Ulus-devlet anlayışı dinsel ve etnik grupların kimliklerini yok eden, insanlara tek merkezden eğitim veren, herkesi tek merkeze bağlı, aynı dil ve şiveyle konuşturmaya çalışan, tüm etnik farkları yok eden, tek bir dini devlet dini yapan, tek tekleyendir.
Ulus-devletin bu anlayışı toplumun her alanına yansır. Bu durum çok dilin konuşulduğu, birçok din mensubunun yaşadığı toplumlarda sorun oluşturur. Ancak günümüzde Demokratik toplum oluşturma çabası içinde olan farklı kültürel özelliklere sahip insanların bir arada yaşadığı toplumlarda bu asimilasyonist yaklaşım geçerliliğini yitirmiştir.
Çoğulculuk, hem dışlanma hem de asimilasyona karşı bir entegrasyon(uyum) talebi ve kamusal alana katılım iradesi olarak algılanmalıdır. Toplumsal çoğulculuk, katılımın sivil alanda geliştirilmesi, grupların ortak yaşamsallığı, ortak bir toplumsal kültürünün yaratılmasıdır. Çoğulculuk devletin baskıcı gücüne çok fazla başvurmadan, bir toplumun birliğini korumasını kolaylaştırır, istikrar da sağlar. Herkesin kendi dünyasını kurup diğerlerinden kopmasını değil, onlarla daha çok etkileşimi getirir.
Demokratik çoğulcu bir kentin öznesi olması gereken yığınlar içinde etnik, dini, cinsi vd. kimliklere dönüş ve bu karakterde cemaatler teşkiline yönelme eğiliminin güçlenmesi çoğulcu yaşamı imkânsız kılabilecek bir durumdur. Bu durum tespiti aşırı karamsar bulunabilir ve aksine demokratik ve çoğulcu yaklaşımın tam da bu eğilim dikkate alınarak onun yaratabileceği tehlikelere karşı bir çözüm olarak ileri sürülebilir. Buna göre zaten demokratik çoğulcu kent modeli o cemaatleri veri alarak, onların meşruiyetlerini tanıyarak ve aralarında bir birlikte yaşama hukuku, demokratik bir yönetim ve yönetime katılma mekanizmaları oluşturarak farklılıklar arası gerilimi gidermeyi, en azından “barışçıl” mecralara kanalize edebilmeyi sağlayacaktır.
622 yıllında Medine’de yaşayan halklar arasında imzalanan Medeni sözleşmesi İslam âlemi ve bütün dünya toplumları için çoğulculuk açısından güzel bir örnektir. Hz. Muhammed hangi dinden olursa olsun Medine’de yaşayan bütün halkları bir araya getirdi ve “Medine Sözleşmesi” olarak bilinen bir anlaşma yaptı. Anlaşmanın amacı kişilerin barış içinde özgürce yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamaktı. Bu anlaşmaya göre inancı ne olursa olsun Medine’deki tüm halklar barış içinde özgürce yaşayabileceklerdi. Bu anlamda Medine sözleşmesi Medine’de yaşayan Müslümanlar, Yahudiler, Paganlar vd. halklar arasında birlik ve beraberliği, Kent halkı arasında huzur ve refah ortamını sağlamıştır.
Çoğulculuk bir risk midir? Tam tersine insanca yaşamın gereği olan Çoğulculuk uygulanmalıdır. Uygulaması da toplum içinde var olan farklı seslerin duyulmasıyla olmalıdır. Çoğulculuk, Devletçe seçilerek konuşmaları için izin verilenlerin söyledikleri ile değil, çoğulculuğu inkâr edene de söz hakkı tanıyan bir anlayıştır. İnsan onurunu ve mutluluğunu temel alan bu insan hakkı yaklaşımı ülkeyi de güçlendirecek büyük bir olasılıktır. Ancak özgürlük aynı zamanda riskli bir uygulamadır ve risk almak istemeyenler otoriter ve kısıtlayıcı rejimleri tercih ederler. Çağdaş demokratik bir toplum bu riskleri üstlenmek durumundadır. Bu risklerin sonucu birlikte yaşamak, ünlü şair Nazım Hikmet’in Davet şiirinde dediği gibi “yaşamak bir ağaç gibi hür bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…”
- Köy Enstitülerinin Eğitimdeki Rolü ve Günümüz İhtiyacı - 16 Aralık 2024
- Türkiye’de Bir Yıl İçerisinde En Az 66 Çocuk İş Yerlerinde Hayatını Kaybetti - 7 Aralık 2024
- Erkeklik: Geleneksel Kalıpların Eleştirisi - 30 Kasım 2024