“Aşkı bildiğin ölçüde aşık olursun” der efsanevi büyücü Merlin, çocukluğundan beri eğittiği Kral Arthur’a.
Çünkü aşk, bir duygu olarak hissedilse de aslında duygudan daha güçlü bir şeydir. O, doğanın bir gücüdür, bu yüzden saf gerçeği barındırmalıdır ve o saf gerçek de ancak kişi kendini bildiğinde ortaya çıkar.
Aşk, insanların sahip olma isteği ile başlayan ve giderek bağımlılığa dönüşen bir hastalık gibi yaşanır genelde. Sahip olma isteğini yaratan ise içteki boşluk hissidir ve herkes bu hisle, yani kendi sevgisizliğiyle yüzleşmemek için o boşluğu bir başkasının varlığıyla doldurmaya çalışır. Diğer bir deyişle, aşkın temelini ihtiyaç duygusu oluşturur. Ayrılıkların ve aldatmaların acı vermesinin nedeni de budur zaten.
Merlin, “Siz ölümlüler, başka birine tamamıyla bağımlı olmaya aşk diyorsunuz. Fantazileriniz ya birini tamamıyla sahiplenmek ya da tamamıyla sahiplenilmek. ‘Seni, benim olduğun için seviyorum’ dendiğinde bir koşul ortaya çıkar. Böyle bir aşk her zaman ‘ben’, ‘beni’, ‘benim’ diye düşnen egonun bir parçasıdır. Ancak büyücüler hiçbir bağımlılık ya da sahiplenme olmamasına aşk derler. Onlar daima aşk nehrinin içinde yüzerler, her daim aşkı yaşar ve hissederler” der.
Saf aşkı yaşayabilmek için bir başkasının onarmasını beklediğimiz hiçbir gizli zayıflığımızın ya da yaramızın olmaması gerekir. Aksi takdirde hormonlar çekilip ilk anların büyüsü kaybolduğunda gerçek ortaya çıkar, zayıflıklar çöküşe neden olurken yaralar yeniden acır; çünkü değişen aşk duygusu her zaman zıddını da içerir, en güçlü aşk bile aynı güçte nefreti gizler.
Aşkı gerçek anlamıyla yaşayan ve tanımlayan tüm “büyücü”ler insanın önce kendisini sevmesi gerektiğini söylerler. Kendini sevmek; benliğini, yani ruhunu sevmektir. Kişi, binlerce anıyla dolu geçmişine dürüstçe baktığında kocaman bir çöplük görür. Utanç, suçluluk, güvensizlik, nefret, dargınlık, içerleme, reddedilme duygularıyla dolu olan bu çöplük temizlenmedikçe insanın kendisini sevmesi mümkün değildir. Hal bu iken, bir başkasını gerçek anlamda sevmesi de imkansızdır.
Ne çare ki, insanlar kendilerini sevmeden bir başkasını sevmeye çalışırlar daima ve kapıldıkları cinsel çekimi aşk zannettiklerinde, içine düştükleri ilüzyonun etkisiyle “Biz bir elmanın iki yarısı gibiyiz” derler. Yaşadıkları duygunun geçersizliğini anlayamayacak denli yerden kesilmiştir ayakları ve gerçek aşkın iki yarım değil, iki tam ile mümkün olduğunu anlamaktan çok uzaktırlar.
Karşısındakinin varlığı ile tamamlanacağını ummak kişiye hayal kırıklığından başka bir şey getirmez. Aksine, beklentiyi artırır ve zaman içinde “aşk” dedikleri duygu hormonlarla birlikte erir gider. Kimileri ise anlaşmak olarak görür aşkı; renklerin, zevklerin uyumu olarak… Oysaki aşkın büyüsü nedensizliğindedir ve en değerli besini de koşulsuzluktur. Koşullu aşk tükenirken tüketir, koşulsuz olan ise çoğalırken besler.
Aşkı hissetmenin ötesinde, kendileri aşkın ta kendisi olanlar tüm hayata yansıtırlar bu aşkı ve çevrelerindeki herkesi, her şeyi aşkla sarıp sarmalarlar. Sıradan insanların bencilce yaşadığı aşkların dar alanlarında değil, evrenin sonsuzluğunda hissederler aşklarını. O aşkla nefes alıp verir, o aşkla konuşur, o aşkla görür, duyar, dokunurlar. O aşkla yaratır ve üretirler. Mucizeleri o aşkla gerçekleştirirler. Onlar gerçek birer “büyücü”dürler.
“Aşk basit bir his değil, evrensel bir güçtür. Kendini bilirsen bir gün aşkı da bilirsin. İşte o zaman her duygunun kılık değiştirmiş aşk olduğunu da görürsün. En olumsuz hislerin bile aşka geri dönmenin bozuk yolları olduğunu anlarsın. O yüzden kendinle yüzleşmekten, anılarının karanlık dehlizlerinde kaybolmaktan ve içindeki çöplüğe dalmaktan korkma. Aşk orada seni bekliyor”
- İnsanlık Adına Utanıyorum - 25 Temmuz 2024
- Zihinsel Obezite - 20 Haziran 2024
- “Hayatımı Yazsam Roman Olur” - 25 Mayıs 2024