Ölesiye çalışma rejimi: Mezarda istirahat

Emekliler, kapitalist sınıflar tarafından, istihdamda aktif bir şekilde yer almamasına karşın kamu harcamalarının artmasına neden olan, gereksiz yere sosyal güvenlik kapsamında yer alan, çalışsa dahi fizyolojik açıdan verimsiz olacağı düşünülen nüfusun alt bileşeni olarak kabul edilmektedir. Emekli işçiler, genç yaşlarda çalışmaya aktif katıldıkları dönemde yarattıkları artık değer miktarı itibariyle göz önünde bulundurulurken, yaş faktörünün etkisiyle bedensel emek-zaman kapasitesi atıl hale gelmeye başladıkça aldıkları aylıklar külfet gibi görülmektedir.

Sermaye sınıfının, bu bağlamda, emeklilere ilişkin iki temel yaklaşımı bulunmaktadır. Birincisi, külfetin ve gereksiz harcamaların kaynağını ortadan kaldırmaya yönelik veya daha yumuşatılmış bir ifadeyle “reform” olarak şekillenen neo-Malthusçu kamu politikalarıdır. İkincisi, var olabilmek için çalışmaktan başka imkanı olmayan mülksüz emeklileri işgücü piyasasına eklemleme ve piyasa içerisinde öğütme stratejileridir. Her iki yaklaşımın emekli yaşının ve maaşının tespit edilmesinde WEF, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası sermaye örgütlerinin müdahil olduğu kesişim alanları da bulunmaktadır. Bu açıdan, devletlerin emeklilerle ilgili yaklaşımları küresel kapitalizmin eşitsiz gelişimine göre karakter kazanmaktadır.

İhtiyarlara Yer Yok!

Neo-Malthusçu strateji, en genel anlamıyla, nüfusun ihtiyaç fazlası kategorisinde bulunduğu kabul edilen, yoksul, işsiz, evsiz, işgücü piyasasına dahil olamayacak, üretimde olduğu kadar tüketim aşamalarında da varlık gösteremeyecek mülksüz yığınların tespitini ve tasfiyesini amaçlayan kapitalist şiddetin bir türüdür. Dolaylı ve meşruiyet amacı taşımayan enstrümanlar kadar, kendisini rasyonalize edecek dolaysız araçlara da sahip olabilir. Emeklilerin üretimde ve tüketimde fonksiyonlarını yitirdiği düşüncesi emekli nüfusun nesneleştirilmesine yol açmaktadır.

Emeklilerin aktif çalışan olmadığı bir toplumsal kompozisyonda aylıklarını açlık ve yoksulluk sınırı seviyesinde tutmak, gıda enflasyonu artarken emekli aylıklarına gülünç miktarlarda artış yapmak birinci yaklaşım kapsamındadır. ILO tarafından hazırlanan Dünya Sosyal Koruma Raporu 2020-22: Sosyal Koruma Yol Ayrımında Raporu’nda bunu görebiliriz.[1] Rapora göre en yoksul emeklilerin bulunduğu birkaç ülkeden biri Türkiye’dir. Türkiye, ILO’nun emekliler için yoksulluk göstergesi olarak belirlediği yüzde 50’lik sınırın altındadır. Uganda’da emekli maaşı ülkenin yoksulluk sınırının yüzde 43,5’ine, Mısır’da yüzde 91,2, Endonezya’da yüzde 56,1, Azerbaycan’da yüzde 46,6, Mozambik’te ise yüzde 32,7’ine karşılık gelirken, Türkiye’de bu oran yüzde 21,7’dir.[2] Yıllarca haftada 40 saat ve üzeri çalışmış, fazla mesai ücreti ve kimi durumlarda hastalık izni dahi alamamış, kapitalist çalışma disiplini tarafından posası çıkartılıncaya kadar sömürülmüş bir işçinin, mevcut koşullardaki emekliliği “istirahat” değil, işkencenin devamıdır.

Yaşlılardan kurtulmaya çalışırken nüfusu gençleştirmeye dönük sermaye stratejisi, devlet ve sermaye ilişkisinin cisimleştiği çokkatmanlı ideolojik bir alaşımdır. Bir aşaması kadınları istihdamdan uzaklaştırıp hane içine hapsederek çocuk doğurmalarını teşvik eden pronatalist politikalar iken, bunu izleyen bir diğer aşama emekli aylıklarını ve aylık ödenen süreyi kısaltmaktır.

