Depremi felakete dönüştüren

Bir süreden beri Çanakkale’de başlayan deprem fırtınası doğuya kayarak Adıyaman’ı ve Urfa’yı vurmaya başladı. Bursa’da deprem bekleniyor. Depremin başka neleri vuracağı belli değil. Uzmanlar dünyanın en büyük can ve mal kaybına yol açabilecek olan İstanbul depremi için sona yaklaşıldığını söylüyor.

Dünyanın üç büyük deprem kuşağından biri olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alan ve yüz ölçümünün % 92’si, nüfusunun % 95’i ve sanayisinin % 98’i deprem bölgesinde olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Ağır deprem felaketleriyle yüz yüze gelineceği bilinmesine karşın, felaketin asıl nedenleri sorgulanmıyor ve gerekli dersler çıkarılarak gelecek depremler için önlemler alınmıyor.

Depremi değil ama depremin yarattığı sorunları felakete dönüştüren bu kapitalist sömürü, soygun ve yağma düzenidir. Çünkü kapitalizmin daha fazla sömürü ve kar politikaları doğrultusunda kent toprakları yağmalanmakta, özel mülkiyet hırsı körüklenmekte, savaşın ve çökertilen tarımın yarattığı zorunlu göç dalgası, ucuz işgücü için dayatılan katmerli sömürü, artan işsizlik ve yoksulluk büyük kentleri kuşatmaktadır.

Aktif fay hatları, dolgu ve heyelan alanları, dere yatakları, taşkın alanları, tarım toprakları, nehir deltaları talan edilmekte, deniz kıyıları doldurularak yapılaşmaya açılmaktadır. Vahşi kapitalizmin daha fazla sömürü ve tahakkümü için, bu alanlar üzerine sanayi, konut, karayolu, tünel, viyadük, köprü, enerji santralleri kurulmaktadır.

Kentsel yerleşme ve yapılaşma politikaları toplumsal ihtiyaçları, sağlıklı yaşam standartları temel alınarak değil, tekelci sermaye ve emperyalizmin çıkarlarına göre oluşturulan çarpık kentleşme politikaları depremi felakete dönüştüren temel bir etken haline getirilmektedir.

Her şeyin günü kurtarmaktan ibaret sayıldığı, aklın, kolektif iradenin, bilimin tümüyle geçersiz ve işlevsiz kılındığı, insani erdemlerin köreltildiği, toplumsal dayanışma ve paylaşım duygusunun ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, doğa olaylarının yol açtığı felaketlerin “takdir-i ilahi” olarak yorumlandığı bu istismar ve tahakküm düzenidir.

AKP iktidarı çözüm üretmek yerine bolca laf üretiyor. Örgütsüz kitleler ise, çaresizlik içinde günlerini “ahla-vahla” geçiriyor ya da “tevekkülü” elden bırakmamaya çalışıyor. Doğal deprem felaketleri, Türkiye’nin bir deprem bilincinden, bilgisinden, kültüründen, eğitiminden, teknolojik donanımından ve örgütlenmesinden yoksun olduğunu gösteriyor.

Doğal depremlerin kaçınılmaz olduğu bu coğrafyanın, bir de toplumsal olaylardan kaynaklanan sosyal depremleri var. Doğal depremlerin oluşumuyla toplumsal olayların oluşumu arasında büyük faklılıklar olmasına karşın, her iki olayın da “nicel birikim” sonucu ortaya çıktığını, biriken tepkilerin bir şekilde açığa çıkmasıyla depremlerin gerçekleştiğini biliyoruz. Depremde fay kırılmaları uzun zamanda oluşan bir enerji birikiminin sonucu oluyor.

Toplumsal olayların oluşumu da sömürü ve tahakküm altında tutulan ulusal, sınıfsal, cinsel, kültürel inançsal vb. biriken tepkilerin bir şekilde ortaya çıkması sonucu gerçekleşiyor.

Doğal felaketlerden olan deprem için alınacak tedbirler tamamen uzmanlık işi sayılıyor. Sosyal depremler ise, belirli bir siyasal formasyonda ele alınacak mevcut devlet ve toplum ilişkilerinin düzeyiyle ilgili bir sorunu oluşturuyor. Bu da, ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, dinsel, kültürel, etik vb. çok yönlü ilişkilerin somut tahliline (somut şartların somut tahlili) dayanıyor.

Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında doğal bir afeti felakete dönüştüren asli unsur; insanı bir nesne haline getiren, insani ve sosyal amaçlı hiç bir yaklaşıma sahip olmayan kapitalizm ve onun çıkarlarını koruyan devlet politikalarıdır.

Unutulmaması gereken şudur: Doğal deprem yıkar. Kapitalizm ve emperyalizm öldürür. Sosyal deprem ise, toplumsal değişimin ve dönüşümün yolunu açar.

Şaban İBA