“Öğretenlerin otoritesi genellikle
öğrenmek isteyenlerin önünde engeldir.”[2]
Geçen gün padişahın biri – rüyasında görmüş olmalı- “TEOG kaldırıla” buyurdu… Eğitimden sorumlu vezir, o saat çalışmaları başlattığını açıkladı. Hiç kimse nasıl olacağını bilmiyordu, ama 2018 yılında temel öğretimden orta öğretime, başka bir sistemle geçilecekti… İstim arkadan geliyordu nasıl olsa… Üstelik de TEOG’u kendilerinin getirmiş olmasının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu. “Reis” öyle münasip görmüştü, o kadar…
AKP 15 yıllık iktidarı boyunca eğitim sistemini onlarca kez değiştirdi. Bu değişikliklerin hiçbirinde pedagogların, eğitimcilerin, eğitim bilimcilerin, bilim insanlarının, ne bileyim, iktisatçıların vb. görüşleri sorulmadı, dikkate alınmadı – yandaş sendika ve vakıfların kız ve erkek öğrencileri olabildiğince birbirinden uzak tutma konusundaki hastalıklı takıntılarını saymazsak…
Peki, AKP Türkiyesi’nin eğitim politikaları hepten mi dümenden yoksun? Hepten mi “devletlûlar”ın kapris ve heveslerine göre bir o yana, bir bu yana bükülüyor? Kanımca hayır.
Şu saptamayı yapmak gerekli: yıllardır hızla tek adam rejimine doğru ilerleyen Türkiye’de eğitimin düzenlenişinde, “nasıl bir gençlik, nasıl bir eğitim sistemi, ülkenin orta ve uzun vadedeki ihtiyaçları nelerdir, günümüz teknolojik ve bilimsel gelişmelerine nasıl ayak uyduracağız” gibi, eğitimin doğasına içkin sorular yerine, “Reis” ve partisinin, “dindar ve kindar nesiller” yetiştirme, Türkiye’yi İslâmcı bir Ortadoğu ülkesine dönüştüren “rövanş”ı (yüz yıl öncesinin, İslâmcı tarz-ı siyasetiyle Batıcı/Türkçü/modernist esinleri birbirine karan ve nihai ifadesini Kemalist kuruluşta bulan yöneliş arasındaki mücadelede İslâmcılığın uğradığı yenilginin rövanşı) gerçekleştirme hayalleri etkin görünüyor.
AKP’nin, küresel bir iktisadi korsanlık girişimi olan neo-liberalizmi iliklerine kadar özümsemiş bir parti olduğundan bir an için kuşku duymuyorum. Nitekim, bu yönde Türkiye’nin “sosyal devlet” olma arzusundan vaz geçtiği 12 Eylül darbesinden bu yana en gözükara girişimleri gerçekleştirdiği söylenebilir: özelleştirmeler, taşeronlaşma, işçi sınıfının hak ve kazanımlarının yağmalanması, sosyal hakların gaspı, ülkenin her kuytusunu yabancı sermaye talanına ardına kadar açmak, vb. vb. açısından…
Ancak bunun yanısıra bir başka şeyi daha yapıyor “Reis” ve partisi: ülke içinde sermaye transferi gerçekleştiriyor: “Laik” kesimden İslâmcı kesime, “Batıcı” burjuvaziden “Anadolu Kaplanları”na.
Yani AKP’nin yaptığına, mükemmelen “İslâmcı neo-liberalizm” ya da “neo-liberal İslâmcılık” denilebilir.
