Toplumda özgürlük, sanatta özerklik

Birey sanat arasındaki ilişki özgürlükler devreye girdiğinde gereklilik haline dönüşür. Birey olarak bir ifade şekliyken sanat, toplumsal olarak tanımlama arz eder ve ihtiyaç çoğalır. Özgürlükler ile sanat arasındaki ilişkiyi şu şekilde örneklendirebiliriz. Bir kişinin sanata ihtiyacı yoktur, iki kişinin kendini ifade şekli olarak sanata ihtiyacı vardır. Birey sayısının arttığı ölçüde empati artar ego artar ve bireysel özgürlükler daralır ve sanat, anlatmanın hatta tanımlamanın bir gerekliliği olarak var olur. Anlaşma dili toplum kalabalıklaştıkça yetersiz kalır. Tanımlama dilinin (ruhsal zihinsel) estetize edilmiş şekli diyebileceğimiz sanat bu noktada ihtiyaç olarak devreye girer. Tanımlama dilinin zihinsel yanıyla felsefik, ruhsal yanıyla da psikolojik bir yakınlık kurar bireyle zira. Bu bağlamda bireyin temsil sorumluluğunu üstlenir ve bir yerde sanat. Bireyin özgürlüğü dolayısıyla öz-benliğe erimini karşılayacak bir yalnızlık şartıyla. Özgürlükçü düşüncenin temelindeki yalnızlık kavramına denk düşen bir bireysellik ki toplum içinde imkânsız, sanat içinde mümkün. Ama sanatçının özerkliğiyle mümkün!

Öznelliğini toplum içinde kaybeden bireyin öznelliğini görme ve duyumsama isteği çünkü ancak bununla mümkün.

Etkileşimler içinde algının çeşitlenip yine etkileşimlerle bir diğerine göre davranmanın özgürlükleri yok ettiği “modernleşen’’ ve otoritenin olduğu toplumlarda, bireyi –toplumu temsil, özerklikle layığınca yapılabilir ki birey, öznesini ve diğerlerini ve ilişkileri tanımlama kısıtlamasıyla karşı karşıya kaldığında yetkin bir dal arar kendine.  Bununla birlikte otoritenin ve toplumun bireye yaptığını, sanata yapma hakkını yani kendi çerçevesinde onu daraltma hakkını da kendinde görür birey. Bu bir nevi alışkanlıklar bütünüdür. Otoritesini sanat üzerinde yetkin kılma, sanatta kısıtlama hali; tabiri caizse “sanat sanat içindir” rampasına kaçışıdır nedense sanatçının. Oysa bu; özgürlükler konusunda, toplumun ne kadar açık ya da kapalı olduğuyla alakalıdır. Ve sanatçı özerkliğine ket vurmamalıdır. Sanat herkes içindir. Ve özerkliğini kaybettiği takdirde etken durumdan edilgen hale yol alan, yöneten yerine sıradanlık yaşayan olarak eleştirilecektir. Ve bu muhakkak sanatın biçimine ilişkin bir eleştiri olmaktan çok onun doğrudan kendisine yöneltilmiş bir eleştiri olacaktır.

Toplumun aradığı özgürlük anlayışı sanatçının özerkliği içinde kendini var edebilir. Çünkü sanatın dili; bastırılmışlıklar üzerinedir en çok ve toplum için bir özgürlük yoktur; etkenler, etkileşimler ve otoriteler sebebiyle. Otoritenin her türlü özgürlüğü olduğu gibi özerkliği de ret etmesi otorite için ne kadar olağansa, bunun karşıtlığının birey olarak reddi de o kadar olağandır. Sanat toplumu oluşturan bireylerin sorumluğunu taşır bu noktada. Yukarıda bahsedilen temsil tam olarak budur.

Sanatın üzerinde hissettiği devlet baskısı, toplum baskısı, sanatçı baskısına rağmen…

ki sanat çevrelerinin oluşturduğu (burjuva cemaat vs. irisinden ufağına adına ne dersek diyelim )oluşturulmasının temelinde otorite yatar.

Mill’in de dediği gibi ‘’Kararlaştırılmış bir düşünceden daha tehlikeli bir şey yoktur.” Yaratım bireyseldir. Yaratımların ya da başka otoriterlerin vasıtasıyla bir araya gelmiş oluşumlar sanat üzerinde etkin hale geldiğinde sanatın ve /veya sanatçının öznelliği ve dahi güvenlik duvarı yıkılır. Bu güvenlik duvarının yıkılışıyla sanat kendine başka akımlar aramaya başlar ve yaşamı yaşanabilir kılan şeyler üretmeyi bırakır. Kirli edebiyat yeraltı edebiyatı-kaotik -depresif sürrealist anlatımlar gün ışığına çıkmaya başlar. Bu tepkidir daraltmalara karşı ve sanatın o düş yüzü birden deneysel (ampirik) oluverir. Yaşamın yaşanmazlığını aktarmaya başlar kısaca özgürlük ilamıyla sanatçı. Çünkü toplumun özgürlük umuduna güvenlikli yaşama umudu da eklenmiştir. Ve kalabalıklaşan ve giderek karmaşık ilişkiler içinde kendini yeniden üreten modern toplumun yeni tanımlamalara ihtiyacı vardır. Artan sosyo ekonomik siyasi sorunlarla başa çıkmak için Rousseau’nun öngördüğü gibi kabilelere bölünme, doğaya ve kendine yönelme ihtimali ya da, zorunlu bir yalnızlığa çekilme olasılığı yoktur. Bundandır ki sanatçı toplumdan uzaklaşmadan bireyselliğine dönmeli özerkliğini ele almalıdır.

Kimse (bilhassa bu çağda) kendinden bir sanat eseri yaratamaz

Sanatçı bunun için; topluma ayna olmak ile toplumun aynası olmak arasında kendi kurallarını kendi belirleyendir!