Filistin Halksız Bir Toprak, Yahudiler Topraksız Bir Halktır – Arzu Kır

7 Ekim 2023’den bu yana, emperyalizmin desteğinde sürdürülen “son” saldırıda İsrail, 25 günde, 18 ton bomba yağdırdı; kendi yurdunda, mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin üzerine. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadı. Bu kadar da değil, beyaz fosfor da kullandığı söyleniyor. Doğrudur.

Emperyalizm, Mısır’da örgütlenen Müslüman Kardeşlerin Filistin kolu olarak, 1982’den beri beslediği HAMAS, işbirlikçi FKÖ(1945’de) parçalandıktan sonra, yine emperyalizmin desteği ile mülteci kamplarında yaşayan Filistin’e hükümet olan  Yaser Arafat, El Fetih ve diğerleriyle birlikte bir kez daha, Filistin yurdunu emperyalist savaşın kucağına attı.

Ocak 2000 yılında, FHKC yayınorganı El Hedef’de yayınlanan Dr.Habaş’ın, “Filistin: Düşle Gerçek Arasında” başlıklı makalesine biraz uzun da olsa, okunması gerektiğini düşündüğüm yazdıklarını birlikte okuyalım: “(…)Kapitalist küreselcilik, halkların ve emekçilerin ayrımsız, tümünün birden karşısında olan ilk düşmandır. İlerici gericiden, kalkınma bağımlılıktan, insanlık için savaşan onu köleleştirmeye çalışandan bu çatışma temelinde ayrılır. Küreselcilik, kendi askeri (Irak ve Sırbistan’da yaşandığı gibi), siyasi (Asya kaplanı Endonezya’nın göz açıp kapayıncaya kadar yıkılması gibi) ifade eder.  Küreselcilik, enformasyon medyasında (dünya enformasyonunun %80’i dört haber ajansının elindedir) ve güvenlik güçlerinin faaliyetlerinde (Abdullah Öcalan gibi militanların izlenmesi ve yakalanması gibi) görülür.

İsrail, nükleer kulübe girmeyi ve bütün bölgeyi boyunduruğa almak için Türk faşizmi ile Amerikan himayesinde ittifak kurmayı başarmış modern bir orduya ilaveten, gelişkin teknolojisi ve yılda 87 milyar dolara ulaşan üretkenlikteki ekonomisiyle uluslararası değişmelere kendini iyi hazırlamıştır. Su kaynakları üzerindeki mücadelenin ‘pimi’nin, suyun ülkeler arasında eşitsiz bölündüğü bu bölgede çekilmeye yaklaştığını da özellikle kaydetmeliyiz.(…)

İsrail planı süreklidir, tırmanıştadır ve hücumdadır. Araplar, taviz verdiği her sefer İsrail planı daha sertleşerek kibrini ve taleplerini artırmaktadır. İsrail gözlerini, Arap petrol ve su kaynakları ile teknolojiye ve tüketim mallarına eşit derecede susamış Arap pazarlarına dikmiştir. Bütün bunlar olup biterken, Arap başkentlerindeki asalak sınıf, İsrail’in büyüyen hırsında tehditkar bir şey algılamıyor. Avrupa’nın sunabileceği her şeyin İsrail’de bulunduğu, tek farkın Tel Aviv’le mesafenin kısalığı olduğunu düşünüyorlar(…)

Benim kuşağım, 1948 felaketini yaşadı. Halkımızın geri kalanıyla birlikte evlerinden ve yurtlarından sürülmüş olma aşağılamasını yaşadı ve etkileri günümüze kadar süren ve daha da kötüleşen kanlı bir etnik temizlik operasyonu sırasında binlerce insanla birlikte açık arazilerde, mağaralarda ve çadırlarda oradan oraya dolaştı. Bugün 4 mlyon mülteci, hayatlarının kalan kısmını sürgün acılarını yaşayarak geçirmektedir. Filistin halksız bir topraktır; Yahudiler, topraksız bir halktır(…)

Yine de Filistin nüfus dağılımı, Siyonistlerin boğazına takılan bir kılçık misali orta yerde duruyor. Yahudi tarihçi Baruch Kimmerling’in yazdığı gibi; Filistinliler, 1930’ların ilkel kabilelerinden, 1960’larda huzursuz bir unsura, 1980’lerde ise direnen ve ayaklanmaya girişen bir halka dönüşmüştür(…)”

Filisitn örneğinde olduğu gibi işgal, yağma ve sömürü var oldukça, barış yok. Sovyet sonrası tarihsel dönemde Mısır’dan Libya’ya, Lübnan’dan Filistin’e, Irak’tan Suriye’ye, Afganistan’dan Ukrayna’ya süregiden savaşlar, emperyalist savaşlardır. Yüzyılın başından itibaren yaşanan, “Arap Baharı” olarak isimlendirilen hareketler; bir halk hareketi, kuruluş-kurtuluş hareketi olarak başlasa bile, emperyalizmle işbirliği yapan ırkçı, gerici, şovenist, işbirlikçiler eliyle emperyalizm tarafından yönetilen bir iç savaşa ve nihayet parçalanmaya evriliyor.

