Ezilen ulusun milliyetçi reflekslerine pozitif ayrımcılıkla yaklaÅŸmak…

Dün bir sunucu kadının, Show TV’deki programına canlı telefon baÄŸlantısı ile katılan bir Kürt kadınını, “DoÄŸru düzgün Türkçe konuÅŸsun; burası Türkiye Cumhuriyeti,” sözleriyle yayından alması üzerine, ülke gündemine yine milliyetçilik olgusu yerleÅŸti. Kimileri kadına veryansın etti, kimileri Kürtlerin ve bazı muhalif kesimlerin gösterdiÄŸi tepkiyi aşırı buldu, kimileri de kadını alkışladı. Bunun üzerine ben de konuya, “ezilen ulusun milliyetçiliÄŸi” olgusu üzerinden derinlemesine bir bakış atmak istedim.

“Milliyetçilik” gibi son derece yanlış anlamalara açık olan spekülatif bir kavrama dair yazı yazmak, ipte yürümek gibidir. O yüzden yazımı, her cümlesini kuyumcu terazisinde tartar gibi bir hassasiyetle kaleme almaya çalışacağım. Umarım aynı hassasiyetle, ön yargısız bir ÅŸekilde anlamaya çalışılarak okunur.

Sözlerime, Fuat Önen’in “Her Türlü MilliyetçiliÄŸe Karşı Olmak” baÅŸlıklı makalesinden bir alıntı yaparak baÅŸlamak istiyorum:

“ÇeÅŸit çeÅŸit milliyetçilik tanımı ve yaklaşımı vardır. Ezilen ulusun milliyetçiliÄŸi ile ezen ulusun milliyetçiliÄŸi eÅŸitlenip; düz mantıkla, ‘Her türlü milliyetçiliÄŸe karşıyız,’ ÅŸeklinde bir cümle kurulamaz.”

Åžahsen ben normalde “her türlü milliyetçiliÄŸe karşı” olan ve de bu ilkesel bakış açısını sayısız defalar dillendirmiÅŸ bulunan marjinal muhalif bir kalem olmama raÄŸmen, kendisine bu baÄŸlamda sonuna kadar katılıyorum ve bahsi geçen sunucu kadına, Kürt halkı tarafından gösterilen tepkileri sonuna kadar haklı bularak diyorum ki: Kendini samimiyetle yaÅŸam hakkı savunucusu olarak tanımlayan her insan, ezilen ulusun milliyetçiliÄŸine pozitif ayrımcılıkla yaklaÅŸmak mecburiyetindedir. Halihazırdaki eÅŸitliksiz konjonktürde Kürtler gibi sömürge statüsündeki uluslarla, onları sömüren ulusları eÅŸitleyerek, “Her türlü milliyetçiliÄŸe hayır!” demek; en hafif tabirle vizyonsuzluktur.

Tabii ki “milliyetçilik” ile “ırkçılık” arasındaki ayrımı çok net bir ÅŸekilde ortaya koyup; ırkçılık suçunu, ezilen bir ulus söz konusu olduÄŸunda dönemsel olarak “hoÅŸgörülebilir” olan milliyetçilik olgusunun içine zerk etmemek koÅŸuluyla… Burada bir parantez açarak önemle vurgulamak isterim ki ezilen ulusun milliyetçiliÄŸine pozitif ayrımcılıkla yaklaÅŸma ilkesi, ırkçılık sınırına kadardır. Hangi ezilen ulusa mensup olursa olsun, söylemlerini ve eylemlerini ırkçılık sahasına taşıyanlar, bu ilkeden kesinlikle muaf tutulmak zorunda olan insanlık suçlularıdır.

KeÅŸke baÅŸta Kürtler olmak üzere, en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün devletsiz halkların hepsi birer ulus devlete kavuÅŸup, devleti olan halklarla en azından statü olarak eÅŸitlense de benim gibi, insanlık ailesi adına nihaî hedef olarak vatansız, devletsiz, sınıfsız, bayraksız bir yaÅŸama kurgusunu düşleyen “aidiyetsiz dünya vatandaÅŸları”, ezilen ulusun milliyetçiliÄŸine pozitif ayrımcılıkla yaklaÅŸma zorunluluÄŸumuzdan kurtulup; rahat rahat, “Her türlü milliyetçiliÄŸe hayır!” diyebilme aÅŸamasına gelebilsek ve herkesten de bizim gibi bütün aidiyetlerini terk etmelerini talep edebilme hakkını elde edebilsek.

Ne yazık ki bu kötücül dünya düzeninde bunu yapamıyoruz. Her türlü milliyetçilik unsurundan tiksinmemize rağmen, âdil olabilmek adına, ezilen ulusun milliyetçiliğine pozitif ayrımcılıkla yaklaşmak zorunda kalıyor; hiç kimsenin, sahip olmadığı bir şeyi bırakmasının teknik olarak mümkün olmadığını bildiğimiz için, onlardan da bizim gibi aidiyetlerini terk ederek öz bir yaşam hakkı mücadelesi vermelerini bekleyemiyoruz.

