bir kopyası olarak görmek zor; bunu arayanların –cinsiyet körü diye saçma sapan suçlamalarda bulunmadan önce– Engels’e (hem yazdıklarına hem yaptıklarına) bakmaları daha yararlı olabilir, ama o da çağımızın bile ilerisindedir! Fakat buradan hareketle Jenny’yi “başarılı erkeğinin arkasındaki pasif kadın” imgesine hapsetmemek gerekiyor. Jenny de geleneksel cinsiyet rollerinden zaman ve yer bulabildiği oranda, mücadeleye katılır; elbette Engels’in hayat arkadaşı Mary Burns kadar değil, ama o da aktif bir öznedir.
Tüm bunlar filmin gerçekçi ve gerçeğe sadık bir eser olması adına temel şartlardı. Sinematografik açıdan eksikler bulunabilir. Keza ben müzikleri yetersiz buldum, hatta müzik bulamadım. Yine de “Genç Karl Marx” her şeyiyle izlenmeye değer.
Kaynak: BirGün Pazar
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024