Aslına bakarsanız, iktisadi-siyasal-toplumsal yaşamın her alanında bu el yordamıyla, bocalaya bocalaya ilerleyiş içerisindeki temel motivasyon bu: küresel piyasa ekonomisine, bu kez Batı kanalıyla değil, Batılı-olmayan bir mihver (İslâm-Arap dünyası? Rusya-Çin ekseni? Türki cumhuriyetler?) aracılığıyla eklemlenmiş müteahhit ve Müslüman bir Türkiye biçimlendirme hayali…
Bu hayal, hiç kuşkusuz eğitim alanında bilim, teknoloji, sosyal bilimler, sanat, sorun çözme, iletişim, ekip çalışması, liderlik yetileri vb. açılardan “zehir gibi”, PISA’da zirve yapan kuşaklar yetiştirme hedefinden feragati olanaklı kılıyor. Nitekim, 2013 yılında, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ağzından kaçırıvermiş miydi: “Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor. Şimdi Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? (…) Ara teknik eleman ülkesiyiz biz…”
Bir başka deyişle, AKP’nin 2023, 2071 ya da her ne ise, eğitim vizyonunu, bir yandan gelecek kuşakları iman esasları doğrultusunda biçimlendirerek imal edilen “dindar ve kindar nesiller” eliyle girişilen rota değişikliğini, yani Türkiye kapitalizminin Batıcı modernleşme projesinden kopuşunu güvence altına almak; bir yandan da hem eğitimi bir “sosyal devlet görevi” olmaktan çıkartıp (yandaş sermayenin at oynatabileceği) bir kâr kapısı hâline getirmek, ve aynı zamanda yerli, milli ve taşeron kapitalizmine gövdelerini yakıt edecek ucuz, biat-yönelimli, otomat emekçileri yetiştirmek oluşturuyor. Topyekûn imam-hatipleştirilmiş bir eğitim, her iki motif için de yeter de artar bile… (Son TEOG değişikliğinin böyle bir projenin ön-hazırlığı olduğu kanısı var bende…)
Devletin yükümlülüğü altında bulunan ilk ve orta öğrenim alanının ve öğrenci yurtlarının vakıflar (TURGEV; Ensar, İlim Yayma, Birlik…) eliyle neredeyse tümüyle cemaatlerin eline terk edilmesi, müfredata müdahalelerle seküler konuların daraltılıp dinsel konuların yoğunlaştırılması, (evrim kuramının kaldırılması, cihadın bir “dinsel görev” olarak sunulması, el kadar çocuklara “erkek ailenin reisidir, kadın kocaya itaat eder, kızların küçük yaşta evlendirilmesi adetlerimizdendir” vb. telkinler …) öğrencilerin giyim-kuşamına yönelik müdahaleler, karma öğrenimin sonlandırılması yönünde adımlar… ve daha niceleri, AKP’nin “vasat, vasıfsız, itaatkâr, kanaatkâr, maneviyatçı” kuşaklar yetiştirme projesinin adımları.
Tutar mı? Şunu görmek gerek; bu iktidar bir yandan bu toplumun bilincindeki çökeltileri yüzeye çıkartıp değer kazandırırken, toplumsal vasatı bir hayli aşağılara çekti. “Batıcı/modernist” Türkiye için cehalet, utanılacak bir şeydi örneğin. Bugün ise üniversite diploması “meçhul” bir cumhurbaşkanının toplumsal hayatın her alanına hükmettiği, YÖK üyelerinin cehalete övgüler yağdırdığı ortamda, artık okumuşluk bir aşağılanma, itilip kakılma vesilesi. Ya da kadın düşmanlığı “özel alan”dan hızla kamusal alana doğru sirayet ederken, kadın cellâtları (“bir erkeğe işveli işveli saati sordu, çektim vurdum”, “rüyamda striptiz yapıyordu, bıçakladım”, “dinimize aykırı giyinmişti, tekmeledim”…) kamu görevlilerinden neredeyse kahraman muamelesi görüyor. Sanatçılar, bilim insanları, aydınlar, gerçek gazeteciler, ya cezaevinde, ya denetimli serbestlikte, ya da işsizliğe mahkûm iken, “Fikir üretmek kolay değil. Misal ben… en iyi fikirler aklıma bulaşık yıkarken gelir” kıvamında bir bilgi ve zekâ düzeyi, Cumhurbaşkanı “başdanışmanı” vasfıyla el üstünde tutuluyor…
Evet, AKP kendinden hoşnut bir cehaletin sırtını, “Reis”inin ağzından “kendi kültürüne yabancılaşmış, ihanet içindeki aydınlar”a salvo (dolayısıyla da kendi iktidarına ideolojik destek) için sıvazlarken, “vasat”ın gururunu okşuyor; onun kendisini “memleketin gerçek sahibi” olarak görmesine destek oluyor. Kendisini böyle bir kültürel biçimleniş içerisinde “evinde” hisseden bir siyasal yönelimin eğitim politikasından fazlasını beklemek, abes olacaktır.
Önemli olan, bu toprakların, toplumun geleceğini başka türlü düşleyenlerin, önlerine konulana -korku belası- razı olup olmayacakları. Aslına bakarsanız bu coğrafyanın geleceğini, muhalif güçlerin karşı çıkabilme kapasitesi ve yetisi ile ödemeyi göze alabileceği bedeller belirleyecek. İki eğitimci, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişinin, bu açıdan son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
N O T L A R
[1] Halkın Günlüğü, Yıl:1, No:6, 1-15 Ekim 2017…
[2] Cicero.
- Saraylı Kadınlarla Bir 8 Mart Söyleşisi* - 12 Mart 2023
- Politikayı sokaktan öğrenmek* - 11 Haziran 2022
- Kadınlar ve Emek Mücadelesi – Sadece “Üretimden Gelen Güç mü?” - 3 Nisan 2022