Kürt halkının maruz kaldığı zulümlerle ilgili -başta fiilen de birçok kez coğrafyada bulunduğum ablukalar sürecinde olmak üzere- o kadar çok yazı yazdım ki toplasam başlı başına bir kitap olur. Öncelikle, onlara olan pozitif ayrımcılığımın ötekileştirilen, en temel insanî haklarını kullanmaktan mahrum bırakılan, sömürülen, zulüm gören; kısacası ezilen bütün halklara ve kesimlere olan yaklaşımımın doğal bir uzantısı olduğunu vurgulamak isterim.

Bütün dünya halklarının, “ulus devlet” denilen varoluÅŸ modelinin özerk sınırları dahilinde hissettikleri görece güven duygusuyla yaÅŸadığı ve giderek Avrupa’da bile ırkçılığa evrilen bu kötücül sistemin, son virüs salgınının da etkisiyle iyice pekiÅŸtiÄŸi bir karanlık zaman diliminde, bu kadar kadim ve büyük bir ulus olup da devleti olmadan dünyanın dört bir yanına savrulmuÅŸ serseri mayınlar gibi yaÅŸamak, hiçbir halka reva görülebilecek bir haksızlık deÄŸildir. Bunu her hak savunucusunun her fırsatta çok net bir ÅŸekilde ortaya koyması ÅŸarttır. Koyamayan, devrimci, aydın, sol muhalif vs olduÄŸundan bahsetmesin.

Ben, ütopik de olsa vatansız, milletsiz, sınırsız, bayraksız, devletsiz, ağasız, askersiz, silahsız; ırk, dil, din, cinsiyet, tür ayrımı yapılmayan, doğayla özdeş bir dünya düşünün sahibi bir anarşist olarak, ulus devlet denilen olguya külliyen karşı olmamla birlikte; halihazırdaki nesnel gerçekliğin olanca kaotikliğini gözardı ederek, salt Kürtler üzerinden idealist felsefeler kasmaya kalkanları son derece oportünist buluyorum.

On yıllardır bütün kötücül emperyal planların tam göbeÄŸine konulup, bütün katil devletlerin çıkarları doÄŸrultusunda kâh kullanılıp kâh katledilirlerken; onların varoluÅŸ mücadelelerini, “Yok Amerika’nın kucağına oturuyorlar, yok Ä°srail’le halvet oluyorlar,” vs gibisinden ahkâmlarla yargılamak, demagojinin dibidir. Bu ulusolcu cengâverlere, TC’nin yüz yıl önceki ulus devlet olma sürecinde Almanya’yla ettiÄŸi romantik dansları hatırlatmaya kalktığımızda ne vatan hainliÄŸimiz kalıyor ne Kürt kuyrukçuluÄŸumuz…

Elbette ki ben de milliyetçiliÄŸin ölümcül bir virüsten farkı bulunmadığını, takiye olduÄŸunu; her türlü milliyetçilik söyleminin, insanları sürüler halinde gütmek ve birbirine düşman ederek kirli rantlar saÄŸlamak için uydurulmuÅŸ yalanlar üzerine kurulduÄŸunu biliyorum. Kimse benim kadar tiksinmesin bu olgudan ve kimse benim kadar bu konuda ilkeselliÄŸin dibine vurduÄŸu yazılar yazmış olmasın…

Ne var ki ben, hayatın kâğıt üzerindeki teorilerden ve ilkelerden ibaret olmadığını da biliyorum. Åžu lanet olası verili düzende, “ideal olan” ile “realite” hiçbir zaman birbiriyle örtüşmüyor. Her durumda hödö hödö ideal kasmak kolay; ama sıcak zulümlerin içinde yanan insanlara ideal dayatmak, küfür gibidir.

Evet, sonuna kadar savaÅŸa karşıyız; ama iÅŸgal var, taarruz var! Åžakağına silah dayanmış insana, “Heeey, savaÅŸ çok kötü bir ÅŸey adamım; sakın ola kendini savunma, öylece öldürülmeyi bekle,” diyebilir miyiz?

Evet, teoride sonuna kadar milliyetçilik karşıtıyız; ama ırkçılık var! Kendisini ezen ulusun ırkçıları tarafından bütün hakları gasp edilip dili, kültürü yok edilmeye çalışılan insana, “Milliyetçilik çok tu kaka bi ÅŸey be dostum; sakın ha deÄŸerlerine sıkı sıkıya sarılma, her ÅŸeyini yitirtmelerine izin ver,” diye ahkâm kesebilir miyiz?

Evet, seks işçiliÄŸi çok yanlış bir olgu; ama iÅŸsizlik var, sefalet var, çaresizlik var! ÇocuÄŸunu doyurabilmek için bedenini satmaktan baÅŸka seçeneÄŸi kalmamış zavallı bir kadına, “Seks işçiliÄŸi çok ayıp bir iÅŸ bacım; gerçi kiranı bile ödeyemezsin ama olsun, patik ör onurlu yaÅŸa,” diye ayar çekebilir miyiz?

