12 Eylül karanlığında ışık olup umut aşılayan kadınlarımız

Ünlü Şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Sevgili Eşi Azime Kormazgil, Halk TV’de Serhat Asker’in sunduğu Görkemli Hatıralar programında bir anısını paylaştı. Bu anı bizimde yaşadığımız benzer anılarımızı bize hatırlattı. Önce sevgili Azime hanımın anlatımını aktarayım.

80’li yıllarda Hasan Hüseyin Korkmazgil anısına düzenlenen bir yarışmada birinci gelen Nevzat Çelik’in eseri üzerine, Azime hanım Nevzat Çelik’e ulaşmak ister. Ancak Cezaevinde olduğunu öğrenir. Ama yinede görüşmek için arayışlara girer. Ve bir görüş gününde cezaevi kapısında Nevzat Çelik’in annesi ile karşılaşır. Ona Nevzatla görüşmek istediğini söyler. Durumu ve gerekçesini açıklayınca, Nevzat Çelik’in annesi Azime hanımın görüşmesine müsaade eder. Azime Korkmazgil Nevzat Çelik’in annesinin kimliği ile ziyarete gider. Ziyaret anında bir hafif şaşkınlık sonrası durumu çaktırmadan kotarırlar. Ve Nevzat Çelik’i çalışmasındaki başarısını ve eserinin birinci seçildiğini kendisine söyler ve onu kutlar. Kısaca o karanlık ve baskı günlerinde işte böyle koca yürekli cesur, gözü pek kadınlarımız her tür riski göze alarak cezaevlerindeki özgürlük tutsaklarına umut ışığı taşırlar. Bu cesaretli çabasından dolayı Azime hanımı kutluyoruz. Bu ve benzeri girişimlere cesaretle atılan kadınlarımızı kutlamak gerekiyor. Cezaevi kapılarında yılmadan direnç gösteren kadınlarımız bu cesaretlerinden dolayı her yıl CESARET ödülünü almayı hak etmişlerdir.

Bende 1989 yılında Ulucanlar cezaevinde düşünce tutsağı iken, 12 Eylül koşullarının yarattığı baskı, şiddet ve yaşadığımız zorluk ve sıkıntılardan ve tutuklama sürecinde yaşadığımız işkenceler sonucu, birçok rahatsızlık yanında birde mide rahatsızlığı ileri safhaya gelince, bir kaç kez hastaneye giderek zor da olsa Hastane Heyetinde bir diyet Raporu almıştım. Bu rapor üzerine, hayat arkadaşım, sevgili eşim de rapora uygun yiyecekleri Şerflikoçhisar’ın İğdeli Yaylası mezrasından 150 km yol kat ederek bana ulaştırmaya çalışıyordu. Ancak rapora rağmen, kurumun güvenlik amirleri çokça zorluk çıkarabiliyorlardı. Diğer arkadaşlarımızın aileleri (Anneleri, eşleri, kardeşleri ve babaları)’nin getirdikleri yiyecekleri idare kabul etmediğinden dolayı, üzüntü içinde kalabiliyorlardı. Bunları gören eşim, onların getirdiklerini de alıp benim adıma veriyordu. Verirken de çok zorluklar yaşıyordu. Ancak o diretiyor, tartışıyor, getirilen yiyecekleri içeri vermek için resmen savaşıyordu. Hatta güvenlik amiri; “sen içerdeki ‘teröristlerin’ hepsini besliyorsun” ithamında bile bulunuyordu. Eşim ise ona karşılık; “ben ancak 15 günde bir 150 km uzaktan geliyorum. Eşim diyete uymak zorundadır. Bu getirdiklerim ise ancak yeter” diyerek diretiyordu. Ve sonuçta zor da olsa diğer arkadaşların ailelerinin getirdiklerini de kendi getirdikleri ile içeri verdiriyordu. Kısaca eşim bu işte büyük bir direnç ve cesaret göstererek bizlere doğal gıdaları o rapor üzerinde ulaştırabiliyordu. Bunun için birçok zorluğu göğüsleyerek başarıyordu. 12 Eylül sonra cezaevleri kapılarında, kadınlar arasında dayanışma, paylaşım, yardımlaşma oldukça önemliydi. Bu ortamda dik durmak, taleplerini haykırmak, onun için mücadele etme çabası sürekli yükseliyordu. O süreçte cezaevi kapılarının önü ve mahkeme koridorları, insanlar arasında dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma anlamında bir okul olmuştu. Birçok konuda, önceden oluşan önyargılar bu süreçte yıkılmış, birbirini anlama, tanıma buralarda gerçekleşiyordu. İşte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde bu deneyleri paylaşarak bugüne ve gelecek kuşaklara ışık tutmak, tecrübeleri ve yaşanmışlıkları aktarmak çok önemlidir.

Yine 1990 yılında Haymana Kapalı cezaevinde iken, yine eşim İğdeli Yaylasından kalkıp, önce çevre yoluna iner, oradan bindiği Şehirlerarası araçlarla Gölbaşına, Gölbaşından da başka bir araçla Haymana’ya gelir. Aynı yolu ise aynı gün akşamına döner, köye giderdi. Bu zor yol koşullarına rağmen 15 günde bir hiçbir ziyareti aksatmazdı. Bu arada koğuş arkadaşımız Mehmet Çolak’ın hükümlülük süresinin başka bir davadan uzatılması üzerine, Bartın Kapalı cezaevine sevki gündeme gelince, bu arkadaşımız da özgürlüğüne kavuşma girişiminde bulundu. Bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, ona uzun süre ailesi ile görüş yasağı getirilmişti. Arkadaşın annesi cezaevi kapısına her gelişinde geri gönderiliyordu. Annesi oğlundan haber alamamanın üzüntüsü içinden ayrılmak zorunda kalıyordu. Bir görüş gününde, durumu fark eden sevgili eşim, O annemize, “gel benim eşimin ziyaretine teyzesi olarak seni içeri aldırayım” der. Biraz tereddüt biraz umut içinde kapıya müracaat ediyorlar. O annemiz benin teyzem diye benim ziyaretime gelir gibi, oğlunu kucaklama ve ona olan özlemini giderme fırsatını bulmuş oldu. İşte kadınlarımız o zorlu ve karanlık günlerde yaratıcı düşünceleri ve eylemleri ile cezaevlerindeki siyasi tutsaklara ışık olmuşlardı, umut olmuşlardı. Onlar sevgi şefkat dolu o koca yürekleri ile diktanın her tür engelini yıkıp, istediklerini gerçekleştirebiliyorlardı. Bugüne degin ağır bedeller verilerek gelindi. Bundan sonrada bu bedeller olacaktır. Tüm Dünyada Eşit, Özgür ve Bağımsız yaşam yerleşmedikçe. İşte bu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, bu zorlu mücadelelere katılmış tüm mücadeleci kadınlara ithaf olmalıdır. Emekçi kadınların demokrasi, özgürlük ve eşit haklar çerçevesindeki mücadelesi bu cesur ve koca yürekli kadınlarımız sayesinde daha ileri taşınabilecektir. Bugüne kadar yükseltilerek taşınan Hak, Özgürlük ve Eşitlik Bayrağını, bugün ve bugünden sonrada daha da yükseltilerek devam edileceği inancımız pekişmektedir. Tüm Emekçi kadınlara selam olsun.