Yüzüncü yılına yaklaşmakta olan Cumhuriyet uzun yıllar boyu, Samsun’a çıkarak düşmanı kurtaran ve onu kuran Atatürk’ün bizlere bir armağanı olarak anlamlandırıldı. Atatürk’ün sözlerine atfen Cumhuriyet bir faziletti ve Türk milleti de buna layıktı.
Bu anlatıda Cumhuriyet, Atatürk’ün ileri görüşlüğünün bir tezahürü, onun bir armağanı olmaktan fazla bir anlama sahip değildi. Biz Cumhuriyeti bir fazilet rejimi olarak sahiplenmeliydik. Onun neyin bir fazileti ve liyakati olduğunu tartışmanın da pek bir anlamı yoktu. Cumhuriyeti bize armağan eden Atatürk’tü ve hediye ederken de bizim bu fazilete layık olduğumuzu söylemişti. Cumhuriyetin erdemi, onu hediye edenin Cumhuriyetin bir erdem olduğunu söylemesi ile anlamlandırılıyordu.
Atatürk’ün Armağanı !
Osmanlı Tanzimat’ından başlayan ulus-devletleşme sürecinin, 1920’lerde ulaştığı en önemli kavşaklardan biri olarak Cumhuriyet rejimine geçişte Mustafa Kemal’in rolünü kim yadsıyabilir ki; onun ve kuşağının tüm münevverlerinin özverilerini, çabalarını?
Cumhuriyet’in bu yönü unutuldu gitti. Cumhuriyet, içinde, en önünde Mustafa Kemal’in de yer aldığı bir tarihsel gelişme olarak algılanmaktan çıktı. Cumhuriyetin önce “Atatürk’ün kurup bize armağan ettiği”, 2000’li yıllardan sonra da “üç-beş batılılaşmış entel, ayyaşın Osmanlı’yı yıkarak Anadolu halkına zorla kabul ettirdikleri” bir şey olduğu dayatıldı.
Uzun bir dönem Türkiye, her 29 Ekim’de Ulu Önder Atatürk’ün bu Cumhuriyeti armağan edişini kutladı. Kutladı dediysem, yakın zamana kadar Cumhuriyet kutlamaları dediğimiz şeyin, 29 Ekimlere denk gelen günlerde ilk ve orta eğitim kurumlarında gerçekleştirilen anlamsız etkinliklerden fazla bir anlamı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu “laf olsun” törenlerinde birkaç şiir, biraz halkoyunu bir de müdür tarafından verilen süslü nutukların dışında cumhuriyet kavramı ile ilgili ne anlatıldı çocuklara?
Cumhuriyet’in Bizim İçin Nedir?
Gelin itiraf edelim: Yakın zamana kadar, “Atatürk’ün ilan ettiği bir Cumhuriyetin, ilk/orta eğitim kurumlarında mecburen anılması”ndan fazlası aklımıza bile gelmedi. Hem zaten onu kollamak ve korumak da askere ait bir görevdi.
İşte Cumhuriyet ve Atatürk kavramlarındaki dönüşüm de bu aşamada tartışılmaya başlandı. Önce Cumhuriyetin koruyucusu kollayıcısı asker denklemden çekildi; İlk ve orta eğitim kurumlarındaki kutlamalar tam bir yasak savma törenlerine dönerlerken, bazen de soğuk havalar bahane edilerek, minik salon etkinlikleri haline getirilmeye başlandılar. İllerdeki tüm okullarda ayrı ayrı düzenlenen etkinliklerin o ildeki bir salon etkinliğine indirgenmesi de cabası. Yıllarca yasak savmak kabilinden kutlanan 29 Ekim’in artık iyice gözden düşmesi ile, bu Cumhuriyeti kuran ve armağan eden kişi olarak kodlattırılan Atatürk’ün itibarsızlaştırılması at başı gitti.
Şöyle özetleyeyim, yakın zamana kadar, 29 Ekim; Atatürk’ün kendi başına düşünüp kurduğu, bize armağan etse de askerin koruduğu, çoluk çocuğun da okulda kutladığı bir etkinlikten ötesi değildi. Televizyonların üst köşesine yerleştirilmiş Atatürk resimli dalgalanan Türk bayraklarını görmesek ya da o gün sokakta resm-i geçit yapacak asker yüzünden trafik akışı değiştirilmiş olmasa veyahut da çocuklarımızı tören için okula bırakmak zorunda kalmasak, diğer günlerden pek de farkı olmayan, bizim için pek de anlam ifade etmeyen günlerden birisiydi 29 Ekim.
Böyle kutlanır ve kollanırken de bizim için bir şey ifade etmeyen Cumhuriyet, kollanıp korunmamaya ve kutlanmamaya başlandığında da pek umurumuza geçmedi.