Evet bu hadsizlikleri yapan milyarlarca vicdansız ve zırcahil var bu ülkede; ama kendini aydın, sol muhalif yaşam hakkı savunucuları olarak tanımlayan insanlar, zinhar bu toplara giremezler; girmemelidirler.

Bir halkı sistematik olarak dilini, inançlarını, kültürünü, hatta çocuÄŸuna kendi ismini koymasını dahi yasaklayarak asimile etmeye kalkar; bu uÄŸurda ona her türlü inkâr, vahÅŸet ve ÅŸiddet politikasıyla soykırım kalkışmasında bulunursanız; o halkın kendini koruma refleksi olarak en temel milliyetçi unsurlara sarılması kaçınılmazdır ve hiç kimse de bu son derece meÅŸru olan “varlığını koruma” refleksiyle, ırkçılık ÅŸahikası “Ya sev ya terk et!” naralarını eÅŸitleyemez.

Bir ara bu minvaldeki bir yazıma itiraz eden bir sayfa arkadaşım, “Kürt ve Zaza halklarına uygulanan kolonyalizasyon, asimilasyon ve inkâr politikalarına karşı durmak için ezilen ulus milliyetçisi olmak gerekmiyor; antisömürgeci, antiotoriter, hatta demokrat olmak bile yeter,” demiÅŸti. Ä°yi güzel demiÅŸti de realitede bu, “olması gereken”e riayet eden kaç tane demokrat bulunduÄŸunu söylememiÅŸti.

Geçiniz bu entelektüel mastürbasyonlarını efendiler! Ben de iki lafımın biri, gerçek bir entelektüelin daima “idealler” üzerinden konuÅŸması; iÅŸgale raÄŸmen savaÅŸ, ırkçılığa raÄŸmen milliyetçilik propagandası yapmaması gerektiÄŸini söylerim ve/fakat son derece kaçınılmaz olan “meÅŸru müdafaa hakkını” ve “varlığını koruma refleksini” ayrı tutarak…

Ä°ster Kürt halkı, ister Filistinliler, ister Ä°rlandalılar, ister Arakan Müslümanları, ister Filipinler’deki azınlık Müslüman Morolar olsun; her kim ki egemen bir ulus tarafından kolonyalizasyon, asimilasyon, soykırım kalkışması ve inkâr politikalarına tabi tutuluyordur; onların kendi deÄŸerlerine ve kültürlerine sahip çıkabilmek adına gösterdikleri masumane milliyetçilik, asla onları ezen ulusların ırkçılığa eÅŸdeÄŸer milliyetçiliÄŸi ile eÅŸitlenemez.

Çünkü biri “kendini koruma” refleksi, diÄŸeri “kendini dayatarak karşısındakini yok etmeye çalışma” suçudur.

Haa dünyayı deÄŸiÅŸtirir, ortada bir tane bile ezilen, sömürülen; asimile edilmeye, soyu kırılmaya çalışılan ulus bırakmazsınız; o zaman geniÅŸ geniÅŸ, “Her türlü milliyetçilik hastalıktır, suçtur vs” diyebilirsiniz.

Åžahsen benim de ütopik bile olsa en büyük hayalim, dünyada tek bir ezilen, sömürülen, katledilen halkın kalmadığı ve “Her türlü milliyetçiliÄŸe karşıyım!” cümlesini gönül rahatlığıyla kurabildiÄŸim günleri görebilmek…

Ama ne yazık ki o günler ÅŸimdilik çok uzakta…

Aydına düşen görev -her ne kadar bir paradoks gibi gözükse bile- o zamana kadar asla ilkelerinden ödün vermeden ideal olana dair düşünce pratikleri üretmekle birlikte, pratikte olanları da hakkaniyet ölçüsünde değerlendirmektir.

Halihazırdaki kötücül dünya düzeninde ezilen ulusun, varlığını koruma amaçlı milliyetçilik refleksine -elbette ki asla ırkçılık düzeyine geçmemesi koşuluyla- pozitif ayrımcılıkla yaklaşmak da bu hakkaniyetin olmazsa olmaz gereklerinden biridir.

Bu hakkaniyet çabasını “milliyetçilik, hatta ırkçılık propagandasıymış” gibi yorumlamak, son derece ucuz bir demagoji yapmak; en hafif tabirle, sapla samanı karıştırmaktır.

Özetle; ezilen ulusa ezildiÄŸi sürece dönemsel olarak hak bile olsa, son tahlilde milliyetçilik olgusu, kesinlikle insanlığın virüsüdür. Hiçbir halkın, varlığını koruyabilmek uÄŸruna mecburen bu virüse sarılmak zorunda kalmayacağı vatansız, milletsiz, sınırsız, bayraksız, devletsiz, aÄŸasız, askersiz, silahsız; ırk, dil, din, cinsiyet, tür ayrımı yapılmayan, doÄŸayla özdeÅŸ bir dünya düşüyle…

Rabia MÄ°NE
Latest posts by Rabia MÄ°NE (see all)