Üniversiteyi şehre bağlayan akşam üstü yolunun kalabalığında yol almaya çalışırken tanımaya başlamıştım onu. Hayattan bir gün daha koparmış olmanın mahmur yorgunluğunda bakışıp gülüşürken birbirine karışan buğulu nefeslerimiz gibi, yavaş yavaş yakınlaşmıştık birbirimize soğuk kış akşamlarında. Yakınlaştıkça fark etmiş, fark ettikçe sevmiştik birbirimizi. En gizli boşluklarımızı sadece birbirimize göstermek istediğimizi sezinlediğimizde ise çoktan tutulmuştuk birbirimize.
O da cümleleri en olmadık yerinde yarım bırakıp anlaşılarak tamamlanmayı severdi benim gibi. En çok onu bağlaçlarla tamamlamayı mı sevdim, beni virgüllerle, soru işaretleriyle belirsizce tamamlamasına mı vuruldum.
Yoksa bu ikisi aynı şey miydi?
Gittiği günden beri hiç bilemedim.
Onu kaybetmeye ise yaşadığımız kentleri birbirine bağlayan ve ayrı geçen her günün sonunda daha da uzayan yollarda başlamıştım. En çok o mu sıkıldı sonu gelmeyen tamamlamalarımdan, ben mi dayanamaz oldum soru işaretlerine, virgüllere…? Yoksa aynı şey miydi bu ikisi de? Bildiğim bir şey vardı ki, tamamlaya tamamlaya, birer birer tüketmiştik gizli boşluklarımızı.
Adına aşk denilen titreşimi, bilinmezliğin gizemi mi başlatır, ya da o titreşim sessizce hep vardır da gizemin merak ettiren gücü müdür titreşimi güçlendirip ayyuka çıkaran?
Yoksa bu ikisi zaten aynı şey midir?
Bilmem ki…
Onca muhteşem tamamlanışın ardından, tek özneli aşk cümleleri yerlerini iki yalnız özneli cümlelere bırakınca kalbimin ve zihnimin derinliklerinde acı veren, kocaman bir boşluk açıldı. Kıştı, soğuktu ve odamın içinde başıboş dağılıyordu nefesimin buğusu. Boşluğa düşer gibi düştüğüm yatağımda, mevsimlerin bakışarak, gülüşerek yakınlaşmalarını, birbirlerini tamamladıktan sonra ayrılışlarını izledim kalın perdenin altından aylar boyunca.
Kâh üşüdüm, kâh yandım… Sonbahar yağmurları iyi geldi; kâh ağladım, kâh yıkandım… Derken… Bütün soruların ve yanıtların aynı şey olduğunu kabullenmeyi nihayet başardığımda doğruldum yatağımın içinde mevsimler sonra. Kırgın kalbime, aklımı erdiremediğim nedensizliklere rağmen ayağa kalkmalıydım artık, bir kere daha başlamalıydım.
“Nasıl olacak peki bu?” diye içten içe korkarak sordum kendime. Belirsiz bir tebessüm dudaklarımın sol köşesini hafifçe yukarı kıvırırken korkumun arkasına saklanmış bilinmezliğin davetkar tadını duyumsadım.
Baktım ki cümlem yarım kalmış yine. Tamamlanmalıydım. Kalktım. Yola koyuldum…
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- Doğruluk mu? Cesaret mi? – Elif Demirbaş Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023