En geniş anlamda “Sol”un 2021 yılı değerlendirmelerini ve 2022 öngörülerini okuduysanız bir arkadaşın dediği gibi “valla şaştık kaldık!” dersiniz. Üstelik bu değerlendirmeler bir de yanlış kavramlarla yapılıyorsa bu “Sol”un hali pür melali daha görünür oluyor. Artık özne olma iddiasında olan örgütler de kendi adına konuşmuyorlar, ben özneyim demiyorlar; sanki bu iddialarından vaz geçmişler ve özne olma iddiasını dahil oldukları ittifaka havale etmişler. Artık ittifaklar konuşuyor. Artık işçi sınıfından, işçi sınıfı hareketinden bahsedilmiyor, “emek dünyası”, “emek hareketi” diyeceksiniz. Dolayısıyla seçimle veya devrimle iktidara gelmeyi amaçlayan bütün özneleri; örgütleri, partileri bu kavramların içinde arayacaksınız. Aradığın özneyi bulmak için bu da yetmez. Önce ittifaklara bakacaksınız. Birinci ittifak “Cumhur İttifakı”, İkinci ittifak “Millet ittifakı”. Bunlar, AKP ve CHP’nin başını çektiği burjuva, faşist, karşı devrimci ittifaklar. Müesses nizamın ittifakları. Aradığınız öznenin bu ittifaklar içinde olmadığından emin olabilirsiniz.
Aradığınız özneyi emekçi sol hareketin ya devrimci cenahında veya da reformist cenahında bulabilirsiniz. Yardımcı olalım:
TKP, Sol Parti, EMEP özneleri arıyorsanız emekçi sol hareketin reformist cebnahına bakacaksınız.
Devrimci özneler arıyorsanız emekçi sol hareketin devrimci cenahına bakacaksınız. Bu cenahda yer alan öznelerin büyük bir kısmı Birleşik Mücadele Güçleri’inde yer almaktadır.
Tabii Halkevi, TÖP gibi başka güçler de var. Bu özneleri emekçi sol hareketin ne devrimci ne de reformist cenahlarında arayacaksın.
İttifaklaşma moda oldu anlaşılan. BMG’nin çabasını ayrı tutarak söylemeliyiz ki, bu ittifaklaşmaların içi boş; ne programatik bir anlayışları ne de pratikte bir ağırlı var. Türkiye devrimci hareketi bu türden çabalar bakımından oldukça tecrübeli ve zengindir. Ancak, bundan ders çıkartmamıştır. İttifakın kendini özne yaptığında, onu oluşturan özneler, özne olmaktan çıkarlar. Amaç bu olmayabilir, ama görünen, fiiliyatta geçerli olan bu. Ama bu görünümün de içi boş. Ortada ittifak oluşturan güçlerin ne kendilerine özgü olan ne de ittikafı bağlayan bir mücadele plarformları var. Kovid-19 salgını 2 senedir devam ediyor, enflasyon başını almış gidiyor, ücret zamları daha şimdiden pul olmuş, ama ne salgına ne de çokça sözü edilen “ekonomik kriz”e karşı mücadelenin ortaklaştırıldığı platformlar var ortada. O zaman bu ittifaklaşmanın anlamı ne?
*
İşçi sınıfı salgına ve “ekonomik kriz”e karşı kendiliğinden ve kendi başına mücadele etti ve ediyor. Bu sınıfı ve emekçi yığınları örgütleme iddiasında olan öznelerin bu sınıfla ne kadar bağının olduğu da ortada. İşçi sınıfı tekil grevler ve direnişlerle bugüne geldi. Bu sınıf mücadeleci olduğunu sürekli gösterdi. Peki, yanında, önünde kim vardı? Neredeyse her eyleminin tamamında sendikalar. Peki, bu sınıfı örgütleme iddiasında olanlar neredeydi? Herhalde özne olarak oradaydık diyecek halleri yok!
