Geçtiğimiz yılın mart ayından bu yana, dünya, Türkiye, üniversiteler… yepyeni bir döneme girdi. “Bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete” kabilinden, bir anda hepimiz Zoom, Google Meet, Moodle, Microsoft Teams ve adını sanını bilmediğimiz bir çok uzaktan eğitim programıyla tanışmak ve derslerimize bu mecralardan devam etmek zorunda kaldık. “Çevrimiçi olmak” diye yepyeni bir kavramı öğrendik.
Evde okul çağında çocukları olanlar ve/ya karı-koca eğitimci olanlar kâbusun büyüğünü yaşadılar. Evlerimizin her bir odası TRT stüdyolarına döndü. Öyle desem de inanmayın siz bana. Elbette dönmedi, dönemedi. Büyük çoğunluğumuzun elinde ne çoluk, çocuk, anne babanın aynı anda kullanabileceği kadar çok bilgisayar ve türevi aletler (tablet, cep telefonu vb.) vardı ne evlerimiz ne de Türkiye’nin internet altyapısı bunun için uygundu.
Sondan başlayalım. 5. Nesil teknolojiye geçemezken teknolojide çağ atladığını göstermenin şark kurnazlığını yaparak, kullandığımız altyapıya “dört-buçuk” ismini verdik. Çin, 5. Nesilden 100 kat daha hızlı olacağı açıklanan 6. Nesil teknolojiye geçiş için tarih vermişken biz birileri öyle istiyor diye 4. Nesil teknolojiye bir bemol eklemekle yetindik, 4,5 yaptık. Ülkenin bilişim altyapısının Mart-2020’den sonra tanıştığımız çevrimiçi eğitimi kaldıramadığı ortada.
Sadece ülkenin altyapısının yetersizliği değil, yetersiz de olsa mevcut internet şebekesine erişim konusunda da ciddi eşitsizliklerin olduğunu unutmamak gerekiyor. Ancak yine de internete erişim konusunda az da yol almamışız. TUİK verilerinden yararlanarak belirtmek gerekirse 2020 yılında Türkiye’de internet kullanan bireylerin oranı %79,0’dır. İnternet kullanım oranı 2020 yılında 16-74 yaş grubundaki bireylerde %79,0 oldu. Bu oran, bir önceki yıl %75,3’tü. İnternet kullanım oranı cinsiyete göre incelendiğinde; bu oranın erkeklerde %84,7, kadınlarda %73,3 olduğu görüldü.
Evden İnternete erişim imkânı %90,7’ye ulaştı. Hanelerin %90,7’sinin evden internete erişim imkânına sahip olduğu gözlendi. Bu oran bir önceki yılda %88,3 idi.
İşte aslında sorunda burada başlıyor, Türkiye’de internet erişim oranı bir şekilde %90’lara ulaşmış gibi görünse de bunun çevrimiçi eğitimi aksaksız yürütmeye elverişli olduğu tartışmalı. Çünkü bu rakamın (%90) içine TUİK’in ifadesiyle “Mobil genişbant (3G, 4,5G cep telefonu / akıllı telefon ya da modem üzerinden)” bağlantılar dahil edilmiş durumda. Yani telefon hattı alınca kampanya kapsamında hattınıza tanımlanan 5-10 GB internet var ya onlar da hesaplanınca internete erişim %90’lara çıkıyor. Bu imkânlarla da online eğitimi aksaksız sürdürmek pek mümkün görünmüyor.
İnternete erişim konusundaki bölgesel eşitsizlikler de cabası. İstanbul’da erişim oranı -yine TUİK verilerinden yola çıkarak belirtmek gerekirse- %96,4 iken, güneydoğuya doğru gittikçe bu oran %86’lara kadar düşmekte.
Sadece bu veriler bile internete erişim “imkânı” konusunda dertlerimizin olduğunu gösteriyor. Sorun yalnızca, internet erişimi ve bu erişimin online eğitimi sürdürebilecek kalitede olup olmaması değil, nitekim konutlarımız da bu eğitim için uygun değil. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye’de hane halkı ortalaması 3,35’tir. Bu rakam da yanıltıcı olabilir çünkü, bölgesel olarak bu rakamın 5 kişi sınırını bile aştığı yerlerden bahsedebiliriz. Ortalama 3,35 kişinin aynı anda internet üzerinden online eğitime girmesinin yarattığı teknolojik sorunlar bir yana, konutlarımızın ortalama teknik imkânları da “ev”i bir “eğitim alanı” olarak kullanmamızı zorlaştırıyor. TUİK’ten yararlanarak söylemek gerekirse, Türkiye’de 2000 yılı itibariyle (TUİK’te bu konuda bulabildiğim en güncel veri 2000 yılına ait olduğundan bu yılın verilerini aldım) 15.070.093 konut bulunmakta. Vazgeçtik mevcut konut yapısıyla mevcut internet altyapısı eşliğinde online eğitimi sürdürebilmeyi, 15 milyon konuttan 2.409.858’unun (konut) içinde tuvaleti yok. 380.513 konutta konut içinde banyo mevcut değil. Bu konutlardan 319.944’ünün mutfağı da ya yok ya da konutun dışında. Daha da vahimi 874.984 konutun şebeke suyuna erişimi yok. Evet yanlış okumadınız “yok”. Konut içinde şebeke suyu kullanamayanlar bu rakamın dışında. 762.789 konutun içinde boru döşenmemiş olmakla birlikte şebeke suyuna erişimi var. Sahi biz online eğitimi konuşuyorduk değil mi?
