ABD Başkanı Donald Trump, ikinci başkanlık dönemine agresif ve tartışmalı hamlelerle başladı. Henüz yemin törenini gerçekleştirmeden, Grönland’dan Panama Kanalı’na ve Kanada’ya kadar geniş bir coğrafyada açık emperyalist taleplerini ortaya koydu. Hayri Kozanoğlu, Trump’ın bu hamlelerini BirGün’deki köşesinde detaylıca değerlendiriyor ve ABD’nin bu yaklaşımının arka planını gözler önüne seriyor.
Grönland ve Küresel Isınma
Dünyanın en büyük adası olan Grönland, küresel ısınmanın etkileriyle jeopolitik bir merkez haline geldi. Kozanoğlu, Grönland’ın buzullarının erimesiyle yeni deniz ticaret yollarının açıldığını ve adanın zengin maden rezervlerinin daha erişilebilir hale geldiğini vurguluyor. Adanın %25’ini nadir toprak elementlerinin oluşturduğu ve bu kaynakların ABD gibi büyük ekonomiler için stratejik önemde olduğu ifade ediliyor. Trump’ın, Grönland’ı satın alma önerisinin, Danimarka ve Grönland hükümetlerinden ret yanıtı almasına rağmen, “Diyaloga açığız” diyen Danimarka Dışişleri Bakanı’nın ifadelerinin diplomatik baskı anlamına geldiği değerlendiriliyor.
Panama Kanalı: MAGA’dan Panamaga’ya
Trump yanlısı medya organlarında, Panama Kanalı için kullanılan “Panamaga” ifadesine dikkat çeken Kozanoğlu, ABD’nin kanal üzerindeki eski egemenliğini geri kazanma arzusunu eleştiriyor. 1977 yılında Panama’ya devredilen yönetim hakkına rağmen, Trump yönetiminin geçmişteki emperyalist yaklaşımları diriltmeye çalıştığını belirtiyor. Ancak Çin’in bölgedeki liman yatırımlarının, Trump’ın iddialarına rağmen kanal işletiminde söz sahibi olmadığını ekliyor.
Kanada: Cüretin Zirvesi
Trump’ın Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti olmaya davet etmesi, başta ekonomik tehditlerle başlayan ama aslında gerçekçi olmayan bir çıkış olarak yorumlanıyor. Kozanoğlu, Kanada’nın kendine özgü sosyal yapısı ve ABD’den daha eşitlikçi refah devleti modeliyle bu tekliflere kesinlikle sıcak bakmayacağını ifade ediyor. Ancak Trump’ın bu önerisiyle, cüretkarlığının sınır taşımayacağını göstermek istediği de belirtiliyor.
Tarihten İlham: Monroe Doktrini ve William McKinley
Kozanoğlu, Trump’ın hamlelerini tarihsel referanslarla analiz ediyor. 1823’teki Monroe Doktrini’nin “Amerika Amerikalılarındır” sloganıyla ABD’nin Latin Amerika üzerindeki kontrolünü artırdığına dikkat çekiyor. Trump’ın, ABD’nin 25. Başkanı William McKinley’i rol model olarak seçtiğini ve onun yayılmacı politikalarını yeniden canlandırmayı amaçladığını savunuyor.
Neden Şimdi? Trump’ın Emperyal Gündeminin Arkasındaki Sebepler
Trump’ın bu hamlelerinin ardında iki temel motivasyon yatıyor. İlk olarak, Kozanoğlu’na göre, Trump ekonomik ve sosyal politikalarından hayal kırıklığı yaşayacak seçmen tabanını bu tür dikkat dağıtıcı hamlelerle tatmin etmeye çalışıyor. İkinci olarak, Ukrayna savaşı, Ortadoğu krizleri ve Çin’le gerilimler gibi büyük sorunlardan kamuoyunu uzaklaştırma çabası öne çıkıyor.
Yeni Dünya Düzeni: Liberalizmden Geri Çekilme mi?
Kanadalı akademisyen Michael Ignatieff’in yorumlarına atıfta bulunan Kozanoğlu, Trump’ın bu adımlarının, ABD’nin uluslararası liberal düzenin liderliğinden geri adım atması ve dünyanın üç büyük etki bölgesine ayrılmasının bir işareti olabileceğini belirtiyor. Bu yeni düzen, Çin’in Doğu Asya, Rusya’nın Avrasya ve ABD’nin Batı Yarımküresi üzerinde etkisini artırdığı bir dengeyi işaret ediyor.
Sosyalistlerin Bakışı
Kozanoğlu, Trump’ın açık emperyalist taleplerinin sosyalist mücadeleler açısından hem avantaj hem de dezavantajlar sunduğunu ifade ediyor. Bir yandan, bu açık talepler, emperyalizmi teşhir etmek için fırsatlar sunarken, diğer yandan güç ve şiddet kullanımını özendiren bir iklim yaratma riski taşıyor.
Kozanoğlu yazısını, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya hedefinin bu tür emperyalist girişimlere karşı örgütlü bir mücadeleyle mümkün olabileceğini vurgulayarak sonlandırıyor.