TÜSİAD tarafından 2012 yılında hazırlanan 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Sosyal Güvenlik (Emeklilik) Sistemine Bakış Raporu’nda emekliler “pasif aktörler” olarak tanımlanmış ve emekli aylıklarını azaltıcı adımlar atılması gerektiği belirtilmiştir:[3] “Emekli aylıklarını azaltıcı adımlar atılmaması halinde, nüfus yaşlanmasına bağlı olarak artan giderler çalışan nüfus üzerindeki prim yükünün artırılmasını ya da giderek büyüyen finansman açıklarının bütçeden yapılacak transferler ya da borçlanma yoluyla karşılanmasını zorunlu kılar.”

TÜSİAD, giderleri azaltmak üzere alınabilecek önlemler arasında açık bir şekilde, “emeklilik yaşını yükseltmek” suretiyle hem “emekli stokunun” büyüme hızını düşürmek, hem de “emeklilere maaş ödenen ortalama süreyi kısaltmak”, “emekli aylığı bağlama oranlarını düşürmek” gibi önerilerde bulunmuştur. Girişte bahsettiğimiz “reform” olarak belirlenen makyajlanmış neo-Malthusçu eğilim, TÜSİAD raporunda da karşımıza çıkar. Raporda emeklilerle ilgili bir ‘reformun’ gerekli ama zor olduğu belirtilirken, politikacıların halen aktif çalışanlar ve/veya emeklilerden oluşan geniş seçmen kitlelerinin tepkisinden çekindikleri için gerekli adımları atmamalarından yakınılmaktadır.[4]

Emeklileri insan vasıflarından sıyırarak nesneleştiren, onlardan “stok” olarak bahseden sermaye terminolojisi, devlet iktidarında yer alan partilere açık bir şekilde reformdan uzak durmamaları gerektiğini, emekli olacak işçilere ise cepten ödemelerle finansmanını gerçekleştirecekleri bireysel emeklilik modellerini önermektedir. Kamu güvencesini ortadan kaldırarak kapitalist şiddet karşısında çıplak bir şekilde konumlandırılan emeklilere tek yol, çalışmak olarak gösterilmektedir.

Ölmek Yok, Çalışmak Var!

Kapitalist şiddetin geldiği aşama faşist çalışma pratiğinin sloganı olan “Çalışmak Özgürleştirir” ifadesini içererek aşmaktadır. Nazilerin sloganındaki spiritüel ve göstermelik “özgürlük” sözcüğü günümüzdeki emek rejiminde koşulsuz bir zorunluluk formuna bürünmüştür; toplama kampları artık işyerleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonsuz çalışma düşüncesi olağanüstü savaş koşullarında ortaya çıkan sınırlı bir durum değil; kapitalist üretim ilişkilerinin ve üretici güçlerinin gelişmişlik aşamasına bağlı olarak olağan durumun tam da kendisidir.

WEF‘in (Dünya Ekonomik Forumu), 2017 yılında ekonomik sistem üzerindeki baskının azaltılması için gelişmiş ülkelerde emeklilik yaşının 70’e çıkarılması çağrısı yapması bu bağlamda düşünülebilir. Raporlarında 2017 yılında doğanların ortalama yaşam beklentisinin 100’e çıkacağı ve 2050’ye kadar 65 yaşın üstündeki insanların sayısının üçe katlanarak 2,1 milyara ulaşacağı belirtilmiştir. Bu projeksiyona göre gelişmiş ülkelerdeki (ABD, Japonya, Avustralya, Kanada, Hollanda, İngiltere…) emeklilik sistemindeki açığın 2050’ye kadar 70 trilyon dolardan 400 trilyon dolara çıkacağı hesaplanmıştır.[5]

Dünya Bankası da emeklilerin neden olacağı ‘maliyetin’ önüne geçilmesi konusunda benzer görüşe sahiptir. 2004 yılında hazırlanan Türkiye’nin Emeklilik Sistemi ve Reform Önerileri konulu raporda, Türkiye’deki genç emekli sayısının fazlalığına dikkat çekilerek, SSK emeklilerinin yüzde 62’sinin 58-60 yaşın altında olduğu, aylık bağlama oranlarının çok yüksek olduğu, prime esas kazançlar ile emekli aylığının bağlanmasında esas alınan endekslerin farklı olduğu ve emekli maaşlarının vergilendirilmediği vurgulanmıştır. Dünya Bankası, tıpkı TÜSİAD ve WEF gibi, uzun vadede emeklilik yaşının yükseltilmesi gerektiğini belirtmiştir.[6]

