AKP-MHP: Neyin ittifakı?

AKP ve MHP milletvekillerinin verdikleri Kanun Teklifiyle birlikte Türkiye’nin, bir –eskilerin ifadesiyle- “seçim sath-ı mailine” girdiğini söyleyebiliriz. Önce, Türkiye’nin önündeki seçim trafiğine bir bakalım. Son yerel seçim, 30 Mart 2014’te yapılmıştı. Yasa, yerel seçimlerin 5 yılda bir yapılması gerektiği yönünde. Yani önümüzdeki yerel seçimin, en geç 2019 yılı başlarında düzenlenmesi gerekiyor.  Aynı yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri de yapılacak. Erdoğan, Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçilmişti. En geç, 2019’un Ağustos ayında bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’yi bekliyor. Genel Seçimler ise Kasım 2015’te yapılmıştı. 2007’deki Anayasa değişikliği ile Genel Seçim dönemleri 5 yıldan 4 yıla indirildiği için 2019 yılı Kasım ayında yine sandığa gidilmesi gerekiyor. Özetleyelim Türkiye’yi 2019 yılında 3 seçim bekliyor önce yerel, sonra Cumhurbaşkanlığı en son da genel seçimler.

Bu seçimlerin ne bu tarihlerde, ne de bu sırayla gerçekleştirilebileceğini garanti etmek mümkün. Her an bir erken seçim gündeme gelebileceği gibi, seçimlerin sıralaması da rahatlıkla değişebilecektir. Aslında gelin dürüst olalım, iktidar bloku için de, muhalefet partileri için de, önlerindeki süreçte üç ayrı seçim varmış gibi görünse de aslında tek ama tek bir seçim var: “Erdoğan Seçimleri”.

Erdoğan Seçimleri o kadar Tayyip Erdoğan’ın kişiliğine endekslenmiş durumda ki, buna bir Cumhurbaşkanlığı seçimi demekte bile zorlanıyoruz: Hadi AKP’nin kendi Genel Başkanı’nı yeniden Cumhurbaşkanı seçtirmek için çabalamasını anladık diyelim. Örneğin MHP için de sorun kendi adayını, olmadı milliyetçi-muhafazakâr “bir” kişiyi Cumhurbaşkanlığı mevkiine taşımak değil: sadece Erdoğan’ı oraya taşımak. Çünkü Devlet Bahçeli de tüm politik kariyerinin sadece ve sadece Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilip seçilmemesine bağlı olduğunun farkında; başka bir milliyetçi muhafazakâr, hatta MHP üyesi bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesinde değil.

Diğer muhalefet partileri için de “başarı”nın kıstası, kendi ya da kendi politik çizgilerine yakın duran bir isimlerinin Cumhurbaşkanlığına seçilmesi değil; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçtirilmemesi ile ilgili. CHP içinde bile Abdullah Gül isminin tekrar telaffuz edilmeye başlanmasını başka nasıl okuyabiliriz? Nitekim CHP içinden, Erdoğan olmadıktan sonra Abdullah Gül’e razı olabilecek olacak (geniş değilse de) bir kesimin olduğu aşikâr.  Saadet Partisi ve İyi Parti için de durum pek farklı değil. HDP’nin durumu ise diğer muhalefet partilerinden biraz olsun farklı. Eş Genel Başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanan, kriminalize edilen, parlamento dışında tutulmak için çabalanan parti için önümüzdeki süreç, politik “var”lığını, meşruluğunu gösterme ve onu yeniden test etmenin bir manivelası olacak.

HDP Adana Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Meral Danış Beştaş’ın AKP-MHP ittifakının tartışıldığı komisyondaki sözleri de bu yönde okunabilir. 27 Şubat’ta öğleden sonra toplanan TBMM Anayasa Komisyonu’nda söz alan Bektaş’ın, “Doğrusu bir seçim ittifakı üzerine, Seçim Yasası’nda yapılacak değişiklikleri konuşmaya başlıyoruz, başladık ama… Biz bir yandan halk iradesini, seçim güvenliğini, seçim yöntemlerini, halkın demokratik işleyişe daha fazla katılmasını değerlendirirken maalesef yargı kararlarıyla milletvekillerimize sınır tanımadan, hiçbir hukuk kuralına uymadan, tümüyle subjektif siyasi gerekçelerle yargılamalarda ceza verilmeye devam ediliyor ve bu cezalar neticesinde milletvekilliklerimiz düşürülüyor…. Yargı, Hükûmetin, Cumhurbaşkanlığının, bakanların, tek tek iktidar partisi üyelerinin HDP’ye yönelik ötekileştirici, kriminalize edici, dışlayıcı, terörize edici, suçlayıcı beyanları yargı üzerinde en temel baskıyı ve talimatı oluşturuyor.” şeklindeki sözleri de bu durumun altını çizmektedir.

Türkiye’nin önündeki süreçte, aslında üç ayrı seçim varmış gibi görünse de aslında tek bir seçimin olduğunun; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ise tamamen Erdoğan’ın seçilmesi-seçilmemesi ikilemine indirgendiğinin altını iyice çizmek gerekiyor.  Bu, önümüzdeki süreçte, genel ve yerel seçimlerinin kendi bağlamları ile değil, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine olan etkileri bağlamında ele alınacağını vurgulamak için de gayet önemli. Seçimlerin sıralama ve takvimlerindeki olası değişiklikler ya da bir erken seçim tartışması da genel/yerel seçimlerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin etkisi, bu seçimlerde izlenecek stratejinin bir parçası olarak gündeme geleceklerdir.

AKP-MHP bloğunun önündeki süreç, hiç de kolay bir süreç değil; Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin çantada keklik görülmediği de açık.  298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin Erdoğan’ın yeniden seçilebilmesi için alınan bir “tedbir”  olmadığını da söylemek gerekiyor.

Tedbirden kastım şudur: Kanun teklifi ile Erdoğan’ın yeniden seçilmesi sürecindeki pürüzler ortadan kaldırılmaya, zaten seçilebilecek güçte olan bir adayın işi kolaylaştırmaya çalışılmıyor; mevcut konjoktürde yeniden seçilmesi neredeyse imkânsız görülen Erdoğan’ın yeniden seçilebilmesi için tüm kartlar yeniden dağıtılmaya, yeni yollar inşa edilmeye çalışılıyor.

Bunun tek yolunun, adı konulmamış bir “milliyetçi cephe” koalisyonu olduğu da besbelli. AKP-MHP ittifakı, şu an için,  bu cepheyi tesis edebilmekten uzak.

AKP-MHP ittifakı ve gevşek milliyetçi cephe koalisyonu tartışmalarını önümüzdeki Pazarlara bırakmak en iyisi.

Mete Kaan KAYNAR