Her millet, idare makinesinin başına ya akıllı ve kudretli veya önemsiz ve sönük kişileri geçirir. Bunlardan birinin iş başına gelmesi milletin manevi seviyesine ve haline bağlıdır. Millette toplanmış iyi bir şey var mı, yok mu? Veyahut toplanıyor mu? Milletin aklı, milletin iradesi, milletin vicdanı gelişiyor mu, yoksa çürüyor, zehirleniyor mu? Aşağı ve hatta sefil bir hayat içinde mahvolup gidiyor mu? … Burada her birimizin hayatının karakteri ve çalışma tarzımız, inceleniyor. Biz kendi memleketimizde ne yapıyoruz Milletimizin mukadderatında nasıl bir rol oynuyoruz?
Grigori Petrof Beyaz Zambaklar Memleketi[1]
27 Mayıs 1960’ı 28 Mayıs’a bağlayan Cuma gecesi Saat 03.00’de “Dündar Seyhan‘ın 25 Mayıs’ta derslerinden bütünlemeye kalan oğlu” sınıfını geçer. Bu olayla birlikte Türkiye yeni bir döneme girecektir. Kışlalarından hareket eden askerler Ankara ve İstanbul sokaklarına dağılırlar. Ankara’daki birliklerin başında Cemal Madanoğlu bulunmaktadır. İstanbul’da 3. Zırhlı Tugay‘a komuta eden Orhan Erkanlı ise daha erken davranmış, tanklarıyla birlikte planlanandan daha erken İstanbul sokaklarını kontrol altına almaya başlamıştır Başbakan Adnan Menderes Kütahya’da gözaltına alınır. Bu iş ile Agasi Şen ve Muhsin Batur görevlidir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise köşktedir. Kendisini teslim almaya gelen subaylara direnir. Cebinden tabancasını çıkarır. Şakağına dayar ve ateşler; tabanca ateş almaz. Subaylar Bayar’ın elinden tabancasını zorla alırlar ve Bayar’ın Harbiye yolculuğu da böylece başlamış olur. Artık Cemal Tural‘ın sözleriyle “Kalbi vatanca vuran, vicdanı milletçe işleyen Harbiye[nin]… Türk Milletine bir gecede yeni bir vatan, yeni bir hürriyet kazandırması… aziz ve kahraman ordusunun süngülerinin pırıltısı ve himâyesi altında hakiki ve ebedi saltanatını kurması” zamanı, Gürsel’in ifadesi ile “ışıklı günlere kavuşması” zamanı gelmiştir (Ulay, 1964:125)
Darbe İstanbul’da Ankara’dan bir saat önce başlar. Buna Ankara’dan gönderilen şifreli mesajın İstanbul’da farklı yorumlanması neden olmuştur. Ankara’dan İstanbul’daki Erkan Kabibay’ı arayan Muzaffer Yurdakuler “Emekli Sandığından istediğin 2740 lirayı aldım 10 lirasını kestiler, 2730 lira kaldı. Eskişehir’deki havacı arkadaşın parasını da aldım ama bildiremiyorum. Onu da sen hallediver.” şeklinde konuşur. Bunun anlamı 27 Mayıs’ta Eskişehir’de bulunan Başbakan Menderes’in gözaltına alınma işinin de İstanbul grubuna havale edildiğidir. Oysa Kabibay şifreyi, 27 Mayıs saat 4’te başlaması (2740 lira) gereken hareketin bir saat erkene, saat üçe alındığı (2730) şeklinde yorumlamıştır. O yüzden de saat 3’te hedeflere ulaşacak şekilde birlikler hareket ettirilmiştir.
Bir askeri darbe -ya da savunucuları tarafından bir ihtilâl- olarak adlandırılmasına rağmen 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve hatta 28 Şubat ile karşılaştırıldığında oldukça çelişkili, etkisiz, plansız, programsız, stratejisiz ve en önemlisi emir komuta zinciri, silsile-i meratip içerisinde gerçekleştirilmemiş bir darbedir. 27 Mayıs’ın askeri hiyerarşi içerisinde gerçekleştirilmemiş olması bir yana, gerçek anlamda bir siyasi lidere, bir siyasi plana, programa ve kafasındaki planı gerçekleştirmek için önceden tasarlanmış ve Milli Birlik Komitesi’ne ait diyebileceğimiz herhangi bir stratejiye sahip olmaması da altını çizmektedir ki darbe, darbeden sonra Cemal Gürsel’in ifade ettiği gibi, kardeş kavgasına son vermek, ideal demokrasinin kurumlarını kurmak vb. türünden amaçların ötesinde bir mantığa sahip görünmektedir. Şöyle ifade etmek gerekirse, kendisini bir ihtilâl olarak sunan darbe o kadar plansız programsız, belirsiz, çelişkili, muğlak amaçlara ve her biri anlık gelişmelerin eşliğinde alınmış, üzerinde uzun uzadıya öncesinde düşünülmemiş uygulamalara sahiptir ki bu bizi, ihtilâlin mantığını darbenin uygulamalarından ve görünen neden ve hedeflerinden çok, onun ötesinde bir yerlerde aramaya itmektedir.
