Acaba bir gün gelip de bitecek midir dünyadaki savaş mevsimi? Barut kokulu, kan kokulu kara kışı sona erecek midir dünyanın? Mevsim bahar olup da sevgi filizleri boy vermeye başlayacak mıdır bir gün ola ölüm çukurlarında? Dünyanın kalbi dayanabilecek midir bu kadar nefrete? Ya da doğa ana bir gün öğretmeyi başarabilecek midir kavgacı, bencil çocuklarına sevmenin sırrını?
Seneler evvel bir sohbet sırasında bir dostumun: ‘Bu aralar sevmeyi öğreniyorum’ deyiverişini şaşkınlıkla karşılamıştım. Öğrenilecek nesi vardı ki sevmenin? Ya da nasıl öğrenilirdi ki sevmek? Pek anlamamıştım. Sevmek, sevmekti işte. Severdin ya da sevmezdin. Kendin gibi olanı sevmek ne güzel ve kolaydı mesela, hiç yormazdı. Tıpkı egosunu dayatmayan bir kimseyi sevmenin kolay olduğu gibi. Sana, senin istediklerinle geleni sevmek kadar kolay. Sana uymuyorsa da sevmezdin, olur biterdi işte. Oysa geçen yıllar içinde mikrodan makroya her ölçekteki savaşların tümünde sevgisizlik gerçeği karşıma çıktıkça anlamaya başlamıştım insanlığın çözmesi gereken asıl meselenin sevmeyi öğrenme gerekliliği olduğunu. Sevmek ile sevdiğimizi sanmak arasındaki farkın, savaş ve barış arasındaki aşılması güç uzlaşmazlığın temeli olduğunu görmeye başlamıştım. Dostumun, söylemek istediği şeyi anlamayışıma dair sorularımı, ‘Bilmeyi gerçekten istersen zamanı gelince elbette öğrenirsin’ minvalindeki tebessümüyle cevaplayışı hala gözlerimin önündedir.
Ademoğlunun, huzurunu ve barışını başkaları yüzünden kaybettiğini sanıp, sevmeyi bırakıp nefreti öğrendiği ve kendini kendi cennetinden kovduğu günden beri olsa gerek, en haklı gerekçelerin amayla başlayan başka gerekçeleri doğurduğu dünyanın savaşlar tarihi de başlamış olsa gerek. Ve kişiler arası, halklar arası, medeniyetler arası…vb. her ölçekte bütün savaşların temelde ‘sevgi’ uğruna çıktığı ve destek bulduğu görülür. Vatan sevgisi, ırk sevgisi, para sevgisi, güç sevgisi…
Böylesi bencil bir sevgi kavramı kabulü ile baktığımız zaman olan bitene, her olgu gibi her duygunun da tezadıyla birlikte var olabildiği bu dünyasal yaşam formunda ne kadar çok şey seviyorsak, sevdiklerimize tezat olan o kadar çok şeyden de nefret etmiş oluyoruz aynı zamanda. Oysa bir varlığı gerçekten sevmek, onu var eden tüm unsurlarıyla birlikte kabul etmektir. Örneğin, ‘Benim ırkım’ dediğin şeyin varlığı diğer ırkların varlığı sayesinde biriciktir. Vatanını vatan, memleketini memleket yapan başka insanların vatanlarının, memleketlerinin varlığıdır. Onları da kabul edebiliyorsan gerçekten seviyorsundur kendi ırkını, vatanını, memleketini.
Ülkeleri yönetmeye yani dünyanın kaderine yön vermeye doğayı sevenler, dostluğu, barışı sevenler, tüm canlıları eşit oldukları için seven, egolarıyla uzlaşmış, huzur ve barış ortamını kendi içinde yaratmış insanlar pek talip olmazlar. Olsalar da, gezegenimizde henüz nefretin örgütlülüğü sevginin örgütlülüğünden daha güçlü olduğundan olsa gerek, pek yer bulamazlar kendilerine sahnede. Çünkü kavgayı sevmezler, öldürmeyi bencil olan hiçbir gerekçeye sığdıramazlar, kini, nefreti hiçbir davayla bağdaştıramazlar. Bilinç düzeyi bakımından kendi varlığını ve çıkarını seven, bunun sevgi olduğunu zanneden ve bu yüzden onları her ne şekilde olursa olsun korumak isteyenler tarafından kolayca bertaraf edilirler.
Lafın özü… Demek ki henüz yeterince savaşmamış insanoğlu sevgi bilincine ermek için. Kim bilir kaç yüzyıl daha sürecektir dünyada savaş mevsimi. Ama farkında olsa da olmasa da sevgi bilincine doğru evrilmektedir insanoğlu. Eşiyle, çocuğuyla, komşusuyla, doğayla, faklı olan her şeyle yaşadığı tüm çatışmaların temelinde sevdiğini sandığı şeyleri gerçekten sevmediği gerçeğinin yattığının, ‘Benim’ dediği şeylerin mülkiyet hakkının sadece evrene ait olduğunun idraki ve kabullenişiyle birlikte savaş mevsimi nihayetine kavuşacaktır.
Doğa ananın ömrü vefa edecek midir sevgi baharının bir kelebeğin kanat çırpışıyla birlikte tüm dünyayı sarmasına bilinmez ama ezelden beri bilinen de odur ki: Dünyayı sevgi kurtaracaktır!
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- Doğruluk mu? Cesaret mi? – Elif Demirbaş Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023