Sol’un Ötekileri 5 : Bir cv Öyküsü

cv

cv denen bir şey var; mutlaka haberiniz vardır, duyulmuştur biryerlerden en azından, işe girerken, her hangi bir yerde “yükselmek” için debelenirken vs. vs. karşınıza, karşımıza çıkıveren; alabildiğine küstah bir o kadar da kibirli bir kısaltma… piyasa için önemli, hem de çok önemli; “piyasa bizim sorunumuz değil” deseniz de bir kez daha anlatılmasında ısrarlı olduğum için açıklamaya çalışacağım. CV: kişisel statünüzü belirleyecek kariyer özelliklerinizin dökümü, yani “kartvizitinize” neleri yazdırırsınız, neleri yazarsınız? Bilmem ne üniversitesinde profesör, bilmem ne enstitüsünde idari sorumlu, bilmem ne araştırma kurulunda başkan, yayınları-kitapları şunlar bunlar, şurada burada yapılan konuşmalar, aldığı eğitimler-verdiği eğitimler… vesaire şeyler. Türkiyeli kimi sosyalistlerin, nedendir bilinmez, pek sevmediği bir gazetecinin söylemiyle “unvanların satırlar, sayfalar doldurması” meselesi; üretilen, imzanın olduğu metinden uzun. Ancak özellikle “akademizm” hastalığından muzdarip solcularımızın pek de değer verdiği birşeydir cv…

CV; onların sözümona düşledikleri mülkiyetsiz dünyada, sahip olduklarını düşündükleri bilgi mülkiyetlerinin, üretimlerinin otorite garantili tapusundan başka bir şey değildir oysa.

Yaşantımın bir döneminde, işsizliğe doğru adım atma olasılığının güçlendiği günlerde yeni iş arayışlarım hızlanmış ve başvurduğum her yer benden “cv” istemeye başlamıştı; başvurunun ön kabulü için zorunlu bir inceleme; “cv’me göre uygun zamanda yanıtlayacaklar ya da görüşmeye çağıracaklar” mış. Gerçekten zor bir iş, kendini patrona-devlete-otoriteye beğendirmek için “cv” oluşturmak. (Doğrusu boş bir sayfadan ibaret olmalıydı.) Bu süreçte incelemeye çalışarak kopyalama derdine düştüğüm birçok “cv” beni derin bir karamsarlığa düşürmedi değil. Özellikle sosyalist akademisyenlerin “cv” çabaları takdire şayan. Yani hayret verici bir şey bu durum arkadaşlar; sosyalistlikle yuppilik arasındaki sınırın inceliğini, geçirgenliğini örnekliyordu gördüklerim. (Kuşkusuz dedikodu için iyi malzeme içeren bir mevzu.) Her neyse “özelimize” dönelim; yeterince dolu, gösterişli bir “cv”m –bir geçmişim!- olmadığı için tüm başvurularımdan beklenebileceği gibi eli boş döndüğümü de ekleyeyim. Sonunda tersine ya da olamayan bir “cv” (ya da portföy!) oluşturdum; ne yazık ki bunu hiçbir yere yollayamıyorum, en azından bir kısmını şu akademisyenlik meselesi bağlamını gündeme getirerek da az sayıdaki okurumla paylaşayım dedim. 

Aklıma gelebildiği kadarıyla CV notlarına geçmeden belirtmeliyim ki, yazar ya da sanatçı olduğum iddiasında değilim; sadece naçizane/naiv bir öykü yazmış ve bu novellayı kitaplaştırmak istemiştim;

