Haluk Levent’i Karalamanın Dayanılmaz Hafifliği
Son süreçte Haluk Levent’in, gerek bir kısım sol muhalif sosyal medya profilleri gerek iktidar cenahından bazı kişiler ve gerekse Bahçeli gibi figürler tarafından çapraz ateşe tutulduğunu görüyoruz.
Bu yazımda sosyal medyadaki negatif söylemler üzerinden bir durum değerlendirmesinde bulunmak istiyorum.
Eleştirilerin en hafifi, “AHBAP’ın hesabına gönderilen rakamın, bir dernek için çok büyük olduğu; böyle bir rakamı ancak, siyasî ve ideolojik değil, hizmet temelli kurgulanmış bir devletin yönetebileceği yönünde…”
“İyi de nerede o devlet?” diye sormadan edemiyor insan…
Tarif edilen devlet tanımında itiraz edilebilecek bir şey yok. Sıkıntı, bu devletin o devlet olmamasından ve o ideal devlete yüzlerce ışık yılı uzak olduğumuz hakikatiyle, ihtiyaçların aciliyetinin çelişmesinden kaynaklanıyor.
Bu bağlamda da mevcut olağan üstü koşulların ortasında Haluk Levent’e yöneltilen her türlü güvensizlik iması ya da ithamı, son derece moral bozucu ve lüks kaçtığı gibi; insanların kafalarında hiç mesnetsiz soru işaretleri yaratarak, daha çook uzun zaman desteğe ihtiyaç duyacak olan depremzedelere gönderilebilecek paraları riske atıyor. Kendisine vurmak isteyen Bahçeli vb gibi figürlerin ekmeğine de yağ sürüyor.
Elbette ki normal şartlarda ve objektif yapılmak koşuluyla, enine boyuna beyin fırtınası estirilebilecek bir konu bu… Ne var ki bugün o gün değil diye düşünüyorum.
Çünkü ortada devlet yok ve onun boşluğunu, sokaktaki insanda çok geniş kapsamlı bir karşılık bulmayı başaran tek kurum olarak, AHBAP dolduruyor. En önemlisi de her ipin ucunu tutan devlet, sol muhalif cenahtaki derneklere, vakıflara ve hatta belediyelere çıkardığı sorunları -en azından şimdilik- AHBAP’a çıkarmıyor.
Haa, bu, “sorun çıkarmama” olayının altında buzağı arayabilir miyiz? Elbette… İstersek her öküzün altında buzağı arayabiliriz.
Peki aramalı mıyız?
Benim yanıtım, en azından bu koşullarda hayır. Belki sonra, ama şimdi değil.
Çünkü hiç kimse inkâr edemez ki Haluk Levent ve AHBAP, her ne şekilde olursa olsun, dün olduğu gibi bugün de çok ciddî işler başarıyorlar. Hem depremzedeler hem de dayanışmacılar için çok büyük bir moral, güç ve güven kaynağı oluşturuyorlar.
Tam bu noktada da şunu sormak istiyorum: Bu kadar acının, çaresizlik duygusunun ve güvensizliğin ortasında, insanlara hem enerjisiyle, hem müthiş çalışkanlığıyla, hem sıcaklığıyla, hem de somut işleriyle açık ara en çok umut veren kişinin hakkında şaibe yaratarak, moralleri dibine kadar bozmalı mıyız?
Üstelik de elimizde, halkın desteklerini iç ettiğine dair en ufak bir veri bulunmadan, sadece kötücül varsayımlarımız ve geçmişi üzerinden çirkin dedikodu kazanları kaynatarak?..
Ben buna da hayır, yapmamalıyız diyorum. Çünkü ucunda çok ağır bir vebal alma ihtimalimiz olduğu kadar; yerine, boş beleş laf salatalarımızdan başka koyacak hiçbir şeyimiz de bulunmuyor. Sırf oturduğumuz yerde, hiç kendimize bakmadan ucuz dedikodular üreterek insan karalayacağız ya da kibrimizi tatmin edeceğimiz farazî akıl yürütmelerde bulunarak prim yapacağız diye milyonlarca insanı boşluğa düşürmenin, gelebilecek yardımları eksiltmenin ve de onların üstüne konmak isteyen birtakım odaklara kolaylık sağlamanın bence hiç âlemi yok.
Ben, çağdaş hukuk devletlerindeki en temel ilkelerden biri olan “Masumiyet Karinesi”ni çok fazla önemsiyorum. Hem avukatlık yapmasa da hukuk eğitimi almış biri, hem marjinal muhalif bir yazar, hem de insan olarak, herkesin “aksi kanıtlanana kadar doğru söylediğine” inanmayı tercih ediyorum. Bu bana kendimi çok daha temiz hissettiriyor. Çünkü sırf birtakım kirli karanlık niyetler, başkalarını karalayarak parlamak isteyen aşağılık kompleksli egolar ya da alçalarak yükselme sevdâları uğruna birileri hakkında ağız dolusu dedikodular ve iftiralar üretmek, çok pis bir şeydir.
Ne var ki sosyal medya aklı başında, vicdan ve adalet duygusuna sahip hiç kimsenin itibar etmemesi gereken bu tür müzevirlerle dolu… Kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi pazarlayan bu tepeden tırnağa pisliğe bulanmış kifayetsiz muhterislerin işleri güçleri nerede iyi bir şeyler üreten, insanlara dokunan, sevilen, sayılan biri varsa karalamak… Çünkü o pislikleriyle ve güdüklükleriyle yüksek gözükmelerinin tek yolu, büyük insanları küçültmek…
Kaç gündür bakıyorum, daha kendi gerçek ismiyle ortaya çıkmaktan aciz, bir tane profil fotoğrafı bile bulunmayan tuhaf tuhaf egosantrik sosyal medya figürleri, Haluk Levent hakkında balya balya karalama yazıları yazmaya koyulmuşlar. Sanırsın Haluk Levent’in şahsında Al Capone canlanmış, babasını satayım.
