Anladığım şu ki komik yazıları seviyoruz, eğlenceli fotoğraflar görmeyi tercih ediyoruz, basit şeyler yaşamak istiyoruz, yüreksiz hikâyelerin içinde olmaktan yanayız… Yaşadığımız kötü şeyleri de aynı böyle görmezden geliyoruz…
Renkli fotolara, çiçeklere böceklere, birbirini sevmese de “canım cicim” diyenlere itibar ediyoruz… İçi boş süslü yazıları, bağıra çağıra yönetenleri, egosu kendinden önce köşeyi dönenleri, kendinden başka kimseye saygısı olmayan kaba saba insanları bir halt sanıyoruz…
Uzun zamandır bu ülkenin insanlarında hastalık virüsü gibi “yok saymak” “rol yapmak” “yalakalık” “yılışıklık” “hadsizlik”
Söyleyeni sevmiyoruz, hatırlatandan rahatsız oluyoruz… Bunları duyduğumuzda, birileri bunları bize hatırlattığında yanımızdakine bakıp hiçbirini üstümüze alınmıyoruz…
“Zaten dünya zor birde bunun için kasılmayayım” diyoruz…
Süslü laflarla, çiçek böcekle, görmezden gelmekle ve “mış” gibi yapmakla çözülecekse neden olmasın… Böyle yapınca dünya değişiyorsa “hani toplu iyi enerjilerle” bu iş hallolacaksa amenna… Nefes terapileri yapıp nefesimizi açmakla, doğru kelimeler kullanmaya çalışıp evreni kandırmaya çalışmakla bu durum düzelecekse hep birlikte “ohm” o zaman…
Ama görünen o ki “mum dibini aydınlatmıyor”…
Kendine faydası olmayan insanın dünyaya faydası olmuyor… Ne çok psikoterapist aslında kendi hasta, ne çok kişisel gelişim uzmanı, nefes terapisti, yoga eğitmeni egosundan burnunun ucunu görmüyor… Hayır, aksi yöne gitsem dinden medet umsam onlar bunlardan beter durumda… Dinde olmayacaklarla onların yaptıkları insana aman “Allah’ım” dedirtiyor… Kendileri içlerinde ki inanca vakıf olamamış insanlar dinden, gelişimden, terapilerden medet umarak birilerine bir şeyler öğretmeye çalışıyor…
Ve ben bu yalancılar dünyasında kendimi pek çaresiz ve küçük hissediyorum….
“sizin alınız al, morunuz mor inandım”…
Lakin
“benim dengemi bozmayınız”…
İşte bu sebep;
AN İTİBARIYLA HÜKÜMSÜZDÜR!
“Bu ne beter çizgidir bu / Bu ne çıldırtan denge / Yaprak döker bir yanımız / Bir yanımız bahar bahçe”
Nedir Hükümsüz?
Meali: yürürlükten kalkmıştır…
Sadece kaybolan kimlik parçalarını değil, artık geçerliliği kalmamış sözleri, kararları, yeminleri, yürekte unutulmuş yükleri, verilmiş sözleri, unutulmuş insanlığı da kapsar.
Duyurulur.
Hükümsüzdür!
Hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? Hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? Daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz…
Gönüllü yaşam mahkûmluğu böyle olmalı. Geldik ya bir kere, tekâmül etmeden dönmeyeceğiz.
İyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım… Elimde tuttuğum torba bile ağır gelirken, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?
Yüreğin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. Gemiler gibi işte!
Yüreği de kıyıya çekiliyor insanın bazen. Bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.
Bunları düşününce, dedim ki kendi kendime;
Bütün sözlerim geçersizdir.
Attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, dostluğa dair ne dediysem dostuma hepsi hükümsüzdür.
En azından dürüst bir duruş olur bu!
Taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum bende…
Kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım…
Defalarca şaştım bildiğimden, defalarca karıştı aklım…
Kaç defa sandığım gibi çıkmadı hikâyeler… Kaç kere aldım başımı gittim kendime…
Herkes birisine, birilerine tutamadığı, tutamayacağını bildiği sözler veriyor.
Genetik olmalı, Âdem ile Havva’yı hatırlayınca gülüyor insan. Tanrı’ya verdiği sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğinde ne kadar samimi olabilir ki?
Kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın, dostluklarımın, emeklerimin, arkadaşlıklarımın üstünden çekiyorum.
Defalarca yapılanları unutup dediğimi yuttuğum zaman, defalarca bir daha bana bunu kimse yapamaz deyip yapıldığında sustuğum zaman, durduğum yerde durup, kıtalar boyu yol aldım sandığım zaman, masumiyetimi koruyamadığımı düşündüğüm zaman, dünya acımasızlaştığında, düşünceler yakılırken, gencecik insanlar ölürken, çocukların dini ırkı kökeni sorulduğu zamanlarda …
Artık şiir okumadığınızda, gökyüzüne bakmadığınızda, dilinize doladığınız yaratandan korkmadığınız da, kedileri, köpekleri, çocukları tekmeleyerek öldürdüğünüzde, kadınlara, küçücük çocuklara, bebeklere tecavüz ettiğinizde, kadınları seviyorum diyerek öldürdüğünüzde…
Ve ben tüm bunları gördüğümde…
Anladığımda,
Kaybettim sözlerimi, hükümsüzdür…
Artık ne yapsam, ne desem ve ne demesem, neye gülsem ve neye üzülsem, neyi konuşsam ya da sussam hepsi hükümsüzdür…
Çünkü çocukların öldüğü bu dünya da bir dost kaybetmek, bir aşk kaybetmek, para pul kaybetmek HÜKÜMSÜZDÜR…
“Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün her şeyden halsiz şu kalbim
Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim…”
Bilmem kendine gelir mi Dünya yoksa bu mudur Hal’i devran…
Kırmayın oğlum bu kadar insanları camdandır kalbimiz…
hiç şiir okumamış gibi
bir köpeğin başını hiç okşamamış
hiç bayram şekeri dağıtmamış
hiç çocukla çocuk olmamış gibi
kötüsünüz!”
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019