Aşıklar ve Zakirler ne söyler?

Müzik ve Alevilik iddia edildiÄŸi gibi ayrılmaz bir ikili midir? Daha da somut ifade edecek olursak, bu inancı anlamak istiyorsak onun deyiÅŸlerine veya nefeslerine kulak vermek yeterli midir? Birçok kiÅŸi tarafından olumlu cevaplandıralacak bu soruları yöneltmeme, UlaÅŸ Özdemir’in Senden Gayrı Ãşık mı Yoktur (20. yüzyıl âşık portreleri) ve Kimlik, Ritüel, Müzik Ä°crası (Ä°stanbul Cemevlerinde Zakirlik Hizmeti) kitapları vesile oldu.

Aslında Alevi müziÄŸi hakkında en son yazacak kiÅŸilerden birisi benim; çünkü, bu gelenekle kulak misafiri olma ötesinde fazla bir yakınlığım olmadı.  En azından 1980’li yıllardan itibaren hayatımıza popüler araçlar sayesinde bir ÅŸekliyle dahil olanlarla, olmadı. BaÅŸlangıçta sözleri anlamak için çaba sarf ettim. Yaşım henüz küçüktü. Biraz anlayacak duruma geldiÄŸimde ise, bu sefer sözler deÄŸil söyleyenler ve icra edilen ortamlar ilgimi çekti.

Çok uzun bir dönem yalnızca belirli bir mekan ve zamana baÄŸlı olarak sürdürülmüş bu geleneÄŸin, kendisine tamamen yabancı ortamlara bu kadar kısa bir süre içinde nasıl taşındığını izlemek gerçekten ÅŸaşırtıcıydı.  O aralar bunun muhtemelen 1980 ve sonrası yaÅŸananlarla alakalı olabileceÄŸini düşündüm. Kolay bir açıklama olduÄŸunu biliyordum. Åžimdi, aradan onca yıl geçtikten sonra, UlaÅŸ Özdemir’in kitaplarını okurken bunun gerçekten hazır ve kolay bir izah olduÄŸunu görüyorum.

Senden Gayrı Ãşık mı Yoktur 1980’lere kadar müzik dünyasında neler yaÅŸandığını aşıklar penceresinden bakmak isteyenler için epey malzeme sunuyor. Kitap, 20. yüzyılda yaÅŸamış Aşık Veysel, Davut Sulari, Nesimi

Çimen, Ä°hsani, NeÅŸat ErtaÅŸ, Ali Ekber Çiçek, Mahzuni Åžerif gibi son kuÅŸak ünlü aşıkların portrelerinden oluÅŸuyor. Portrelerin bazılarında bizzat bu kiÅŸilerle 1990’ların sonlarında yazarın yaptığı röportajlar da yer almaktadır. Portreler, aynı zamanda, aşıkların 1950’lerden itibaren geleneksel sınırlarını ve referanslarını nasıl terk edip ÅŸehirleÅŸmeye çalıştıkları ve Türkiye genelinde tanınma çabası içine girdikleri süreç hakkında da bilgi sunuyor.

Aşıklık yalnızca Alevilere ait bir gelenek olmasa da, kitapta tanıtılanların ezici çoÄŸunluÄŸu Alevi inancına mensup. Alevi aşıkların önemli bir bölümü ise Sivas, MaraÅŸ ve Erzincan kökenliler ve haliyle tümünü ÅŸekillendiren yapı bu bölgelerde hakim Alevi gelenekleri ve iliÅŸkileri olmuÅŸ. Buna raÄŸmen, birkaçı dışında, çoÄŸunluÄŸun geliÅŸiminde bu inancın rolünün gittikçe azaldığını da söylemek mümkün. Aksine, 1950’lerden itibaren Türkiye’nin tanıyacağı bu aşıkların yönlerini çevirdikleri kapı, Alevi inancı ile fazla bir alakası olmayan bir adrese ait.

Hepsinin hikayesinde Anakara’da 1947 yılında TRT bünyesinde kurulan Yurttan Sesler adlı radyo programıyla karşılaÅŸmak, düşünmeye deÄŸer. Programın sorumlusu olan Muzaffer Sarısözen ve ona ulaÅŸmanın en önemli durağı Fikret Otyam da ilginç ÅŸahsiyetler. Zaten portrelerden birisinin Fikret Otyam’a ayrılmış olması da onun bu süreçte oynadığı rolü göstermesi açısından önemli. Yurttan Sesler‘e dahil olmanın ne kadar etkili olabileceÄŸini Ali Ekber Çiçek’in ÅŸu ifadelerinden anlamak mümkün: ”Radyo üslubumuz baÅŸkadır bizim. Öyle Unkapanı’ndaki plakçılar gibi deÄŸil. Radyonun bir disiplini, bir gerçeÄŸi vardır. Çünkü biz orada kültür yayınlıyoruz.” (s. 156)

1960’lı yıllar aynı zamanda sosyal ve politik deÄŸiÅŸimlerin yaÅŸanacağı bir dönemin baÅŸlangıcıdır. Davut Sulari gibi birkaç istisna dışında, aşıkların önemli bir bölümü bu sürece dahil olacak ve bazıları da (Ä°hsani, Nesimi Çimen, Mahzuni Åžerif gibi) Türkiye İşçi Partisi’nin (TÄ°P) çalışmalarına aktif olarak katılacaklardır. Sol siyaset onları Selda BaÄŸcan, Cem Karaca gibi protest muzik temsilcileriyle yan yana getirecek ve Mahzuni’nin ifade ettiÄŸi gibi, geriye dönüşü olmayan bir süreci baÅŸlatacaktır: ”60’lı yıllar benim Alevicilik yaptığım, sövenliÄŸimin zirvesinde olduÄŸum en katı yıllardır. Ancak Mehmet Ali Aybar tarafından 1963 yılında TÄ°P’in Çankaya gençlik koluna davet edilmemle benim zümrecilik ve mezhepçilik anlayışım tamamen deÄŸiÅŸmiÅŸti. Aşık Ä°hsani’yle birlikte baÅŸka bir kavganın safında yer almaya baÅŸlamıştım…” (s. 78) O kavgaya girildÄŸinde nasıl bir ruh haline sahip olunduÄŸunu da Ä°hsani’den öğreniyoruz: ”O günlerde Nimet Arzık’ın yanındaydık. Onu teselli ediyorduk. Çünkü biz eskiydik. Yani cahildik sırılsıklam. Nimet Arzık ise güzel bir kadındı ve yepyeniydi. Biz de piskolojik olarak yeniliÄŸi istiyorduk.” (s. 43)

Peki, bu kadar heyecan onları arzuladıkları yerlere gelmelerine yetiyor mu? Ä°simlerinin biliniyor olmasının dışında olumlu yanıt vermek çok zor. Daha da ötesi, çoÄŸunun hayatı yargılamalar, hapishaneler, yoksulluklar ve acı ölümlere tanıklık ediyor. Mahmut Erdal bu durumu  ”ne sazımız dinlendi ne sözümüz”  diye özetliyor (s. 145). Buna raÄŸmen, geldikleri topluluk açısından bir etkileri oluyor. Aşıklık geleneÄŸinin son temsilcileri, niyetleri ne olursa olsun, 1980’li yıllardan itibaren tanıklık edeceÄŸimiz ortamların, bir yerde hazırlayıcısı da oluyorlar. Bunu anlayabilmek için UlaÅŸ Özdemir’in ikinci kitabına bakmamız lazım.

Erdal GEZÄ°K
Latest posts by Erdal GEZÄ°K (see all)