CV: [Son öykü kitabım kahramanı nihilist ve küçük burjuva ideolojilerinin etkisinde olduğu ve toplumcu gerçekçi olmadığı,  küfre ‘gereğinden fazla yer verdiği’ ve ‘seks unsurları içerdiği’, ‘kadın erkek cinselliğine yer verdiği’ –ne demekse!- için, duvarları Marx, Lenin ve Stalin fotoğraflarıyla süslü merkezi olan bir yayınevi tarafından red edildi. Tebligat bir birahanede,  yayınevi gönüllülerinden biri tarafından Stalinci ruh haline yakışır bir ciddiyetle yapılmasına rağmen bu tarzın bürokratik unsurları pek önemsenmiyordu; talep etmeme rağmen kitabım hakkındaki görüşleri tarafıma yazılı olarak iletilmedi. Bu “görüşmeden” aklımda kalan ise bana/öyküye ‘cinsellik ve öykü kahramanının ilişkileri’ kapsamında eleştiriler yönelten, ders vermeye çalışan  genç devrimci arkadaşımızın “arkadaşlık siteleri” aracılığıyla “edindiği” yabancı uyruklu sevgilisininde bu görüşmede yer almasıydı.

Aynı kitap, değerinden bağımsız olarak öykünün  kahramanı örgütlü mücadeleyi değil de bireysel mücadeleyi tercih ettiği ve dolaylı olarak bireysel anarşizmi övdüğü gerekçesiyle Troçkist bir yayın evi tarafından reddedildi. 

Kamuya ait bir enstitüde yaptığım tez çalışması “anti-kemalist gibi görünüyor” gerekçesiyle reddedildi…

Bir yazı dizisi çalışmam aktif olarak içinde yer aldığım bir yapılanmada “sosyalistleri zamansız yere” eleştirdiği için engellendi: engellemeden önce tarafıma otosansür önerisinde bulunuldu.

Resmi tarih üzerine makalelerimden biri cemaatci ve aynı zamanda sosyalist olabilme becerisine sahip bir akademisyen editör tarafından “içerik ve biçim akademik kurallara uygun değil, böyle bir metni editörlüğünü yaptığım kitaba koyarsam beni akademide tefe koyarlar” denilerek reddedildi, daha sonradan içerikle ilgili “korkular” ayrıca (ve yazılı değil) sözel olarak dile getirildi… Anlaşılan o ki cv derdinde olanlar cv’lerine koymaktan imtina edecekleri “şeyleri” yazmamak konusunda ısrarcıydılar!

Çok sayıda yazımın yayınlandığı bir derginin yayın kurulu otuza yakın yazımın ardından birden yazılarımın “küçük burjuva züğürtlüğünün göstergesi olduğuna” karar verdi.

… vesaire

… vesaire

Siyasi kimliğimi “kendi halinde bir küçük burjuva radikalist” olarak tanımlayabilirim. Ve haklı ve doğal olarak cv’im boş bir sayfadan ibarettir. Boş sayfa onurumdur.]

 

biçim sorunu

Akademi ve biçim kelimeleri bir araya geldiğinde yıllarca önce yapılan bir “eylemi” anımsıyorum; “tüy sıklet eylem” olarak adlandırmakta hiçbir sakınca yok. Çünkü doğrudan tüy ve biçimle ilgili bir akademisyen eylemi. Sorarsanız hepsi sosyalist; yakışır! Yanlış anımsamıyorsam kısa saçlı oldukları için örgüt üyesi olduklarına karar verilerek tutuklanan/gözaltına alınan öğrencileri desteklemek amacıyla yapılan bu eylemde unvanları ve uzmanlıkları sayfalar/cv ler dolduran sosyalist akademisyenlerimiz sözde saçlarından ve tüylerinden kamuoyu önünde vazgeçerek saç sakal tıraşı oldular(mı?). Biri dışında hayır; neden: yürekleri biçimden –saçından- bile vaz geçemeyecek kadar korkak…  Saçlarından ya da sakallarından birkaç tüyü ancak feda edebildiler. Bunca yıldan bu yana saç sakal ve/veya tüyleriyle edindikleri özenli/özentili ve şanlı imajlarını neden feda etsinler değil mi. Çünkü bu imajlarıyla sosyalist devrim bayraklarına profil vereceklerini sanıyorlar. Zavallılar. CV oluşturmanın bir yolu da imaj olmalı.  (Bu imajın altına alt alta şu ifadelerin yazılmasında da bir sakınca görülmeyebilir: YÖK unvanları, akil adam, yetmez ama evetçi, muhalif parti lideri… siz uzatın cv’yi)