Ph. derecesine göre cam damacanada su siparişi vermeye alışkın, Dominos Pizza’dan akşam yemeği ısmarlamaya teşne ailelerin, ebeveyn banyolu, yüzme havuzlu, biri mutlaka Fransız, diğeriyse Türk usulü iki tuvaletli, güvenlik kameralı ve görevlili sitelerdeki hanelerde yaşayanların online eğitiminden bahsetmiyoruz. Türkiye’de online eğitim dediğimiz zaman içme suyu erişimi sorunlu, mutfağı, banyosu, içme suyu şebekesi bile olmayan evlerde yaşayan ve kendilerine ait bir çalışma odaları olmayan gençlerin eğitiminden de bahsediyoruz. Sahi, derslere online bağlanan öğrencilerin kaçı kameralarını kapatıp dersi takip ediyor; bu öğrencilerin kaçı kamerasını o anda makyajsız ve saçları fönsüz olduğu için kapatıyor? Peki, kaçı mutfaktaki masanın üzerine yerleştirdiği cep telefonundan derse bağlanmak zorunda kaldığı için kamerasını kapalı tutmak zorunda kalıyor.
Evet, çevrimiçi eğitim konusundaki hal-i pür melalimiz böyle olsa da kör-topal, artık alışmaya (katlanmaya mı yazsaydım acaba) başladığımız online eğitimde hiçbir mesafe almadık da değil. Hiç değilse geçtiğimiz senenin Bahar Döneminin (ortalama olarak Şubat-Haziran 2020) bilinmezliği, kakofonisi, her dersin hocası ve öğrencilerinin kendi kervanlarını kendi yollarında düzerek aşmaya çalıştıkları bir dönem sona erdi. Üniversite yönetimleri (hiç değilse bir çoğu) bu konuda bir takım düzenlemeler yapmaya, kural ve usuller belirlemeye başladılar. Artık, hiç değilse, eleştirebileceğimiz, hatalarından, eksiklerinden bahsedebileceğimiz bir online eğitim sistemimiz oluşmaya başladı. Neyin eksik, neyin yanlış olduğunu dahi bilmediğimiz bir dönemi atlattık artık.
Ya Korona sonrası? Ben hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ama şimdiki gibi de devam etmeyeceğini düşünenlerdenim. Elbette kampüslerin kapılarına kilit vurulmayacak, tüm eğitim bilgisayar ve tablet ekranlarına taşınmayacak; Korona kalkar kalkmaz, belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez (hadi biraz mübalağa yapıp sahn-ı seman medreselerinin müderrislerini ve suhtelerini de katalım işin içine) öğrenciler ve hocalar topyekun, güle oynaya, şevkle ve iştiyakla (en azından bir ay) kampüsleri dolduracağız. Cumhuriyet tarihinin o eşi menendi görülmemiş “bir ay”ında yoklama bile alınmayacak, sınıflar, kantinler, fakülte koridorları hınca hınç dolacak… İşte yeni eğitim sistemiyle de belki de o henüz tam tarihini kestiremediğimiz “bir ay” bittikten sonra yüz yüze geleceğiz. Artık bir online eğitim realitesi var. Korona geçse de üniversitelerin tüm bileşenlerinin (üniversite yönetimleri, hocalar, öğrenciler ve aileleri) bu yeni yapıya olabildiğince uyum sağlamaları, hiç değilse bunun için çaba göstermeleri gerekiyor. Öncelikle artık online/çevrimiçi eğitim realitesini kabul etmemiz lazım. “Online eğitim”in arızi, gelip geçici, mecburen katlanmak zorunda kaldığımız ve Korona’dan sonra da kaldırıp atacağımız bir uygulama değil, eğitimin asli bir unsuru olduğunu kabullenmeli ve buna göre eğitim sistemini dönüştürmeyi tartışmaya başlamalıyız. Çünkü uzun bir süre üniversitelerin kalitesini, online eğitim ile yüz yüze eğitimi nasıl entegre ettikleri belirleyecek gibi görünüyor.