ABD Başkanı Donald Trump, ülkede giderek düşen doğum oranlarına karşı çözüm arayışında. Son önerisi, çocuk sahibi olan ailelere 5.000 dolarlık tek seferlik bir “bebek teşviki” vermek. Ancak bu öneri, artan yaşam maliyetleri, yetersiz çocuk bakım imkanları ve ebeveynliği değersizleştiren kültürel atmosfer gibi temel sorunlar karşısında yalnızca yüzeysel bir jestten ibaret kalıyor.
Trump, geçtiğimiz hafta The Post’a verdiği demeçte bu teşviki “iyi bir fikir” olarak nitelendirirken, altı çocuk annesi olan köşe yazarı Bethany Mandel’in de belirttiği gibi, bu miktar bugün ABD’de bir doğumun hastane masrafını dahi karşılamıyor. Mandel, 5 bin dolarlık ödemenin boğulmakta olan birine uzatılan yetersiz bir yardım gibi hissettirdiğini belirterek, Amerikalı ailelerin geçici teşviklere değil, kalıcı ve anlamlı politika değişikliklerine ihtiyaç duyduğunu vurguluyor.
Bugün Amerika’da doğurganlık oranı, CDC verilerine göre, kadına 1.62 doğuma kadar gerilemiş durumda. Nüfusun kendini yenileyebilmesi için gereken oran ise 2.1. Ancak doğum oranlarının düşmesinin arkasında sadece ekonomik kaygılar değil, aynı zamanda evlilik oranlarındaki dramatik düşüş de bulunuyor. 1970’ten bu yana evlilik oranı yüzde 60 azaldı. Evliliğin hala çocuk sahibi olmanın en güçlü belirleyicisi olduğu düşünüldüğünde, tek seferlik nakit ödemeler yerine aile yapısını ve evliliği destekleyen daha köklü çözümlere ihtiyaç olduğu açıkça görülüyor.
Kongre’de bazı Cumhuriyetçi vekiller, özellikle Temsilci Blake Moore (Utah), bu soruna daha kapsamlı yaklaşımlar geliştirme çabasında. Moore’un sunduğu “Önce Aile Yasası” (Family First Act), Çocuk Vergi Kredisi’ni (CTC) genç çocuklar için 2.000 dolardan 4.200 dolara çıkarıyor; ayrıca hamile kadınlar için yeni bir 2.800 dolarlık kredi öngörüyor. Bu teklif, çocuk yetiştirmenin yalnızca bir kerelik bir maliyet olmadığını, uzun vadeli bir sorumluluk olduğunu kabul ediyor.
Buna rağmen, önerilerin merkezinde hala, kadınların ve ailelerin yaşamlarının siyasi otoriteler tarafından şekillendirilmesi anlayışı yatıyor. Kadınların ne zaman ve kaç çocuk doğuracağına dair kararların, ekonomik teşviklerle yönlendirilmek istenmesi, hem bireysel hakların hem de kadınların yaşam üzerindeki özerkliklerinin açık bir ihlali olarak değerlendirilebilir.
Benzer bir zihniyet Türkiye’de de gözlemleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yıllardır Türkiye’de azalan doğum oranlarına karşı kadınları daha fazla çocuk doğurmaya teşvik eden söylemler geliştiriyor, ancak tıpkı Trump gibi, doğum sonrası yaşamın zorluklarına dair ciddi ve sürdürülebilir çözümler üretmiyor. Kadınların çalışma hayatında maruz kaldıkları zorluklar, çocuk bakım hizmetlerinin yetersizliği, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişimde yaşanan sorunlar görmezden gelinmeye devam ediyor.
Üstelik yalnızca doğum sayısına odaklanmak, doğan çocukların yaşam mücadelesine kayıtsız kalındığını da gösteriyor. Artan gelir eşitsizlikleri, çocuk yoksulluğu, sağlık hizmetlerine erişim sıkıntıları ve eğitimdeki adaletsizlikler, nüfus politikalarının odak noktası olmaktan hala çok uzak. Çocuk doğurmayı teşvik etmek kolay; fakat doğan çocukların sağlıklı, güvenli ve adil bir ortamda büyümeleri için gerekli sistemleri kurmak siyasi irade gerektiriyor.
ABD’de de, Türkiye’de de, gerçek bir çözüm, gösterişli “bonuslar” veya popülist söylemlerle değil, uzun vadeli ve hak temelli sosyal politika reformlarıyla mümkün olabilir. Aileleri yalnızca çocuk doğurmaları için teşvik etmek değil, onları ekonomik, sosyal ve kültürel olarak desteklemek esas olmalıdır.
Trump’ın önerisi ve Moore’un nispeten daha kapsamlı yasa tasarısı arasındaki farklar ne olursa olsun, asıl ihtiyaç duyulan şey, kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde gerçek bir söz hakkı tanıyan, aile yaşamını sadece ekonomik üretkenlik aracı olarak değil, bireysel özgürlüklerin ve toplumsal refahın bir parçası olarak gören bir anlayıştır.
Bugün Amerikan toplumunun — ve birçok ülkenin — ihtiyacı, aydınlık, gerçekçi ve insan onuruna saygılı bir aile politikasıdır. Yamalı teşvikler ya da basit sayısal hedeflerle bu kriz aşılamaz.