Cumhurbaşkanlığı makamı için “köşk”ten “külliye”ye doğru dönüştüğümüze göre, sıra artık üniversitelerdedir: Halka yabancılaşmış, “ekmeğin fiyatını bilmeyen”; rektör, dekan, profesör, doçent gibi halkın maneviyatına aykırı unvanlara sahip bu güruh için de bir şeyler yapılmasının zamanıdır (!) Nedir bu “doçent” falan! Nitekim bu unvanların kabulünden nerdeyse 20 yıl sonra 6-7 Eylül 1955’te yaşanan polgromda bile, dükkânındaki tabelada “Doç.Dr.” yazan bir doktor, gayrimüslim zannedilerek darpedilmeye kalkışılmış; “galeyan”a gelen “millliyetçi-mukaddesatçı” halk, “doçent”i bir “gavur” (!) ismi sanmıştı.
Reform adı altına üniversitelere yapılan bu zulüm (!) -tahmin edebileceğiniz gibi- tam da Cumhuriyet Bayramı adı altında danslı, balolu içkili kutlamaların yapıldığı, CeHaPe zihniyetinin hâkim olduğu bir dönemde gerçekleştirilmişti. 31 Mayıs 1933 tarihinde çıkarılan 2252 Sayılı Kanun ile “İstanbul Darülfünunu ve ona bağlı bütün müesseseler kadro ve teşkilatlarile beraber 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren mülga” (1. Madde) edilmesine karar vermiştir. Aynı kanun Maarif Vekaleti’nin “1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren İstanbul’da İstanbul Üniversitesi adı ile yeni bir müessese kurmağa” memur olduğunu belirterek bakanlığın “…üniversitenin teşkilatına ait kanun layihasını en geç 1 Haziran 1934 tarihine kadar Büyük Millet Meclisine tevdi” etmekle görevli olduğunu da belirtir.
Bakanlar Kurulu 24 Ekim 1934’te İstanbul Üniversitesi Talimnamesi’ni yayınlar. Bu talimname aynı zamanda, hem o bu tarihten sonraki tüm üniversitelerin iç örgütlenmesini hem de üniversite kurumu ile ilgili temel kurum, makam, rütbe ve süreçlerin de yeniden tanımlandığı bir talimatnamedir. Aslında hukukî olarak adı talimatname olsa da Türkiye üniversite tarihindeki en önemli metinlerden biri olarak kabul edilebilir.
Ekteki belgede de görebileceğiniz gibi 6 Kasım 1933’de Maarif Vekâleti, İstanbul Üniversitesi kadrolarını açıklar ve “Prof. Dr.” Ömer Neşet Bey “Rektör” olarak atanır. Edebiyat Fakültesi “Dekan”ı ise Köprülüzade Mehmet Furat Bey’dir.
*
İstanbul Darülfünunu, medreselerin tersine, Cumhuriyet döneminde kapatılmamış, aksine, 21 Nisan 1924 Nizamnamesiyle idari yapısı yeniden düzenlenmişti. Belki “köşk”ten “külliye”ye doğru evrilen canım ülkemizde, Yeni Türkiye’nin(!) “yeni üniversiteleri” için yepyeni isimler arayanlar için rehber(!) olur diye bu nizamnameden yola çıkarak üniversitelerin eski yapılarına şöyle bir göz atalım.
Bugün “rektör” olarak anılan yönetici o dönemde “emin” olarak anılırdı. Emin seçilebilme hakkı sadece müderrislere aitti. Emin, tüm müderris ve muallimlerin oyları ile belirlenen iki kişi arasından Maarif Vekâleti tarafından seçilir ve üçlü kararname ile üç yıllığına görev yapardı. Emin, bakanlık adına üniversiteyi yönetmekle görevliydi. Bugün ise Erdoğan, emin olduğu bir hocayı Emin olarak atama hakkına sahip.
“Divan”, aşağı yukarı bugünkü “üniversite senato”larına denk gelmektedir. Eminin başkanlığında toplanan ve Fakülte Reisleri’nin de dahil oldukları Divan, üniversitenin en yüksek karar organı olarak kabul edilirdi.
Fakülte Reisi, bugünkü dekanlardır. Reis’in seçimi yakın zaman önceki dekan seçimlerini andırmaktadır. Darülfünun Divan’ı tarafından seçiliyor gibi görünse de aslında Maarif Vekâleti tarafından seçilip, Cumhurbaşkanı’nca tayin edilir; üç yıl görev yapardı. Bugün, eğer yanlış biliyorsam, Fakülte Reisi de Reis tarafından atanıyor.
“Meclisi Müderrisîn”, bugünkü fakülte kurullarını andırır. Her fakültenin kendi müderris ve muallimlerinden oluşan bir meclisi müderrisîni vardı ve bu meclis her ay toplanıyordu. Müderris ya da muallimlerden en az 6 kişinin yazılı talebi ya da Reis’in talebi üzerine de olağanüstü toplantı gerçekleştiriliyordu. Meclis-i müderrisînin görevlerinden birisi de Reis’in göstereceği iki adaydan birisini oylarıyla Katib-i Umumî’liğe (fakülte sekreteri) seçmekti.
Öğretim üyelerinin statüleri de şöyleydi. En altta bugünkü Araştırma Görevlisi’ne denk gelebilecek Müderris Muavinleri bulunurdu. Darülfünun ve/ya medrese mezunları arasından ya da lise öğretmenleri arasından seçilen Müderris Muavinleri sınavla alınıyordu ve müderrislerin çalışmalarına yardımcı olmak, öğrenci sınavlarında mümeyyiz olarak bulunmak gibi görevleri vardı.
Muallimler, en az altı ay müderris vekilliği görevinde bulunmuş kişiler arasından seçilirdi. Meclis-i Müderrisîn, muallimlik niteliklerine sahip kişiler arasından salt çoğunlukla bir aday belirler ve bu aday Divan’ın onayına giderdi. Burada da salt çoğunluğa dayalı oylama yapılır ve Maarif Vekâlet’inin onayı ile tayin edilirdi.
Darülfünunun en yüksek akademik unvanı müderrislikti. Müderris olabilmek için, 10 yıl muallimlik yapmış olmak ve bilimsel çalışmalar yapmış olmak şartı vardı. Müderris adayı olan müallim, Medrese Reisi’nin teklifi üzerine Meclis-i Müderrisîn ve Divan’ın üçte iki oyu ile seçilirdi.
Bilumum emin, reis, müderris, muallim ve müderris muavinlerine itinayla tebliğ olunur…