Darbe, görünürde, ideal bir demokrasiyi kurmak, kardeş kavgasına son vermek ve iktidarı milletin asıl sahiplerine vermek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Hiç kuşkusuz, pratikte bunun anlamı, iktidarın CHP’ye devridir. Nitekim özellikle 14’lerin komiteden tasfiye edilmelerinden sonra bu politika daha da belirginleşmiştir. 27 Mayıs’ın CHP’yi ve CHP’nin 60 öncesindeki politik vaatlerinin birçoğunun Anayasa ve yasal düzenlemelere taşımaya çalıştığı da bir realitedir. Ancak, tüm bunlara rağmen, 27 Mayıs’ın mantığını basitçe CHP’nin iktidara taşınması operasyonu, CHP artı ordu eşittir iktidar formülü vb. çerçevesinden okumak da doğru değildir; 27 Mayıs süreci bu formüllerle okunmamalıdır. Çünkü darbe basitçe, Demokrat Parti’nin yerine, askerin başka bir partiyi, mesela CHP’nin getirmesi amacıyla yapılmamıştır. İhtilalin mantığı, baskıcı DP hükümetinin düşürülüp onun yerine başka partinin getirilmesi değil 1950’lerden itibaren siyasal kurumlara yerleşmeye başlayan elitlerin tasfiyesidir. Bir başka ifadeyle DP hükümeti üyelerinin de aralarında bulunduğu yeni siyasi elitlerdir. Siyasi kurumlardaki tüm DP’lileri temizlemeye çalışması da bunun açık göstergesidir. Nasıl ki 1950 sonrasının siyasi elitleri DP hükümeti ve milletvekillerinden daha geniş ise, tek parti döneminin iktidar bloğunu oluşturan unsurlar da sadece CHP den ibaret değildir. CHP, o iktidar bloğunun mihenk taşıdır; ancak kendisi değildir. Şöyle ki, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti örgütü, on yıllık iktidarı boyunca, öncesindeki dönemden farklı bir siyasi kültüre sahip elitleri iktidara taşımış; Cumhuriyet döneminin klasik iktidar bloğu üyeleri ile ilişkileri konusunda da oldukça başarısız, beceriksiz olmuş; hatta deyim yerindeyse bu konuda oldukça hoyrat ve çoğunlukla da duygusal davranmıştır. On yıllık DP iktidarı, ne tek parti dönemi boyunca iktidarda olmaya alışmış bu iktidar bloğunu tam anlamıyla tasfiye ederek kendi iktidar bloğunu oluşturabilmiş, ne de eski iktidar bloğu ile siyasi sisteme kattığı yeni siyasi elitler arasında sorunsuz ittifaklar kurmayı başarabilmiştir; nitekim DP eski iktidar bloğunu dönüştürmek konusunda da oldukça başarısız olmuştur. 27 Mayıs ile sonuçlanan çatışma da buradan kaynaklanmaktadır. Bu çatışmayı DP’nin siyasi sisteme kattığı yeni elitlerden biri olan Sebati Ataman (Ilıcak 1978:266-267) şöyle özetlemektedir: “Mesela 1960 bütçesinin müzakeresinde, zamana kadar cereyan eden bütçe müzakerelerinin aksine muhalefetin ağırlık noktası ekonomik değil politik oldu. Ekonomik tenkitlerine gayet ikna edici cevaplar bulabilecek durumdaydık… Bir takım beylik laflar söylendi, fakat cevaplarını aldılar. Bütün ağılığı politik sahaya yönelttiler. Ben şahsen memlekette bir ihtilal olacağına asla ihtimal vermedim. Çünkü… Cumhuriyet kurul sonra, Türk Ordusunun iç politikanın mücadelelerine asla karışmak istidadında olmadığına inanmış vaziyetteydim.”