Aslında durum anlaşılıyor da, hal ve hareketimizle anlaşılmaz kılıyoruz.
İşçi sınıfının, toplumsal altüst oluşun, devrimin, hatta reformların da esas öznesi olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Ancak, bu sınıfı örgütlemeye neredeyse hiçbir özne yanaşmıyor!
Yürü dediğin zaman yürümüyor, örgütlenelim dediğin zaman örgütlenmiyor, iktidarın ve burjuva muhalefetin oy küpü olmaya devam ediyor, Kürt ulusuna karşı şövenizmin yanında yer alıyor. Aslında devrim yapan ülkelerde de işçi sınıfının durumu böyleydi. Örneğin, Çarlık Rusyasında işçi sınıfı bugükü Türkiye’deki işçi sınıfından çok mu farklıydı? Ancak, arada belirleyici bir fark vardı: Rusya’da Bolşevik Parti işçi sınıfının tarihsel misyonunu/görevini ciddiye alıyordu, sadece lafta kabul etmiyordu. Bolşevik Parti, işçi sınıfı örgütlenmeksizin sosyalist devrimin gerçekleşmeyeceği bilinciyle hareket ediyordu. Peki, ya biz, yani kendine devrimciyim, Marksist-Leninistim diyen özneler? Bu özneler işçi sınıfına, Bolşevik Partinin verdiği önemi veriyorlar mı? Yani bu sınıfı örgütlemek için bir çabaları var mı?
Bunların bir kısmı işçi sınıfına uzaktan “göz kırpıyor” ama esas amacı düzeniçilik.
Bir kısmı laf olsun diye işçi sınıfından bahsediyor. Bir kısmı ise dağda/bayırda/şehirde faşist diktatörlüğe karşı nasıl savaşılması gerekiyorsa öyle savaşıyor, ama hitap ettiği sınıfla bağı yok.
Bir kısmı ‘tencere-tava-geçinemiyoruz’la kendiliğindenci kitle hareketinin gelişmesine umut bağlamış ve bu hareketin başına geçme hesabı yapıyor.
Haksız da değiller! İşçi sınıfı içinde çalışmak için kadrolar yetiştireceksin, stratejik işletmelerde işçi olarak çalışmalarını sağlayacaksın; diyelim ki 100 işletmeyi (abarttıysam 50’ye indirelim) stratejik işletme olarak değerlendiriyorsun, her bir işletme için iki kadro ayırsan 200 veya 100; her bir işletme için bir kadro ayırsan 100 veya 50 kadroya ihtiyaç var. Yani dışarıda o kadar iş, koşuşturma, her alanda bayrak gösterme varken, işçi sınıfını örgütlemek adına o kadar kadro ayrılır mı? Ayrılmaz herhalde! Yoksa ayrılır mı?
*
Tabii ki, sorunun bir de ideolojik tarafı var. Herkese mi; işçiye, köylüye, emekçiye, esnafa, ezilene… mi hitap edeceksin, yoksa soruna ideolojik bakıp işçi sınıfı ve müttefiklerine mi hitap edeceksin? Aslında bu konuda bir sorunun olmadığı, hatta hiç olmadığı “Sol”un basınında çıkan yazılardan anlaşılmaktadır. Soruna hangi perspektiften baktığına bağlı olarak cevapların çok çeşitli olması gerekir. Ama öyle değil. Bu noktada şaşırtıcı bir benzerlik, hatta aynılık var. Son kertede hepimiz (ne kadar “sol” varsa toplamı) aynı şeyi istiyoruz: Erdoğan gitsin, ne pahasına olursa olsun gitsin. Bu noktada kendimizi burjuva muhalefetten söylemsel olarak ayrı yere koymamız pek mümkün değil. Ama pratik imdadımıza yetişiyor. Bir zamanlar, çok değil birkaç sene öncesinde ‘kriz patlak verir Erdoğan gider’e bayağı bel bağlanmıştı.