Gençlere, sosyalizme/devrime heves eden gençlere ve tabii ki küçük burjuva dostlara naçizane bir önerim var: fiziksel biçimine bu kadar önem veren sosyalistlerden şiddetle uzak dursunlar. Hadi diyelim bunca zaman uğraşmış saçına sakalına bir biçim vermiş ancak bunu feda edemeyen, keline saç ektiren, estetik kaygılarla burnunu cerrahiye teslim eden sosyalistlerden uzak dursunlar.

cv

Cv meselesine devam edelim; her geçen gün yenisini ekleyerek –ve konjoktürel olarak eleyerek-  devam ederler cv doldurmaya. CV yalnızca statünün değil, statüyle beraber dolan cüzdanında göstergesidir. Biz statüler meselesini etik açıdan tartışalım, vahşi kapitalizm statü mevzuuna bir el atışla onu maddileştirerek garanti altına alınmasına aracılık etmiştir. Hiç kuşkusuz iş “ekmek parası” olarak algılandığı sürece bu bağlamdaki etik sorun sofistike bir halde kalmaya devam edecektir. Çünkü “ekmek parası ne yapalım” sözcükleriyle takılan maskeler altında yozlaşmaya açılan kapılar “ekmek parası” sorununun bırakın etik kapsamında tartışılmasını, “ahlaklı” bir şekilde tartışılmasını dahi ötelemektedir. Burada bir diğer sorun ise bu güruhun ekmek parası için yaptıklarını, dillendirdiklerini açlar, yoksullar ve “sefiller” için yaptıklarını iddia etmeleridir ki, onların üstüne aç sınıfların lanetini dilemekten başka şu an itibariyle elimden bir şey gelmemektedir.

Bırakın o günkü “açlığını” birkaç kuşaklık ekmek parasının/rantının sahibi olduğu halde içinde bulunduğum yapılanmalardan birinde konferanslara katılmaktan “beni üniversiteden atarlar, emekli olmak zorunda kalırım” diyerek kaçan, binanın önünden geçmeye dahi tereddüt eden, hadi belden aşağı vurmayalım ama “korkan” demekte sakınca yok, değerli bir sosyolog hocamızı/hocanızı anımsayıverdim birden. Put lafını diline dolayıpta toplantı salonuna koydurmak üzere büstünü yaptırmakta sakınca görmeyeni değil!

Büst cv’nin şahlanmış halidir: bu da benim naçizane aforizmam olsun! 

Avrupa başkentlerinden bahşedilen nakdi yardımla üretilen proje adı altındaki diyareik metinlerle yalnızca cüzdanlarını değil cv’lerini de dolduran ve hatta “ekmek parası” retoriğini “demokrasi” retoriği ile birleştirip ve hatta kaynaştırıp akademik basamak ve yönetim kadrolarında yer kapmayı sosyalistçe bir zafermiş edasına bürünen mangaldakülbırakmazgillerden sosyalist akademisyenleri, dostlarınızı arkadaşlarınızı anımsayıverdim birden. Kalkamadıkları için yatan ve kalktıkları anda yaptıkları ilk şeyin “eski” cv’lerini temizlemek olan.

Bir not: bu bağlamda hoşgörüm, ekmek parası retoriği ile konuşma hakkı iddiasındaki dengelemeyle mümkün olacaktır ancak. Olduğunuz olabildiğiniz kadar, olduğunuz durduğunuz yer kadar söz hakkınız olsun beyler; biz küçük burjuvaları yıllardan beri bu argümanla susturmadınız mı?

kin

İçimdeki kin duygusunun zaman zaman –sıkça!- şahlanışına şaşırıyor olabilirsiniz. Bir küçük burjuvanın ve hatta kendisini sosyalist piyasadan özgürleştirmiş emekçinin ve mülksüzlerin elindeki en güçlü silahın “kin” olduğunu yıllardan beri savunur dururum. Kin bir doğaya ait – doğal bir durumdur; işte bu nedenle ideolojilerin müdahalesinden bağımsız kalacak kadar güçlüdür. Bu nedenle amacından bağımsız kin duygusu en değerli varlığımızdır; ve naçizane önerim onu sağlı sollu demeyeceğim, sollu ve sollu ideolojik piyasaya, kültür kalıplarına peşkeş çekmeyin. Onu kapitalizmin ve ona öykünen diğer otoriter ideolojilerin hamhalat sosyalistler için özenle inşa ettiği hümanizm tapınağına kurban etmeyin.