Emperyalist savaşa hayır denilebilir, denmelidir de. Ancak, emperyalist savaşlar, işgal, yağma ve sömürünün yanı sıra alabildiğine sürerken barıştan söz edilemez. Barış altın tepside sunulmayacak. Savaşmak zorundayız. Barış ve özgürlük için, savaş kaçınılmaz.

Kaldı ki, Filistin yurdunda savaş değil, emperyalist işgalcilerin, işgali kalıcılaştırmak üzere, yaklaşık yüz yıldır süren Filistin halkının haklı savaşına ve varlığına son vermek üzere başlattığı “son” saldırı; toplu kıyımdır, holokausttur*. Bittiğinde, Filistin Libya, Mısır, Lübnan, Irak, Suriye gibi tarihe karışmış; kıyımdan kurtulanlar, yurtsuz kalacaklardır. Emperyalizm gerekli görürse, HAMAS’a iktidarı  vereceği bir alanda yaşamalarına izin verebilir! Ya da çoğunlukla olduğu ve Gorbaçov örneğinde görüldüğü gibi işbirlikçiler, hizmetlerinin karşılığı olarak Nobel Barış Ödülü, pardon, ABD veya tercih edecekleri herhangi bir emperyalist ülkede ölene kadar yaşayabilirler, aileleri ve servetleriyle!

Ancak, bu hiçbir zaman barış anlamına gelmeyecek. Barışın ön koşulu, emperyalist sömürü ve yağma düzeninin yıkılması, emeğin, üretici güçlerin iktidarının kuruluşudur. Ki, sosyalizm geliştikçe sınıflar ve nihayet devlet, sınırlar ortadan kalksın; kendiliğinden.  Altyapı değişmedikçe  üst yapı değişmeyecektir. Diyalektik Materyalist Marksizm’in kurucuları, kapitalizmin eşitsiz koşulları altında inim inim inleyen emekçi sınıfların içinde, onlarla birlikte devinerek, gelmiş geçmiş öncüleri okuyup kavrayarak, mücadelenin içinden yazdılar. Bize, neden, nasıl sorularına cevap arayanlara düşen, okumaktır; elimizden düşürmeden. Defalarca, altını çizerek. Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceğiz. “Amerika” keşfedildi. Bize düşen, onu, diyalektik materyalist Marksizm’i somut duruma uygulayabilmektir.

DMM kurucuları, Marks ve Engels Avrupa’yı sarsan 1848, 1870 devrimlerinden sonradır ki devrimin, iktidar değişikliğinin, kendiliğinden ya da silahsız, örgütsüz olmayacağını öğrendiler; bilimsel yaklaşımlarını geliştirdiler. Rusya işçi sınıfının 1917Ekim Devrimi ile diyalektik materyalist Marksizm’in  bilimsel yaklaşımları doğrulandı; diyalektik özellikleri test edilmiş oldu. Diyalektik olan, tarihsel gelişmeye uygun çıkarımlardan yola çıkarak somut durumun somut tahlili yapılabildiği ölçüde, örgütlü mücadeleye ve nihayet nihai hedefe ulaşılacaktır.

İşçi sınıfının, emekçi halkların hedefi egemen sınıfla barışıp, düzen içinde bir demokrasi olamaz. Küreselleşen emperyalizmin çıkarlarına uygun, tek yanlı olarak belirlediği yaşam ve çalışma koşullarında emekçi, üretici milyonların her gün işgal, yağma ve sömürüye can verdiği yer ve zamanda barıştan söz edilemez. Olamaz. Barıştan bahseden, kavgayı bırak, boyun eğ, demektedir; özgürlük, eşitlik değil. Marksizm rehberimizdir. Yazmandan önce okunmalı, güncel olana diyalektik materyalist (kaba materyalist değil)  Marksizm’in penceresinden çözüm üretilmelidir. Sınıflar mücadelesinden, üretim ilişkilerinden bağımsız, soyut bir barış yoktur.

Lenin, Nisan Tezleri’nde, işçi Sovyetleri konferansında söz alan bir demiryolu işçisinin sözünü lır ve öne çıkarır: “Devrimci demokrat sözlerin şekerli suyuna sirke ve safran dökme zorunlulu ve gereklidir.”


*Holocaust’un  kelime kökeni, Yunanca ’holokauston’dur. Holos, ‘tamamen’, kaustos ‘yanmak’ anlamına gelir.  Genellikle, 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda, 6 milyon Avrupa Yahudisi’nin Adolf Hitler tarafından soykırımdan geçirilmesini anlatmak için kullanılır.   .