Kriz patlak verdi, ama diktatör gitmedi. Burjuva muhalefetin erken seçim umudu da kırılmışa benziyor.
Hani devrimin karakteri meselesinde ayrı düşülebilir de şu faşist diktatörlüğe; faşizme karşı mücadelede ayrı düşüleceği kimin aklına gelirdi? Bu mücadeleyi dağda, bayırda, ovada ortaklaşa verenler var. Ya diğerleri… Oların işi de antifaşist mücadeleden kaçmak; düzenin sınırlarına dokunmamak.
Hele ortalığı kasıp kavuran şu “kriz” meselesinde “birimizi” “diğerimiz”den ayıran ne ki de ortak bir adım atılamıyor? 84-85 milyon kriz diyor, herkes kriz diyor. Böylesi durumlarda ayrı düşene “zır deli” denir. İmalat sanayinde kapasite kullanım oranları yüzde 80’e dayanmış (bu çok yüksek bir orandır), ihracatta rekorlar kırılıyor ama biz hala ekonomik krizden bahsetmeye devam ediyoruz. Yani bir ayrım yaparak kur krizi, döviz krizi desek yüreğim pek yanmayacak. 18 TL’ye dayanan doları bir gecede 10 TL’ye kadar indirdi. O günden beri burjuva muhalefet bu işi diktatörün nasıl yaptığını tartışıyor.
Aslında kriz mi, mriz mi sorusunun cevabını işçi sınıfından alabilirsiniz. Çalışan bir işçiye, özellikle de ihracat yapan sektörlerden birisinde çalışan bir işçiye sorun. Ne ekonomik krizi, ölesiye çalışıyoruz diyecektir. Aynı işçiye işten çıktıktan sonra aynı soruyu sorarsanız bu sefer de fiyatlar başını almış gidiyor, enflasyon, dolar diyerek bir kriz durumunu anlatmaya çalışacaktır.
Bu ikilemi kim düzeltecek? Krizin ideolojik yönünü kim ortaya çıkartacak?
Dahası kriz ve yoksulluğun bir ve aynı olmadığını kim bilince çıkartacak? Kriz olmasa da yoksulluk oluru 84-85 milyona kim anlatacak? Hitap etmeye çalıştığımız işçileri, bu sınıfı ve emekçileri kim bilinçlendirecek?
Aslında Türkiye’de çok mükemmel bir durum var:
“Müesses nizam” paramparça edilmiş; devlet işlerliği kişiye bağlanmış. Bu aşamada siyasi bir kriz var.
Yönetenler yönetemiyor. Bu çok açık. Aynı zamanda yönetilenler de böyle yönetilmek istemiyorlar. Nesnel durum böyle.
Ancak, bu durumu değiştirmesi gerekenlerden bir ses çıkmıyor. Ben özneyim, bu kitleyi; işçi sınıfını ve emekçileri örgütlemek ve bu düzeni yıkmak özne olarak benim görevimdir; ben bunun için varım diyemiyor.
Milyonlarca insanın içindeyiz, ama örgütleyecek insan bulamıyoruz. İşçi sınıfı bir biçimde sesini çıkartıyor, ama biz orada değiliz. Örgütleyeceğimiz işçi fabrikadadır, işsizse semttedir. Onları örgütlemek için ya fabrikada olacaksın veya da semtte…
Bu kafayla, bu anlayışla daha önceki yılları kazanamadığımız, dolayısıyla kaybettiğimiz gibi 2022’yi de kazanamayız.
Kaynak: İBRAHİM OKÇUOĞLU
- Deprem, Kapitalizm, Sosyalizm ve Konut Sorunu - 24 Şubat 2023
- Sermaye Kar İçin Her Türlü Cinayeti İşler - 16 Şubat 2023
- Deprem Felaketi Kader Değildir - 9 Şubat 2023