Darwin: Evrim teorisini ortaya atan bilim adamının sıra dışı hayatı

Charles Darwin’in ortaya attığı doğal seçilim yoluyla evrim teorisi, insanlar olarak dünyadaki yerimizi sorgulamamızı sağladı.

İnsanların primatlarla ortak bir atası olduğu fikri, Batı medeniyetinin temellerini sarsan bir fikirdi.

Darwin bu düşüncesini 20 yıl boyunca kendine sakladı. Sonunda “Türlerin Kökeni” kitabını yayınladığında “bir cinayeti itiraf etmiş gibi” hissettiğini anlattı.

  1. doğum gününde, tüm zamanların en radikal fikirlerinden biriyle başa çıkmaya çalışan Darwin’in hayatındaki dönüm noktalarını inceledik.

Doktorluktan vazgeçti

Charles Robert Darwin, 12 Şubat 1809’da İngiltere’nin Shrewsbury kentinde zengin bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi.

Çocukluğunda dindar olmayan bir Hristiyan olarak yetiştirilse de ailesi yeni fikirlere açıktı. Dedeleri Aydınlanma’nın önemli figürleri arasındaydı: Kölelik karşıtı sanayici Josiah Wedgewood ve Zoonomi kitabında bir türün bir başka türe dönüşebileceğine (transmutasyon) dair radikal fikrini paylaşan Erasmus Darwin.

Babası ve dedesinin izinden giden Darwin 1825 yılında Edinburgh Üniversitesi’nde tıp okumaya başladı. Fakat iyi bir doktor değildi, anestezinin henüz bulunmamış olduğu bu çağda Darwin tedavi tekniklerini çok sert buldu.

Fakat Edinburgh bilim için en iyi yerlerden biriydi; Oxford ve Cambridge üniversitelerinde düşüncelerine müsamaha gösterilmeyen radikal fikirli insanları kendine çekiyordu.

Darwin orada transmutasyon üzerine teorileri olan insanlarla tanıştı. 1820’lerde evrim fikrine en yakın şey transmutasyon kavramıydı.

Kariyerine kilisede devam etmeye karar verdi
Doktor olmak istemediğini fark eden Darwin, kariyerine kilisede devam etmeye karar verdi; 18 yaşında Cambridge’de teoloji okumaya başladı.

Tanrıya inanmayan biri değildi fakat hayatının yeni istikameti onu heyecanlandırmıyordu.

Bir din öğrencisi olarak çok fazla boş vakti vardı, o da bunu gerçekten ilgisini çeken alan olan biyolojiye adadı.

Zamanının çoğunu böcek toplayıp onları inceleyerek geçirmeye başladı.

1831’de mezun olduktan sonra, din adamı olarak çalışmaya başlamadan, karşısına hayatının fırsatı çıktı.

Beş yıllık gemi yolculuğu

Charles Darwin’in Cambridge Üniversitesi’ndeki hocası, bilimsel araştırmalar ve gözlemlerde bulunmak üzere dünyayı gezecek HMS Beagle gemisine Darwin’i natüralist olarak tavsiye etti.

Darwin o tarihten itibaren beş yıl boyunca dört kıtayı gezdi, bir yandan karşılaştığı türlerden örnekler toplarken diğer yandan da yerel jeolojiyi inceledi.

Uzun deniz yolculuklarında kitap okuyacak çok vakti oldu. Charles Lyell’in Jeoloji Prensipleri adlı kitabı, uzun zaman içinde küçük değişimlerin nasıl birikimler yaratabileceğini düşünmesini sağladı.

Fakat deniz tutmasından muzdarip biri olarak uzun deniz yolculukları her zaman kolay geçmiyordu. Bir keresinde, “Deniz tutmasının bana yaşattıkları, hayal edebileceğimin ötesindeydi” demişti.

Ama bulantı sadece denizde değil, hayatının ilerleyen yıllarında da karşısına çıkacaktı.

Gemi 1835 yılında Güney Amerika’dan ayrıldıktan sonra Ekvador kıyısından 960 mil açıktaki Galapagos Adaları’na ulaştı.

Darwin küçük volkanik adalardan oluşan Galapagos’a ulaştığında, sanılanın aksine bir “evraka” anı yaşamadı. Orada saka kuşları, kaplumbağalar ve alaycı kuşlar üzerine çalıştı, fakat bulguları bir çıkarım yapabilecek kadar detaylı değildi.

Yine de gözlemlerinin birikimleri yavaşça büyüyordu.

Evrim teorisi oluşmaya başlıyor

1838’e geldiğinde evrime dair fikirleri gelişmeye başladı.