Bu nedenle de on yıl boyunca hükümette olmasına karşın, bu sürede iktidara gelmeyi becerememiş, gerçekten iktidara oturmaya her çalıştığında ise eski iktidar bloğunun üyelerini tedirgin etmekten fazla bir şey yapamamıştır. Özellikle Menderes’in eski iktidar bloğuna karşı çoğu zaman İsmet İnönü’nün şahsında somutlaştırarak ifade ettiği bu hoyratlık, o kadar şiddetli bir nefret halini almıştır ki iş, tarih kitaplarından İnönü Savaşları’nın çıkarılmasına, İnönü’nün bazı kentlere sokulmamaya çalışılmasına, Tahkikat Komisyonları kurulmasına, CHP’nin mallarına el konulmaya çalışılmasına, akademisyenlerin kara cüppeliler olarak tanımlanmasına, orduyu astsubaylarla yönetme tehdidine, emir erlerinin subay karılarının yatak odalarından çıkarılması gerektiğini ifadeye kadar ulaşmıştır. DP hırçınlaştıkça da 27 Mayıs’a giden yol açılmaya başlanmıştır. 27 Mayıs’a gelinirken eski iktidar bloğu topyekûn DP’ye ateş püskürmektedir; askerler silahlarını ellerine almaya hazırlandıkları anlarda, İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeleri de kaleme sarılmış, Eskişehir’de yaptığı konuşmada üniversite hocalarına “kara cüppeliler” diyen Menderes’i kınayan bir bildiri yazmaktadırlar. İktidar bloğu ile ittifak kuramayan yeni siyasi elitler tasfiye edilecektir.
Bu nedenledir ki 60 darbesi, on yıllık iktidarı boyunca DP’nin izlemiş olduğu politikalardan çok, DP’nin yönetim mantığı ve dayanmakta olduğu kültür kodlarından rahatsızlık duyan kesimlerin, askerin yardımıyla yeni siyasi elitlerin tasfiye edilerek, eski yönetici bloğun iktidara taşınması süreci olarak okunmalıdır. Durum böyle kalamazdı: DP yeni siyasi elitleri siyasal hayata taşımış ama onları tek parti dönemi iktidar bloğu ile uzlaştıramamış, onlarla ittifaklar kuramamıştı. Tabii, böylesi bir taşınma, yani DP yerine tek parti siyaset kodlarının ve kadroların başarıyla transferi konusunda darbenin ne kadar başarılı olduğu oldukça tartışmalıdır. O kadar tartışmalıdır ki, darbenin üzerinden henüz iki yıl geçmiş olmasına karşın (22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 tarihlerinde) Talat Aydemir’in 27 Mayıs’ın başarısız olduğunu ilan ederek 27 Mayıs’ı ikinci defa gerçekleştirmek için yola çıkmasını da bu çerçevede ele almak daha doğru olacaktır. Tarihin garip cilvesidir ki, DP’nin başaramadığı bu işi, yani tek parti dönemi iktidar bloğu ile önce uzlaşma, sonar da onu tasfiye ederek, dönüştürerek kendi iktidar bloğunu kurma işini, 27 Mayıs’tan sonra kurulacak Adalet Partisi gerçekleştirecek; Süleyman Demirel‘in AP’si ile birlikte, DP döneminde iktidara taşınan ama kısa süreliğine (27 Mayıs darbesiyle) siyasi kurumlardan uzaklaşan bu elitler bir daha gitmemek üzere siyasi yapılara yerleşecek, 60 sonrasından günümüze kadarki iktidar bloğunu oluşturmaya başlayacaklardır. Turgut Özallar, Mesut Yılmazlar, Tansu Çillerler, Tayyip Erdoğanlar da bu iktidar bloğuna dayanarak iktidara rahatlıkla oturabileceklerdir. Onların, Menderes’in hesaplaşmak zorunda kaldığı bir “paşa faktörü” yoktur artık; paşa ile temsil olunan tek parti iktidar bloğu 1965’ten sonra geniş oranda tasfiye edilmiştir.
İhtilalin mantığı, darbenin görünen değil yukarıda ifade edilen gerçek anlamında ifade bulmaktadır. On yıllık iktidarı süresince, tek parti dönemi yönetici bloğunun vazgeçilmez ayakları olan asker ve akademi ve bürokrasinin çeşitli unsurlarıyla ilişkiler konusunda oldukça özensiz ve beceriksiz olan DP siyasi elitinin on yıllık süreçte kendi iktidar bloğunu yaratamaması ve tek parti döneminin eski iktidar bloğunun unsurları tarafından tasfiye edilmesidir, darbeyi darbecilerin gözünde bir ihtilâl olarak tanımlamaya, bir bayram (Anayasa ve Hürriyet Bayramı) olarak kutlamaya imkân veren. Oysa yukarıda da ifade edildiği gibi, bayram havası kısa sürecek, DP’li siyasi elitlerin çok da kolay siyasi sistemden tasfiye edilemedikleri görülecek; ilk seçimlerde Adalet Partisi oyların ğ034,79’unu alacaktır. 1950 seçimlerinde siyasi sisteme yerleşen yeni siyasi elitlerin tasfiyesinin hiçte öyle bir darbeyle gerçekleştirilemediğini 1961 seçimleri ardından öğrenen askerler (21 Ekim Protokolü) seçim sonuçlarını tanımamayı ve 27 Mayıs’ı tadil etmeyi arzulayacaktır ancak Genel Kurmay Başkanı’nın devreye girmesiyle yeni bir darbe girişimi engellenecek”; hayaller 1962 Şubat’ına ertelenecektir.
