2024 yılı, Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliği açısından karanlık bir tabloyu yeniden gözler önüne serdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin raporuna göre, 2024’te en az 1.897 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu sayılar, sadece birer istatistik değil; ailelerinden, sevdiklerinden koparılan, emek mücadelesi içinde can veren insanlar. Ancak bu ölümler karşısında toplumun sessizliği, devletin denetim eksikliği ve işverenlerin kâr odaklı yaklaşımı, yaşananları daha da acı bir hale getiriyor.
Ölüm Üreten İş Kolları
İnşaat, tarım ve taşımacılık gibi sektörler, iş cinayetlerinde başı çeken alanlar. En çok ölümün yaşandığı inşaat sektörü, çoğunlukla güvencesiz, sigortasız ve ağır koşullar altında çalışan işçilerin mezarlığına dönüşmüş durumda. Çalışanların birçoğu yeterli iş güvenliği önlemleri olmadan, iş bitirme baskısıyla karşı karşıya kalıyor. Üstüne üstlük, taşeron sisteminin yaygın olduğu bu sektörlerde işçiler, haklarını savunabilecek sendikalardan da yoksun bırakılıyor.
Tarım sektöründe ise çocuk işçiliğin yaygınlığı dikkat çekiyor. MESEM gibi uygulamalarla çocuklar sistematik bir şekilde iş gücüne dahil edilerek eğitim haklarından mahrum bırakılıyor. Bu çocukların, yaşamlarının baharında iş cinayetlerine kurban gitmesi, ülkenin geleceğine nasıl bir miras bıraktığımızın karanlık bir göstergesi.
Göçmen İşçiler: Çifte Sömürü
Raporda, 94 göçmen işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Göçmen işçiler, en tehlikeli ve en düşük ücretli işlerde çalıştırılıyor, çoğu zaman herhangi bir sosyal güvenceye veya yasal korumaya sahip olmuyorlar. Savaşın yıktığı hayatlarını yeniden kurmaya çalışan bu insanlar, güvencesizliğin ve ihmalin kurbanı oluyor. Göçmen emeğinin bu kadar değersizleştirilmesi, sadece iş dünyasının değil, toplumun vicdanını da sorgulamamız gerektiğini gösteriyor.
Sendikal Örgütlenmenin Önemi
Rakamlar, sendikasızlığın işçi ölümlerindeki rolünü açıkça ortaya koyuyor. Hayatını kaybeden işçilerin sadece %1,89’u sendikalıydı. Bu durum, işçilerin örgütlenmesinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ancak sendikalar, özellikle son yıllarda devlet ve işveren baskısıyla zayıflatılıyor. İşçilerin grev yapma hakları ellerinden alınırken, sendikaların etkinliği engelleniyor. Oysa güçlü sendikalar, işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmenin ve iş cinayetlerini önlemenin en etkili yollarından biri.
İş Cinayetlerine Karşı Toplumsal Sessizlik
Belki de en acı olan, bu ölümlerin toplumda yeterince yankı bulmaması. Her yıl binlerce işçi ölürken, medya bu haberleri birkaç paragrafla geçiştiriyor. İş cinayetleri, doğal felaketler gibi “kaçınılmaz” olarak görülüyor. Ancak bu ölümler kader değil; tamamen önlenebilir. Güçlü iş güvenliği yasaları, etkin denetimler ve işçilerin örgütlenme hakkına saygı gösterilmesiyle bu trajediler son bulabilir.
İş cinayetleri, yalnızca işçilerin değil, toplumun tamamının kanayan yarasıdır. Her ölüm, sistemin insan hayatını kârın gerisinde bırakan yapısını daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sessiz kalmak, bu sistemin suç ortağı olmaktır. İşçi ölümlerine alışmamak, her bir kaybı hatırlamak ve bu düzeni değiştirmek için mücadele etmek, vicdan sahibi herkesin görevi olmalı.
2024 yılı, acının bir kez daha istatistiklere dönüştüğü bir yıl oldu. 2025’te bu tabloyu değiştirmek için harekete geçmek zorundayız. Aksi takdirde, yalnızca işçileri değil, toplumsal adaleti de kaybedeceğiz.