Darwin, o zamanki terminolojiyle, transmutasyonun nasıl gerçekleştiğini görmüştü. Çevrelerine daha uygun hayvanlar daha uzun süre yaşıyor ve daha çok üreyebiliyordu. O zaman evrim “doğal seçilim” yoluyla kendiliğinden gerçekleşmeliydi.

Darwin bu fikri kabullenmekte zorlandı, Hristiyan dünya görüşüne aykırıydı bu.

Dedesi transmutasyon hakkında yazdığı için toplumdan dışlanmıştı, kendisi de aynı sonu yaşamaktan korkuyordu.

Bu yüzden fikirlerini dünyaya açıklamadan önce daha fazla kanıt toplamaya karar verdi. Bu sırada gezilerinde gördüklerini kitaplaştırarak ününü artırdı.

Endişeleri nedeniyle hastalandı

1851’de, kızı Anne’ın hastalanıp öldüğü sene Darwin de hastalandı. Uzun süren bulantılar yaşıyordu.

Hastalığı hayatında sürekli tekrar eden bir öğeye dönüşmüştü.

Bu yüzden dönem dönem uzun süreler tedavi görmesi gerekiyordu.

Darwin’in hastalığının semptomlarını inceleyen tarihçilerin bir kısmı bunun tropik bir hastalık olabileceğini söylüyor. Diğerleri ise bunun psikosomatik bir durum olduğunu, endişeli olduğu dönemlerde semptomların arttığını söylüyor.

Bu yüzden yeni teorisini dünyaya açıklayacağı dönemde sağlığı daha da kötüleşecekti…

Her şeyi başlatan mektup

Haziran 1858’e gelindiğinde Darwin evrim hakkında yarım milyon kelime kaleme almış ama hiçbirini yayınlamamıştı.

Darwin’in hayranı olan ve Beagle gemisiyle yaptığı yolculuktan ilham alan Alfred Russel Wallace, o dönemde benzer bir yolculuğa çıkmaya karar verdi. Gözlemleri sonucunda Darwin’den bağımsız bir şekilde doğal seçilim teorisini buldu ve bunu nasıl paylaşması gerektiği konusunda Darwin’den tavsiye almak için bir mektup gönderdi.

Darwin artık fikirlerini yayınlamazsa tarihe doğal seçilim teorisini geliştiren kişi olarak Wallace’ın geçeceğini fark etti.

Fakat Wallace uzakta bir gemideydi ve kendisiyle iletişime geçmesi mümkün değildi.

Bu Darwin’i etik bir ikilemde bıraktı.

Fikirlerini açıklayıp açıklamama konusunda karar verme acısının yanında bir de Wallace’a adil davranmak için ne yapması gerektiğine karar vermesi gerekiyordu.

1858: Teori açıklanıyor

Darwin sonunda, Temmuz 1858’de çığır açan doğal seçilim yoluyla evrim teorisini açıkladı. Bunu yaparken Wallace’ın da hakkını verdi.

Darwin’in fikirleri Britanya’da dönemin en iyi doğa tarihi topluluğu olan Linnean Society’ye sunuldu. Darwin arkadaşlarıyla konuştuktan sonra hem kendi makalesinin hem de Wallace’ın makalesinin aynı toplantıda açıklanması gerektiğine karar kıldı.

Wallace seyahatinden döndükten sonra Darwin’in davranışını adil buldu.

Teorinin açıklandığı toplantıya gidemeyen tek kişi Wallace değildi: Darwin de 18 aylık oğlunun kızıl hastalığı nedeniyle ölmesi yüzünden o toplantıya gidemedi.

Teorisini açıkladıktan yaklaşık bir yıl sonra, Kasım 1859’da Darwin sonunda teorisini bir kitap halinde yayınladı.

Orijinal adıyla Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni veya Hayat Kavgasında Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine, tarih boyunca yazılmış en önemli kitaplardan biri olacaktı.

Darwin kitabın yazım süreci hakkında, “Cehennemde gibiydim” diyecekti.

Dedesi Erasmus gibi tüm itibarının yok olmasını göze alıyordu.

Kitap yayınlandıktan sonra Kilise ve bazı gazetelerden yoğun eleştiri aldı.

Çoğu insan kitabın ima ettiği şeyden sarsılmıştı: İnsanlar primatlardan geliyordu.

Fakat bazıları, Darwin gibi önemli bir isim söyledikten sonra evrimin kanıtlarını dinlemeye daha istekli hale geldi.

Oxford Üniversitesi’nde evrim tartışmaları

Darwin fikirlerini kamu önünde savunma konusunda isteksizdi. Bunu yapmak diğerlerine, özellikle de genç biyolog Thomas Huxley’e kaldı.