Neymiş efendim, geçmişi şaibeliymiş de böyle büyük rakamları şahıslara emanet etmemek gerekirmiş de Haluk Levent acilen, topladığı paraları birtakım sol muhalif dernek ve vakıflara devretmeliymiş de bla bla bla…
Niye ki? O büyük rakamları ve o kolektif güveni, o marjinal kurumlar mı topladı? AHBAP’ın, kendisine para gönderen her ideolojik kesimden insana saygı borcu yok mu ki onların emanetlerini, asla onaylamayacakları kurumlara devretsin? AHBAP da her türlü yasal denetime tabi olan bir “dernek” değil mi?
Ayrıca sol muhalif kisvesi altındaki bütün kurum ve kişilerin pirüpak şah-ı merdan olduklarını kim söylüyor? Benim ömrümün otuz yılı, onların arasında geçti; ciğerlerinin röntgenini çekmişim. O yüzdendir ki haklarında tam 12’den vurduğum eleştiri yazıları yazabiliyor; tam da dibine kadar doğruları söylediğim için, kendileri tarafından kıyasıya nefret edilerek, olmadık iftiralara uğruyorum. Olsun, biraz daha nefret etsinler, yine söyleyeceğim:
Ben, kimlerin kimlerin, Avrupa Birliği’nden milyon milyon bütçeler aldıkları nice nice sosyal projeler üretip, o paraların çoğunu kendi aralarında iç ettiklerini bilirim; kimse bana maval okumasın. Sadece ben değil, benim kuşağımdan pek çok kişi bilir; ama İtalyan mafyasının, “omerta” denilen “suskunluk yasası”, bizim muhteşem sol cenahımızda da ziyadesiyle geçerli olduğu için konuşmazlar.
Sadece sussalar yine iyi… Kendilerine, tıpkı devletin resmî tarihi gibi, uyduruk şanlı tarihler yazar; -elbette ki istisnaları hariç- tepesine yapıştıkları kof dağlarında herkese tepeden bakarak, olmayan akıllarını satıp parmak sallarlar.
Yahu adamı, Cengiz’in verdiği 100 milyonla bile vurmaya uğraşıyorlar! Arkadaşım, orada bir can pazarı var! Haluk Levent, böyle bir can pazarının ortasında Cengiz’e trip atıp, “Senin paranı istemezük?” mi demeliydi? Kim diyebilirdi bunu? Kimin, orada çırpınan yüz binlerce insanın adına böyle bir karar vermeye hakkı olabilirdi?
Son tahlilde önemli olan, ne kadar doygun ve dürüst bir toplum; ne derece temiz ve organize bir devlet olduğunuzdur arkadaşım. Gerisi hikâye… Şayet böyle bir toplum ve devlet kurmayı başarmışsanız; herkesin kendi başına bir yardım derneği gibi faaliyet göstermesinde hiçbir beis yoktur Örneğin Almanya devleti ve toplumu tam da bu standartları tutturduğu için, orada şahısların da kendi İBAN numaralarıyla dayanışma kampanyası yapmaya yasal hakları vardır. Çünkü, denetim mekanizmaları yerli yerindedir. O yüzden de orada birisi kendi adına yardım toplamaya kalktığında, kimse ondan şüphe duymaz. Onlar duymazken, bizim kifayetsiz muhteris cadı avcılarımız, orada dibine kadar yasal ve denetime tabi olan bu hakkını kullanan bir Türk’e, “Kendi İBAN’ına para topluyorsan kesin hırsızsındır!” diye iftira atarak böğürmeyi en birinci vazife bilirler. Niye? Çünkü kendilerinden bilmektedirler işi… Ve ayrıca büyük insanları, kendilerine ne kadar küçük olduklarını hissettirdikleri için hiç sevmemektedirler.
Bizde ister devlet, ister vakıf, ister dernek, ister şahıs olsun, dolandırıcılık yapılmak isteniyorsa mutlaka bir yolu bulunur. Yeter ki istensin.
Bu konularda, niyet her şeydir ve kimsenin de elinde hiçbir delil bulunmaksızın işkembesinden negatif niyet okuması yaparak insan karalamaya hakkı yoktur.
İş bu noktada, Haluk Levent’in niyetine şüpheyle bakmamayı seçtiğimi alenen beyan ediyor; geçtiğimiz günlerde “ikinci el kıyafetlerle” ilgili yaptığı talihsiz beyanatına karşı bir tepki yazısı yazmış olmamla birlikte, o insanî eleştiri ile bu kötü niyetli karalamaların çok ayrı olduğunu vurgulayarak, kendi karınca kararınca maddî desteğimi de ilk gün AHBAP’a gönderdiğimi açıklıyorum.
Her kim ki bir insan hakkında, kamuoyuna hiçbir delil sunmadan dolandırıcı, hırsız vs gibi ağır imalarda ya da ithamlarda bulunuyordur; o kişi ahlâksızın önde gidenidir arkadaşım. Bunu bilir bunu söylerim.
Ben, aksi kanıtlanmadıkça insanların doğru söylediklerine inanmayı tercih eden nesli tükenmişlerdenim.
Neden siz de denemiyorsunuz?
Emin olun, insan kendini çok temiz hissediyor.
- Demirtaş’ın Aktif Siyaseti Bırakmasının Olası Perde Arkası - 3 Haziran 2023
- Kimse Demirtaş’ı Günah Keçisi Yapamaz - 1 Haziran 2023
- Bundan Sonrası Tufan - 30 Mayıs 2023