Atatürk’ün kurduğu, askerin koruduğu, çocukların kutladığı Cumhuriyet, toplumun geniş kesimi için hiçbir şeydi? Hiçbir şeyimizi yitirmek de hiç sorun yaratmadı bizde.
Cumhuriyet Ne İşe Yarar?
Bizim için hiçbir şey ifade etmeyen Cumhuriyet, siyasal tartışmaların janjanlı nutuklarında dile getirilen boş bir kavram olmaktan fazla bir işe de yaramıyordu. Hem artık yeni siyasal konjonktürde, askerin koyup kollamadığı, kutlanmaktan bile imtina edilmeye başlanan Cumhuriyet’in, “iki ayyaş” tarafından zorla ilan edildiği, haklın rızası alınmadan tepemize giydirildiği de söyleniyordu. Yıllardır Cumhuriyet ile özdeşleştirdiğimiz Atatürk’ün de aslında alkolik, Osmanlı’ya ihanet eden, halka zulmeden birisi olduğunun öğretilmeye başlatıldığı bu süreçte,toplumun cumhuriyet kavramı ile bilişsel bağı tümden koptu. Zaten öncesinde de bu bilişssel bağ, Atatürk, armağan, fazilet ve asker kavramları ile kurduğumuz birkaç cümle ile sınırlı ve zayıftı.
Cumhuriyet tarihinin uzun bir döneminde sadece asker tarafından korunup kollanan ve tek değeri Atatürk tarafından bize hediye edilmiş olmasıyla alakalı bu Cumhuriyetin, günlük hayatımızda bir işlevinin olduğunu söylemek de zor. Cumhuriyet yöneticileri hiçbir zaman böyle bir soruya cevap arayarak, geniş kitlelerin anlayabileceği bir dil ve içerikte onun ne işe yaradığını, yani işlevini anlatmayı denemediler; denemek bir yana akıllarına bile getirmediler: Armağan edilmişti; hem de Ulu Önder tarafından. Üstelik, 2000’lerin yeni konjonktüründe, hem hediye edenin de kötü biri olduğunu hem de aslında hediye etmeyip Cumhuriyetin dedelerimizin eline zorla tutuşturulduğu da söylenmeye başladı bize.
2000’i yıllar ilerledikçe asker, cumhuriyet, Atatürk, fazilet ve armağan kavramları arasında eskiden bu yana kurulan tüm bağlar koptu; kopartıldı. İyi ki de kopartıldı. Bu bağı kopartanlar, lime lime edenler; cumhuriyetin bir reklam arası olduğunu düşünenler hiç de böyle bir sonucu düşünmüyor, bunu ummuyorlardı ama Atatürk yerle bir edildikçe içinden bir Mustafa Kemal, İlkokul törenlerinde kutlanan 29 Ekimler unutturuldukça da toplumun bizzat kendisinin koruma ve kollamaya çalıştığı bir Cumhuriyet ortaya çıktı.
Artık Atatürk’ün bize armağan ettiği bir Cumhuriyeti değil: Mustafa Kemal’in içinde, en ön safta çarpıştığı bir Cumhuriyeti, kulluktan bireyliğe, yurttaş olma idealine doğru koştuğumuz bir cumhuriyeti kutlamaya başlıyoruz.
Celal Nuri İleri Taç Giyen Millet demişti cumhuriyeti tanımlarken. Cumhuriyet yönetimleri bu tanımı önemsemedi; yıllar geçtikçe içi boşaldı. Artık Cumhuriyet, Taç ve Millet kavramları ile değil Armağan ve Atatürk kavramları üzerinden tanımlanır hale geldi. Bu haliyle de oldukça nostaljik ama işlevsiz bir “şey”di.
Cumhuriyet düşmanları da bu yoldan yürüdü zaten. Bu yoldan yürüdüler ve 2000’li yılların ilk çeyreğinde, hiç zorlanmadan, Ulu Önder-Armağan-Cumhuriyet üzerine kurulu yapıyı darmadağın ettiler. Ummadıkları şey, Atatürk ve armağan metaforunda yıkılan cumhuriyetin içinden yine Taç ve Millet metaforuna yakın bir Cumhuriyet algısının canlanabileceğiydi. Atatürk’ün armağan ettiği Cumhuriyet yıkıldıkça, Mustafa Kemal ile birlikte kurulan Cumhuriyet; ilkokul çocuklarının andığı Cumhuriyet yıkıldıkça sokakta kutlanan cumhuriyet; askerin koruduğu cumhuriyet yıkıldıkça, halkın cumhuriyeti kuruluyor; kurulmakta. Sanırım tüm bu gelişmeler için süreci hızlandıran cumhuriyet düşmanlarına da teşekkür etmemiz gerekiyor.