Düşükler Yassıada’da
27 Mayıs sabahı Ankara’da büyük bir coşku vardır. Bir yandan “düşükler” bir Harp Okulu binasında gözaltına alınırken diğer yandan evlerin balkonlarına bayraklar asılmakta, Kızılay Meydanı’nda toplanan halk “ihtilâl”i kutlamaktadır. 1950-1954 yıllarında Demokrat Parti listesinden Muğla Bağımsız Milletvekilliği’ne de seçilmiş olan Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve yazarı Nadir Nadi’nin belirttiği gibi (Cumhuriyet 1 Ocak 1961) “Nihayet beklenen gün gelip çatmış, tatlı vaatlerle oyunu çuvala doldurduktan sonra kıs kıs gülerek milleti hiçe sayanlar aradıkları belâyı bul(muşlardır.” Daha sonra Yassıada Komutanlığı ile görevlendirilecek olan Tarık Güryay (1971:36) ise darbe sabahını şöyle anlatır: “Kızılay’a doğru yürümeye koyuldum. Kızılay Meydanı adeta bir bayram yeri gibi idi. Milletçe henüz kazanılmış bir milli zaferin bayramı idi bu. Kolay kolay tasvir olunmaz bir manzara. Sokağa çıkma yasağı kalkınca evlerinden dışarıya fırlayanlar otobüs, kamyon, dolmuş, taksi, Jip önlerine ne çıkmışsa içlerine atlamışlar ve hep aynı denize akan nehirler gibi, o geniş meydana dökülmüşlerdi.”
27 Mayıs sabahı gerçekten de bir sevinç vardır. Askerin yönetime el koyduğu haberini duyan belirli bir kesim, sevinç gözyaşları içindedir. 28 Nisan’da Tahkikat Komisyonu tarafından cezaevine konan Emekli Albay Cemal Yıldırım —Yıldırım, 1946’da, henüz Kurmay Binbaşıyken Şefik Erensü‘nün Ankara’daki evinde toplantılara katılan genç subaylardan birisidir. 1957’de 9 Subay olayını ihbar eden Samet Kuşçu ile de yakın arkadaştırlar. Kuşçu’yu ordu içinde teşkilatlanma konusunda dışarıdan teşvik etmektedir. 9 subay olayı ile ilgili olarak ilk gözaltına alınanlardan birisi de odur. Ordudan ayrılmış, CHP milletvekili olmuştur- Ankara Merkez Cezaevi‘ndeki ranzasında hüngür hüngür ağlamakta, uçakla Ankara’ya getirilmekte olan Cemal Gürsel gözyaşlarına zor hâkim olmaktadır. Yeni İstanbul Gazetesi 28 Mayıs tarihli sayısını “Bütün yurtta mut- lak bir huzur hâkim” manşetiyle çıkartır. Gazete’nin birinci sayfasının altında ise “Ankaralılar Orduyu Sevinçle Karşıladı” başlıklı haber, haberin sağında da sokakta oynayan çocukların resmi yer almaktadır. Resim altında ise “Dün sokaklarda neşe içinde oynayan çocuklar” yazısı yer almaktadır.
Tüm bu dramatik sevinç gösterileri arasında darbenin yönetim kademesinde kimlerin olduğu, darbenin başında kimin yer aldığı ve darbeden sonra ne yapılacağı dahi tam olarak bilinmemektedir. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel bile, darbeyi haber aldıktan sonra kendisinden kıdemsiz bir askerin darbenin başına geçmesi durumunda askerleriyle Ankara’ya yürüyeceği tehdidini savuran 3. Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala‘nın restinden sonra, İzmir Karşıyaka Yalı Caddesindeki evinden (Milliyet, 29 Mayıs 1960 5,4) apar topar Ankara’ya getirilerek darbenin liderlik koltuğuna oturtulacak, ardından 38 kişilik bir Milli Birlik Komitesi oluşturulacaktır.
[*] Beyaz Zambaklar Memleketinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok kez basılmış, Ali Haydar Taner tarafından çevrilmiş bir Grigori Petrof eseri. Petrov’un Finlandiya’ya yaptığı seyahatler sonucunda yayınlanan makalelerin derlenmesiyle oluşturulmuş bir kitap. Uzun yıllar öğretmen okulları ve e okullarda zorunlu materyal olarak okutulmuş. Çoğu kez, Eleanor H. Porter’in 1913 yılında yazdığı Pollyanna‘sı ile birlikte 27 Mayıs’ı planlayan (Toker 1998:31) askerilerin halet-i ruhiyesini en iyi ifade eden kitaplar olarak anılırlar.