Israrla diyorum ki devrimi yapacak olan, ne yazlık ev, özel okul taksidi derdine düşmüş emekçiler (bakınız tekel işçileri) ne de ego sorunlu “sosyalistlerdir”.

Devrim kinlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan küçük burjuvanın eseri olabilir ancak.  

cv’im ya da portföy meselesine devam

Şu cv meselesine hırslandığım günlerden birinde yazılarımla ilgili olarak aldığım e-posta eleştirilerdeki kimi sıfatlama çabalarını da kişisel cv’ime eklemekte bir sakınca görmedim, çünkü başka türlü gelişeceği yok. Paylaşayım; sosyalist aydınlara yönelik kırıcı eleştiri birincisi. İkincisi ise “halk düşmanlığı”. Birincisi “boş”  cv’me yazılmayacak denli önemsiz. İkincisini ise coşkuyla ekleyebilirim: halk düşmanlığı…

Halk unsurunu ister somut isterse soyut bir şekilde ele alıp onun fetişe edilmesine biçimsel olarak değil özünde, bir nitelik sorunu olduğu için karşı olduğumu tekrar belirtmek isterim. Ve ona bir değer biçilmesine oldum olası şaşırmışımdır. Benim gibi bir küçük burjuva için “halk” tümüyle katışıksız/saf bir gericiliği niteler. Halk bu özelliği ile tarih boyunca despotların müridi olmuştur ve “otoriter sosyalistlerin” resmi tarihi bu gerçeğin görülmesini öteleyerek mücadelelere kalıcı darbe vurabilen ideolojik bir zor aracına dönüşmüştür. Resmi tarih yazımları, halkın despotizmlerin temel suçlu olarak görülmesini engelleyerek kendi despotizmlerinin meşruiyetine ideolojik zemin hazırlamıştır. Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir zaman bu bağlamda nedense suçlanmayan, tüm pragmatik siyasi kurguların genel af öznesi olan halk aslında despotizmin, her türden faşizmin temel öznesidir.

Halk konusundaki sözlerimin en çok akademisyenler tarafından eleştirilmesini doğruluğumun-gerçekliğimin birer kanıtı olarak alırım. YÖKdişi kulelerde kalın kitaplar arasından halkın pek bir güzel gibi göründüğünü ya da oradan öyle görmek istediklerini ya da farklı göremediklerini söyleyebilirim. Tavsiyem sokağa inmeleridir; orada çalışmalarıdır; ekmek parası için, ekmek parası argümanına sığınıp uluslararası finansı olan projeleri üretmek için değil. İşte o zaman görülecektir ki bir bütün olarak halk, duyduklarını gördüklerini yaşadıklarını insan eksenli yorumlamaktan yoksun tepkisiz/nöronsuz sadomazoşist bir dinleyici kitlesi olup bu niteliği ile –genetik geçiş!- doğuştan değil doğal olarak faşisttir.

Burada net bir ayrımı belirtmek isterim; yanlış anlaşılmamak için! Antropolojinin binlerce yıllık sosyal kurgusunun kapitalizmin derinleşmesiyle, yerleşmesiyle ve iddiaların aksine bir türlü yıkılamayışı ile tersyüz olduğunu düşünüyorum. Halk, toplum ve topluluk kavramları üzerinden şekillenen bir kurgu bu. Halkın topluma karşı bir unsur olduğunu düşünüyorum: halk versus toplum…

Kanımca yeni toplumsal mücadelelerin alanını ve alan niteliğini belirleyecek olan bu ikilemdir. Bir başka zaman ve yerde tartışılabilir. Ve bir kez daha –ve zevkle- tekrarlama hakkım olsun: “halk toplumun düşmanıdır”, ve ya da çünkü “halk insana düşmandır”.