“Yerli ve Milli” ve “Ulusalcı” Söylemlerin İdeolojik Kesişimi

“Her çağın kendi gerçeği vardır. Gerçekle bağını koparan her ideoloji, kendini inkâra mahkûmdur.” Edward Said

Türkiye siyasetinde bazı kavramlar vardır ki, yalnızca anlamlarını değil, gerçekliği de dönüştürürler. “Yerli ve milli” ya da “ulusalcı” gibi terimler artık sadece birer tanım değil; ideolojik mühimmat, siyasal manipülasyon aracı ve halkın gerçek taleplerini görünmez kılan sis perdeleridir. Bu kavramlar, siyasal aynada önce sureti bozar, ardından hakikati siler. Çünkü her ikisi de sınıfsız bir millet tahayyülünün, halksız bir devlet idealinin izdüşümüdür. Söylem düzeyinde birbirine zıt görünen bu iki dil, aslında aynı tarihsel sürekliliğin farklı maskeleri olarak işlev görür. Bu yazı, bu maskelerin ardındaki yapısal benzerlikleri ve halkın nasıl sistematik biçimde dışlandığını incelemektedir.

“Yerli ve milli” söylemi, son yirmi yılda özellikle iktidar blokunun ideolojik zırhı haline gelirken; “ulusalcılık” ise muhalefet içindeki devletçi ve güvenlikçi çizgiyi temsil eden bir refleks olarak şekillenmiştir. Görünürde birbirine zıt olan bu iki ideoloji, özünde aynı devlet merkezli tahayyülün farklı tonlamalarıdır. Biri camide secdeye varırken, diğeri kışlada nöbet tutar; ancak her ikisi de halkın taleplerini değil, devletin bekasını önceleyen bir çizgide buluşur (Althusser, 1971; Gramsci, 1971).

Bu noktada, söylemsel farklılıklar politik kültürel ayrışmalara işaret etse de, her iki çizgi de sınıfsal adaletsizliği görünmez kılmakta birleşir. Ulusalcılık, seküler bürokratik gelenekten beslenirken; “yerli ve milli” söylem Anadolu sağının dinsel-muhafazakâr damarına dayanır. Ancak bu iki hattın ortak zemini, halkı özne değil, nesne olarak konumlandırmalarıdır.

Sermaye İçin Devletçilik: Ulusal Egemenliğin İflası

Bugünün neoliberal-emperyalist dünyasında, “ulusal burjuvazi” miti artık işlevini yitirmiştir. Türkiye’de sanayiye dayalı üretimin yerini, rantiyer ilişkiler, inşaat sermayesi ve taşeronlaşma almıştır. Bu dönüşüm, yerli ama bağımsız olmayan, millî ama halka uzak bir komprador burjuvazi yaratmıştır (Poulantzas, 1978; Harvey, 2005).

Bu çerçevede, hem iktidarın “yerli ve milli” vurgusu hem de ulusalcı söylemin “bağımsızlık” retoriği, artık maddi temelden kopmuş ideolojik yanılsamalar olarak işlev görmektedir. Bu iki çizgi de, halktan değil, sermayenin devletle bütünleşmiş fraksiyonlarından güç alır. Suriye politikası örneğinde olduğu gibi, Kürt hareketine karşı geliştirilen ulusalcı refleksler, iktidarın militarist politikalarını meşrulaştırma işlevi görür (Boratav, 2020; Oğuz, 2012).

Kemalizm ve Halksız Modernleşme

Kemalizm’in tarihsel mirası, modernleşmeyi halktan ziyade devletin önderliğinde gerçekleştirmeyi esas almıştır. Yurttaş, eşit haklara sahip bir özne değil; modernleşmenin nesnesi olarak biçimlendirilmiştir (Parla, 1991; Keyder, 1987). Bu anlayış, halkçılığı sınıfsal bir eşitlik projesinden ziyade, bürokratik tahakkümün meşrulaştırılması biçiminde yorumlamıştır.

Bugünkü ulusalcı pozisyonlar, bu tarihsel refleksin devamıdır. Emperyalizme karşı direnç, halktan değil; “devlet aklı”ndan referans alır. Böylece sınıfsal çelişkiler görünmez hale gelirken, millî birlik fetişizmi ve jeopolitik hesaplar ön plana çıkar. Nicos Poulantzas’ın ifadesiyle, devlet sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı bir alansa, Kemalist refleks bu mücadeleyi sterilize etmek için devleti kutsallaştırmıştır (Poulantzas, 1978).

