“Ben çiçeklileri
Renklileri
Delileri severim,
Bir de delilikleri.”[1]
Akif Kurtuluş’un, “Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya; bana aynı gün ölmüş gibi geliyor hep. Bunu yeni düşünmeye başladım,” saptamasını müthiş önemserim…
Çünkü…
* * * * *
Ülkü Tamer, bir şiirinde O’ndan şöyle söz etmişti: “Tanrı/ Bin birinci gece şairi yarattı,/ Bin ikinci gece Cemal’i,/ Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı,/ Başa döndü sonra,/ Kadını yeniden yarattı”…
“Gizlidir aşk, yine de dünyaya ilan edilmek ister./ Yasadışıdır, yine de yasallık peşindedir,” diyen sevda şairiydi…
“Sevmek ne uzun kelime!” diyen müthiş bir aşıktı:
“Kuşlar toplanmış göçüyorlar/ keşke yalnız bunun için sevseydim seni…”
“Sana rastladığım gün susuzdum, yalnızdım. Bir çırpıda içtim gözlerini…”
“Dışarıya yağmur,/ Yüreğime hasret,/ Fikrime sen…/ Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden bir bilsen…”
“Bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana. Anlasana!”
“Yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? Ne güzel yaşlanırsın sen,”[2] diyen!
Sadece bu kadar değil elbet!
“Dizeleri, bizi tarihin derinliğinde buluşturur”du;[3] “Tarih öncesi köpekler havlıyordu,” diye…
Anımsayın: “Bizi kamyona doldurdular,/ Tüfekli iki erin nezaretinde,/ Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,/ Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,/ Tarih öncesi köpekler havlıyordu.”
Ailesi 1938’de Dersim İsyanı sonrasında Bilecik’e sürgün edildiğinde Cemal Süreya 7 yaşındaydı. Yıllar sonra 38 sürgününü böyle anlatacaktı:
“Her ölüm erken ölümdür,” dedirtmiş yaşadıkları O’na…
“Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız/ Adımlarımızın kısalığı bundandı/ Bundandı gözlerimin durgunluğu/ Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan/ Ellerin kadar ıssız/ Sen kadar zamansız molalar veriyordum/ Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz/ Eylül’dü,” dizelerindeki üzere…
Yedi iklim dört düvelde atardı yüreği; “Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar/ Bütün kara parçalarında/ Afrika dahil,” dizelerindeki üzere…
Hasılı Doğan Hızlan’ın, “Siyasal düşüncelerin şiirin içine nasıl yedirileceğini ondan öğrenmeli. Kaba bir ideoloji gösterisi yerine, yürekten vuran bir kelime, bir imgenin çoğu zaman en iyi slogandan daha etkili olabileceğinin göstergesidir kelimeleri,” diye betimlediği İkinci Yeni’nin şair ve kuramcılarından Cemal Süreya (1931-9 Ocak 1990), şiiri aşkla, yaşamla, toplumun sorunlarıyla yoğuran öncü şair; edebiyatın asıl damarının attığı dergilerle, dergicilikle iç içe olan bir edebiyatçı; denemeleri, günlükleri, portreleri ile kuşağının ve genç kuşağın edebiyatçılarını sahiplenen bir edebiyat dostu, ustası; edebiyat sevgisiyle dolu bir çevirmen; edebiyatı toplumsal görevleriyle ele alan bir düşünce insanıydı.
Şiirle yoğrulan yaşamıyla kendine özgü şiir yatağını yaratan öncü bir şairdir O; “Biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız/ Biz kahkahalarımızı da gizleriz/ Biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız,” diye haykıran…
* * * * *
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ hiç bir yere gitmiyor,” derdi…
“Ey umut, ey beyaz örtülerin tükenmez uzunluğu/ kimse bir gün sana koşmaktan kendini alamaz,” dizelerindeki umutlarıyla…
Düşleri vardı; “Düş sensin/ Çünkü sensin düş/ Küçücük bir kız çocuğu gibi, tam öyle gibi/ Baharını icat edersin./ Düş sensin,” diye anlattığı…
“Hiçbir dilde söylenmemiş/ Hiçbir dilde yazılmamış/ Sözler ve şarkılar içindeyim,” dizelerindeki üzereydi hâli…
Aşıktı, kararlıydı, yalnızdı toplumsal çoğulluğuyla…
Doğru bildiniz Edip Cansever’di; “Bana söz vermeliydi biri./ Sesi uzaklardan gelen/ Görünmez yıllarla ilgili,” diyen ve hepimize şöyle haykıran O:
“Geçirmiyor gövdeleri soğuğu/ Geçirmiyor sıcağı da/ Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları/ Akıyorlar sonsuza/ Ölü mü denir şimdi onlara
Kimse hüzünlü olmasın/ Sırası değil hüznün daha/ Bir gün bir şehrin alanında
Bir mermer yığınının gözlerine/ Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı/ Hüzünlensin yaşayanlar o zaman/ Sırası değil hüznün daha”!
