Ak Koyun Kara Koyun

Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir.

Şükrü Erbaş

Bizler ne zaman böyle olduk?” sorusunu sorup dururuz. Sanki geçmişimizde bilinmeyen, karanlıkta kalmış, açıklanması imkansız bir bölüm varmış gibi!

Soruyu sorarken de kullandığımız “biz” öznesinin içerisine bir türlü kendimizi de yerleştirmeyi bilemeyiz ya da kendimize yediremeyiz. “Biz” derken toplumu kastederiz ama onun içinde bulunmayız!

Aynı durum, “halkımız” derken de geçerlidir. Kelime içerisinde barındığımız toplumu işaret ederken, o toplumun dışına çıkarak kullanırız kelimeyi. Kelimeyi kullananlar olarak, kelimenin içerisine oturamayız!

Kullandığımız kelime, ülkenin yüzölçümünden büyük, kıçımızı koyamayacağımız kadar küçüktür!

Benim dışımda kalan “Bizler”, benim dışımda kalan “halkım” ben hariç, tarif etmeye çalıştığımız insanlara her türlü sıfatı rahatça, çekinmeden, utanıp sıkılmadan yapıştırabilecek yetki ve sorumluluğa! Sahip insanlar olarak davranmak mutlu mu eder? “biz” leri, bilemiyorum ama içerisinde bir miktar haz taşıdığı kesindir.

Bizler, okumuş insanlar, mürekkep yaşamışlar, bir de üstüne, Marx, Engels, Lenin, Mao, Stalin, Troçki gibi Sosyalizmin önderi olanların yapıtları okunmuşsa, hatim edercesine, engel tanımaz, yıkıp geçeriz.

Toplumsal tahlillerimiz kişilerin burnundaki kıla inecek kadar ince detaylıdır! Devleti en ince ayrıntısına kadar biliriz. Ekonomi çocuk oyuncağıdır. Sosyoloji göbek adımız, psikoloji eğlencemizdir.

Aynı kitabı okuyan on kişi on ayrı yorum yapacak kapasitededir!

Penceremiz hiçbir zaman aynı manzarayı göstermez. Aynı pencereden bakmayı zul biliriz. Aynı olmaktan korktuğumuzdan mıdır bilinmez, aynı yorum ve düşüncelere sahip olmak, aynı duygu ve düşüncelerle hareket etmek aykırı gelir bizlere!

Her birimiz kendimizi “lider” kabul ederiz. Bizden iyisi yoktur zaten. En iyisi, en iyi bileni, en doğru hareket edeni, en olumlu düşüneniyizdir!

Suyun kaynama derecesini bile değiştirebiliriz!

Eleştirmediğimiz, hor görmediğimiz, yanlış bulmadığımız kişi, örgüt, kuruluş kalmaz. Hiçbir şey bulamazsak kaşına, gözüne, bıyığı ya da saçına takar, yapmadığımızı bırakmaz, bir çamur bulur ya da çamur olur içine batırırız.

Biz ne zaman böyle olduk?” sorusunun cevabını bu nedenlerle bulamayız.

Halkımız aptaldır! Haklımız cahil ve gericidir. Halkımız kötü yönetilmeye müstahaktır. Yalakadır, yalancıdır, kuyrukçudur, makarnacıdır. Halkımız sürüdür!

Bu belirleme ve tahlilleri yapma hakkına sahip olan elitler bizleriz. Bizler kanmayız. Aldanmayız. Bizler her zaman her şeyin en doğrusunu yapanlar olarak, en güzel şeyleri söyleriz ama halkımız gidip kendisini ezenlerle birlikte olur.

Bizleri dinlemezler!. Bu nedenle de yaşadıklarını hak ederler.

“Halkımız”, anne ve babalarımız, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, okullarda yan yana okuduklarımız, öncemiz ve sonramız olanlar. İçerisinden çıkıp kendimizi onlara tepeden bakacak kadar yüksek bir yere koyduktan sonra kalanlar olarak “halkımız”, bizim dışımızdaki insanlarımız!

Kendimizi soyutladıktan sonra, iki kelam etmediğimiz insanlar!

Bildiğimiz için övündüğümüz doğruları bir kez olsun anlatmayı denemediğimiz ama bilmedikleri için yerden yere vurduklarımız!

12 Eylül öncesi yüz binleri bir araya getirdiğini söyleyen, sonrasında buhar olup kaybolan, intihar eden, yok olan bizler, “ne zaman böyle olduk?” sorusunu sorarken bile, kendisini ayrı tutanlar olarak bizler, aslında, “ne zaman böyle değildik?” sorusuna cevap aramak zorundadır.

38 yıl geçen bir darbe sonrasında, 38 yıllık süreçte bir kişiyi bile ikna edememişleriz.

38 yılda, her yıl bir kişiyi ikna edebilseydik, her birimizin yanında kırk kişi olurdu.

Kırk kişiydik, öle öle bir kişi kaldık!

Ama halkımız hep aptal, hep sürü, hep müstahak kaldı!

Bırak ezilsin!

Kesilmeye götürülen koyun sürüsü gibiyiz. Sürünün içindeyiz. Kesileceğiz. Yine de burnumuzdan kıl aldırmadan, “halkımız bunu hak etti” diyerek kasaba doğru yürümeye devam ediyoruz.

Karşımızda bir kasap ve birkaç köpeği var, biz sürüyüz, sürüyleyiz. Birer kere toslasak ne kasap kalır ne köpekleri. Yine de her kesilen sonrası, “oh oldu, hak etti, aptaldı, karaydı, koyundu, kıvırcıktı,” diyebiliyoruz!

Ey benim aklı ileriye fırlamış, kendisi olduğu yerde kalmışlarım.

Kara da olsak, kıvırcık veya kel de olsak, aynı sürünün içerisinde yayılıp, aynı otlakta otluyoruz ve aynı kasap koparacak kafalarımızı. Aynı otlağa dökülecek kanlarımız. Aynı güneşin altında kurutacaklar derilerimizi.

Bazılarımız çobanın çaldığı kavalın sesine kendisini kaptırıp, çobana veya köpeklerine yalakalık edecek

Bazılarımız, “bu topraklar da, çoban da, köpekler de sürü de benim”, diyenlere, “en besili koyun benim” diyecek!

Bizim dışımızda sürü yok. İçerisinde bulunduğumuz sürüyü kötülemekten, sürünün bireylerine hakaret etmekten, ak koyun kara koyun ayrımından vazgeçin artık. Kasap, elindeki parlatılmış ve bileylenmiş bıçağıyla karşımızda duruyor!

Kesti kesecek” durumdayız.

Tek başına kurtuluş yok. Ya hep beraber kasap ve köpeklerini kovalayacağız ya da teker teker kesilmeyi bekleyeceğiz!

Zaman bitti. Kasap da bıçak da gerçek ve çok yakın…

Nami TEMELTAŞ
Latest posts by Nami TEMELTAŞ (see all)