Sağcı Milliyetçiliğin Yükselişi ve “Beka” Söylemi

1980 askeri darbesiyle başlatılan neoliberal restorasyon süreci, sağ ideolojilerin toplumsal hegemonyasını kurumsallaştırmıştır. “Yerli ve milli”lik, bu sürecin hegemonik anlatısı haline gelmiştir. Hem Batı karşıtlığı hem Batı sermayesiyle entegrasyon çelişkisi, bu söylemin ikiyüzlü doğasını açığa çıkarır (Gramsci, 1971; Buğra ve Savaşkan, 2014).

Bayrak, cami ve aile üçgeni üzerinden kurulan muhafazakârlık; işçi grevlerinin yasaklanması, kadına yönelik şiddetin sistematikleşmesi ve eğitimde gericiliğin kurumsallaşmasıyla birleşmiştir. Bu ideolojik çerçeve, halkın rızasını hegemonik tahakküm altında yeniden üretmenin bir aracıdır.

Özgür Özel’e Saldırı: Makbul Muhalefetin Sınırları

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik saldırı, bireysel bir şiddet eylemi değil; bir rejimin, muhalefetin sınırlarını çizme biçimidir. Özel’in halkla, sosyalistlerle ve Kürt hareketiyle temas kurma çabası, yalnızca iktidarın değil, onun ideolojik eklentisi haline gelen ulusalcı çevrelerin de rahatsızlığına neden olmuştur.

Bu yönelimiyle Özel, Atatürk’ü sahiplenirken onu bir “ulusalcı ikon” haline getirmekten kaçınarak, Cumhuriyet değerlerini halkla ve demokrasiyle yeniden ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Bu çaba, özellikle İmamoğlu’nun hukuksuz tutuklanması sonrasında yükselttiği eleştirel söylemlerle birlikte, otoriter rejimin tahammül sınırlarını zorlamaktadır (TÜSTAV, 2022).

Ulusalcı Refleksler ve Devletin Gölgesinde Halksız Bir Siyasal Alan

Özgür Özel’e saldırı sonrası ulusalcı figürlerin saldırganı değil, mağduru suçlayan tutumu; bu çevrelerin devletle kurduğu ideolojik ittifakı ifşa etmektedir. “Milletin birliği” söylemi, işçiyi patronla, Kürt’ü devletle, yoksulu rantiyeciyle aynı “gemide” göstermeye çalışan bir manipülasyondur.

Ancak bu gemide yönü belirleyen halk değil; onun adına konuşan, ama onun taleplerini bastıran bürokratik ve sermaye sınıflarıdır. Bu nedenle Türkiye’deki esas siyasal ayrım sağ-sol arasında değil; halkın özneleşip özneleşemediği arasında şekillenmektedir (Özsel, 2010; Yıldırım, 2023).

Hayalet İdeolojilerden Hakiki Muhalefete

Türkiye’de egemen ideolojik söylemler, halkı sürekli olarak dışlayan ve onun gerçek taleplerini bastıran bir çerçevede yapılandırılmıştır. Ne “yerli ve milli” retoriği ne de “ulusalcı” nostalji, demokratik bir dönüşümün taşıyıcısı olabilir. Gerçek muhalefet, bu hayalet ideolojilerin ötesine geçerek; halkı özneleştiren, sınıfsal adaleti temel alan ve özgürlükçü bir siyasal tahayyül inşa eden bir çizgiyle mümkündür.

Bugün Türkiye için hayati olan, halkın yalnızca kürek çektiği değil, yön verdiği bir gemiyi inşa etmektir. Bu ise ancak, devletin kutsallığına değil, halkın iradesine yaslanan bir siyasetle mümkün olacaktır.


Kaynakça

  • Althusser, L. (1971). Ideology and Ideological State Apparatuses. In Lenin and Philosophy and Other Essays. Monthly Review Press.
  • Boratav, K. (2020). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2018. İmge Kitabevi.
  • Buğra, A., & Savaşkan, O. (2014). Yeni Kapitalizm, Yeni Devlet: Türkiye’de Değişen Devlet-İş Dünyası İlişkileri. İletişim.
  • Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. International Publishers.,
  • Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.
  • Keyder, Ç. (1987). State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development. Verso.
  • Oğuz, Ş. (2012). “Geç Kapitalizm ve Emperyalizm: Türkiye’de Ulusalcılık Üzerine.” Praksis, 27: 39–60.
  • Özsel, D. (2010). Türkiye’de Modernleşme ve Demokrasi: Seçkinci Modernleşmeden Katılımcı Demokrasiye. Dost Kitabevi.
  • Parla, T. (1991). Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları. İletişim.
  • Poulantzas, N. (1978). State, Power, Socialism. Verso.
  • TÜSTAV (2022). CHP’nin Tarihsel Değişimi Üzerine. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Yayınları.
  • Yıldırım, T. (2023). “Ulusalcılığın Politik Ekonomisi: Devlet, Sermaye ve Kimlik.” Mülkiye Dergisi, 47(1), 55-78.