  1. yüzyılda bilimsel konuşmalar toplumda önemli eğlencelerden biriydi ve özellikle de evrim hakkındaki tartışmalar kalabalıkları kendisine çekiyordu.

Huxley’in en meşhur tartışması Bilimin İlerlemesi İçin Britanya Birliği adlı örgütün toplanmalarından birinde oldu.

Pek çokları tarafından bilim ile Tanrı arasında kilit bir savaş olarak görülen bu tartışmada Huxley’in karşısında Piskopos Samuel Wilbertforce, İncil’e göre insanın yaratılışını savunuyordu. Tartışmanın sonunda iki taraf da galibiyet ilan etti.

Haziran 1860’taki bu tartışma Darwin’i efsaneleştiren olaylardan biri haline geldi ve fikirlerinin Victoria dönemi toplumunu nasıl sarstığını gösterdi.

Tedirgin edici miras

Darwin yakın akrabaların çocuk yapması konusunda da bir uyarı yazdı. Fakat bu uyarı botanikle ilgili bir ders kitabının içinde gizliydi.

Darwin kendi evliliğinden endişeleniyordu.

Darwin’in eşi ve kuzeni Emma’dan 10 çocuğu olmuştu ve Darwin adanmış bir babaydı. Ama o güne kadar bir oğlu ve iki kızını kaybetmiş, diğerler çocukları hastalıklarla boğuşmuştu.

Bir orkidenin kendisi tarafından döllenmesi durumunda daha az sağlıklı olduğunu fark etmişti ve ailesinin durumunun sorun yaratabileceğinden endişeleniyordu.

Bu nedenle 1871’deki nüfus sayımında sorulacak sorular arasında kuzen evliliğini de eklemek istedi fakat bu teklif reddedildi.

Kraliçe Victoria da kuzeniyle evlenmişti ve Darwin bir tabuyu daha sorguluyordu.

1869’a gelindiğinde Türlerin Kökeni dünya çapında bir çok satan olmuş, birden fazla baskı yapmıştı.

Darwin her baskıda argümanlarını güçlendirdi. Kendisine yöneltilen eleştirilere cevap verdikçe daha güçlü örnekler ortaya koyuyordu.

  1. baskıda, filozof Herbert Spencer’dan ödünç aldığı “survival of the fittest”, yani çevresel koşullara en uygun olanın hayatta kalması terimini kullandı.

Türkçe’de “en güçlünün hayatta kalması” olarak da kullanılan bu terim kısa süre içinde Darwin’in fikirlerinin tek cümlelik özetine dönüştü.

Doğal seçilim kavramının aksine kutsal bir varlığın bir şeyi seçtiği imasına da sahip değildi.

Darwin o tarihte kendini agnostik olarak görmeye başlamıştı. Agnostiklik bin yıllardır var olsa da, agnostisizm kavramını yaratan da Huxley’di.

Türlerin Kökeni’ni yayınladıktan 12 yıl sonra Darwin ilk kitabında yalnızca ima ettiği fikirlerini açıklama cesaretini buldu ve Şubat 1871’de İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Mahsus Seçilim adlı kitabı yayımlandı.

Kitap dolaysız bir şekilde insan evriminden bahsediyor, Hristiyan tutuculuğa karşı yeni bir cephe açıyordu.

Darwin ilk kitabını yayımladıktan sonra geçen 12 yılda fikirleri kabul görmeye başlamıştı. Victoria çağı toplumu insanların maymunlarla ortak atası olup olmadığı konusunda derinden bölünmüştü fakat saygıdeğer pek çok düşünür Darwin’in fikirlerini destekliyordu.

Son yıllarında inzivaya çekildi

Son yıllarını artan hastalıklarıyla geçiren Darwin son anına kadar çalışmayı bırakmadı.

Son dönemlerini sadece eşi ve birkaç arkadaşını gördüğü bir inziva ile geçirdi.

Din konusunda Eşi Emma ile aralarında ciddi farklılıklar olsa da son aylarında ona Emma baktı.

Gücünün azalmakta olduğunun farkında olan Darwin, mahallesindeki mezarlık için “Dünyadaki en tatlı yer” diyordu.

Ama 19 Nisan 1882’de gözlerini yumduğunda, Huxley’nin daha gösterişli planları vardı.

1727’de Isac Newton’ın gömüldüğü, 2018’de de Stephen Hawking’in gömüldüğü, Londra’nın merkezinde bulunan Westminster Sarayı’nın karşısındaki Westminster Abbey’e, resmi adıyla Aziz Peter Kilisesi’ne gömüldü.