* * * * *
“Ankara’nın şairiydi”;[4] İlhan Berk’in, “Güzel Devedikeni”ydi O…
“Kafiyeye ve ölüme inanırım,” diyen Turgut Uyar, 22 Ağustos 1985’te ayrıldı aramızdan…
Şiirin “Büyük Saati” Turgut Uyar’ın doğumu gibi ölümü de Ağustos’tadır. Herkesin unuttuğunu o hatırlatır şiirinde. Bize de düşen onu hep hatırlamak olacak, istemesek de zaten şiiri hep tedavülde olacak. “Yokuş Yol” da olacağız onunla birlikte, kanayacağız:
“güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan/dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar/ dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan/ Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar/ Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan/ eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar/ bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan/padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar… El ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen/ benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar”
Turgut Uyar ömrü boyunca bir azınlık gibi yaşadı. Belki de bu yüzden hiç yakasını bırakmadı o acı rüzgâr. Tarihte saat kaç olursa olsun hüzne hep yer vardır onun sofrasında ve bu yüzden, “Bir elinde kadeh/ Öbürünü yarasına bastırır…”[5]
Sadece bu kadar değil…
Maviyi severdi; “Dünya ne kadardı dedim/ Mavi kadar dedi” dizelerindeki üzere…
“Bahara bir dilim mavi var./ Son çeyrek biraz hüzünlü olur,/ Olsun. Tersine akan trenlere, raylarında/ Çok umuttan gemi yüzdürdüm ben,” derdi umutla…
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım/ Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından/ Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından/ Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım,” diyen aşıktı…
“Saçlarımı hep kısa kestim/ tutacak kadar kalmasın dedim/ çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur,” dizelerindeki isyancıydı…
Ve ‘Acının Tarihi’ni yazandı Turgut Uyar:
“ben şimdi diyorum ki bir bak şu alanlara/ sokaklara köprülere kiremitsiz damlara/ taşlara sopalara aman vermez silâhlara/ şehir haritasına trafik lâmbasına kan içinde adamlara/ kan içinde adamlara/ kan umutsuzluktur/ ona kendini hazırla/ ne kadar yalnız olduğumuzu hep hatırla/ açlıkları yoklukları kırımları/ -örneğin sensiz olmak ömrümün bir akşamında-/ bir bölgeden birine giden orduları uçaklarla/ yalanlar ihanetler karmakarışık limanlar/ iki şeyin apansız karşı karşıya geldiği dünyada
ben şimdi diyorum ki/ buna inanmak gerek/ bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu/ ve direnmek/ hep direnmek devam etmek adına/ diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan/ boyuna tükürmek için/ boyuna/ milatlarımız var umutsuzluğunu tükürdüğümüz boyuna.
Ve bu, en umutlu tükürük aslında./ Yeniden hayatın tohumunu atmaya…”
* * * * *
“Sevdiklerimdendir üçü birden” demem boşuna mı?
Değil elbet!
N O T L A R
[*] Umüş Eylül, Yıl:5, No:17, Ekim-Kasım-Aralık/ 2015…
[1] Özdemir Asaf.
[2] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, 11. Baskı, Yapı Kredi Yay., 2014, s. 41-55.
[3] Hikmet Çetinkaya, “Ah O Ölümler Olmasaydı Cemal Süreya…”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2014, s.5.
[4] Elif Ekin Saltık, “Turgut Uyar Ödülleri Sahiplerini Buldu”, Evrensel, 28 Eylül 2014, s.9.
[5] A. Hicri İzgören, “Yetim Kaldı Şiirler”, Gündem, 22 Ağustos 2013, s.15.
- Bilgi ve Bilimsel Düşünce* - 1 Aralık 2023
- Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak* - 12 Mart 2023
- Unutul(a)mayan yazar(lar)dan* | Temel Demirer - 14 Eylül 2022