Belki de Unuttuysak Utanmayı!

Gün başlamadan bir “anafikir” bulmuştum ölüme…
Yok, pardon “günüme”…
UTANMAK…
Konu buydu sanırım…
Utanabiliyor musunuz?
Utanmak…
Yüreğin kekelemesi hali… Utanma insanın kendini “emin” bir yere koyamama hali gibi.
Bazen gururunun ve dürüstlük duygusunun her an farkında olan biri, kendi standartlarının uzağına düşen bir durumda kaldığını görünce yüzü kızarır… Bir pot kırmanın verdiği utanç olabildiği gibi kimsenin fark etmediği bir yanlışından utanabilir insan… Yaptığı bir aptallıktan, aklına gelen düşüncelerden ya da başkalarının davranışlarının yerine utanabilir insan… Hatta bazen öyle bir utanır ki yıllar boyunca o saçma şey aklına geldikçe o andaymış gibi kızarır, bozarır kendi kendine… İlkokulda yanlışlıkla kırdığım vazo, sevgilinin okyanustan çıkıp gelmiş zar gibi incecik deniz kabuğu…
Ve beni kendimden utandırdığınız anlar…
Tecavüz edilen altı aylık, iki, üç yaşında bebekler, tecavüzcüsüyle baş başa kalıp iliklerine kadar korkup, canı yanıp ölmüş çocuklar… Bir bombada, bir savaşta ve hatta barışta gözünü, elini, ayağını, yaşamını kaybeden çocuklar… Aç yatan çocuklar… Dayak yiyen çocuklar… Bir bottan denizin ortasına saçılmış, ölüsü bile üşümüş çocuklar…
Çocuklardan utanıyorum ben en çok…
Memleket burası ise utanacak öyle çok şey var ki…

Utanmazca, yüz kızarmadan söylenen yalanlar, iktidar kavgaları, yapılamayan seçimler, gayri demokratik adalet sistemi, gelir eşitsizliği, insanların hak ve özgürlüklerini kendi gücünü, parasını arttırmak için gasp edenler… Cinayetlerine kılıf bulanlar…
“Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!”
Şöyle düşündürdü bugün;
– Utanmak, nedir?
– Kim yaptı ki bütün bunları… Ben utandım, olanlardan.
Utanmak; yapılmış bir yanlışla, günahla ilgili bir şey değil.
Benim bahsettiğim öyle bir utanmak değil en azından. Anlatması çok zor bir şeyden bahsetmiyorum aslında.
Cinsellikle ilgili bir utanmadan bahsetmiyorum.
Sosyal olmakla ilgili bir utanmadan bahsetmiyorum.
Yanlış bir şey yapmanın sonuçlarından bahsetmiyorum.
Mahcubiyetten, çekingenlikten, pişmanlıktan bahsetmiyorum.
Bile isteye yapılan rezilliklerinden, şuursuzluklarından, yanlışlarından utanıyorum…
Utanmak; cebinizden çıkan başka birine ait bir eşya gibi…
Siz almadınız, çalmadınız… Suç yok. Ama orada işte…
Tek cümlelik bir eşyaydı cebimden çıkan. Bir yolunu bulurum ben onu kaybetmenin… Hoş kaybetsem de başka bir yerden çıkıyor… Benim değil kardeşim… Cebimden çıkan cümle…
Suç; bugün utanılacak şey yapmak değil… Utanmak.
“Utangaçlık bencilliğin bir şekli, insanın tutkusunun gücüne karşı koyabilmesinin çaresidir.”
Utangaçlığı yenmemizi, yok saymamamızı isteyen bir dünya var!
Utanma yap, utanma git, utanma giy, utanma söyle!
Oysa ben bu kadar kötülüğün içinde kalmaktan, insan olmanın kıyısından geçememişlerle aynı havayı solumaktan, duyarlılıktan nasibini almamış, etliye sütlüye karışmayan, bencilleri görmekten, gencecik insanların hiç uğruna ölmesinden, siyasetten, politikadan, kirli oyunlardan, terörden, savaşlardan, para, din, güç diye bağırıp ortalığı kan gölüne çevirenlerden, ölen çocuklardan, yetim kalan, öksüz kalan evlatlardan, onlara oyun oynatamayıp, güzel bir dünya verememekten, kaygılanmaktan, yorulmaktan, elden hiç bir şey gelmemesinden, gitgide daha da boka batmaktan utanç duyuyorum…
Utanmak konusunda yazdığımı fark edince 25 kırmızı yanak gücünde utanılması gereken bütün bu zavallılıkları halen pişkince sanki iyi bir şeymişçesine yapan herkesten, kendimden dâhil…
Utandım.
Unutmamışsam….

Emine AKI
Latest posts by Emine AKI (see all)