Neo-Malthusçu strateji gereği ölünceye kadar çalışma düşüncesi bu sefer “kendini geliştirme”, “hareket ve egzersiz”, “sosyalleşme” gibi içeriklerle sempatik ve alımlanabilir gösterilmektedir. Geçtiğimiz aylarda Bloomberg tarafından hazırlanan bir video-haberde ortalama yaşam süresinin yükselmesine müteakip yaşlıların çalışması böyle bir çerçevede sunulmuştur. İlk bakışta emekli olan yaşlı nüfus açısından kulağa hoş gelen bu içeriklerin yaşamak için çalışma zorunluluğuna bağlanması ve işgücü piyasasına eklemlenebildiği ölçüde “insan sermaye” olarak nitelik kazanması işin aslıdır. Sosyalleşmenin, egzersizin, yeni şeyler öğrenmenin ücret ilişkisine endeksli olması bireysel özgürleşmeyi değil, Marx’ın ifadesiyle sermayenin gerçek boyunduruğunu kuvvetlendirmekte, bu da işçilerin ve emeklilerin nesneleşme sürecini hızlandırmaktadır. Ancak bu durum, ülkelerin toplumsal formasyonuna göre değişiklik göstermektedir.

Uluslararası sermaye örgütlerinin kılavuzluğunu yaptığı rotada emeklilere çalışmaktan başka bir seçenek sunulmamaktadır. Çalışmak bile yeterli değildir. DİSK-AR’ın hazırladığı Türkiyede Emeklilerin Durumu ve EYT Gerçeği Raporu’na göre emeklilerin refahı konusunda önemli bir gösterge, ortalama ömür beklentisi verileridir. Emeklilikte ortalama ömür beklentisinin en yüksek olduğu ilk beş ülke Fransa, İspanya, Yunanistan, Belçika ve İtalya’dır. Türkiye’de ise emeklilikte ortalama ömür beklentisi erkeklerde 15,3 yıl, kadınlarda ise 19,8 yıldır. Türkiye OECD sıralamasında emeklilikte ortalama yaşam beklentisi açısından 36. sıradadır.[7]

Kapitalist çalışmanın özgürleştirmediğini ve yaşatmadığını gösteren bir başka gösterge ise iş cinayetleridir. İSİG Meclisi’nin 2020 yılında hazırladığı Emeklilik Çağında Çalışan İşçiler İş Cinayeti Raporu’na göre Türkiye’de 2013-2019 yılları arasında ‘emeklilik çağında çalışan’ en az 1925 işçi (50 yaş üstü ücretli) iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2013-14’te tüm ücretli iş cinayetlerinin yüzde 13-14’ünü 50 yaş üzeri işçiler oluştururken, son yıllarda bu oran yüzde 19’a yükseldi. Bu da ölen her 5 işçiden 1’inin emeklilik çağında çalışırken iş cinayetinde öldüğü anlamına gelmektedir:[8]

“Her 5 ‘emeklilik çağında çalışan işçiden 1’i çalışırken kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmektedir. Salt 65 yaş ve üzeri yaşlı işçilere baktığımızda ise kalp krizi nedenli ölüm ilk sıraya çıkmaktadır. Kalp krizinin nedeni ağır çalışma koşulları olduğu gibi bu durum belli bir yaşın üstünde olan işçilerin (genel olarak halkın) sağlığına dair ülkemizin hiçbir politikasının olmadığını da gözler önüne sermektedir.

Sonuç

Kapitalist şiddet, salgın koşullarında yayılırken emekli yaşlı nüfusu ya kamusal mekanlardan dışlayan-eve kapatan ya da esnek güvencesiz çalışmaya zorlayan, her iki surette de ölüme yaklaştıran bir nitelik arz etmektedir. Emeklileri fazlalık olarak gören ve ancak emek gücünü satmaya devam ettiği ölçüde varlıklarını göz önünde bulunduran sermaye politikaları, o klasik tabirle “mezarda emeklilik”e işaret etmektedir. Uluslararası sermayenin ve ulusal burjuvazinin emekli yaşını yükseltmeyi ve bağlanan aylıkları düşürmeyi amaçlayan politikalarına karşı mücadele verilmesi gerektiği kadar, tamamlayıcı ve bireysel sigorta dayatmasına da karşı durulmalıdır. Bu sadece emeklilerin değil; çalışmak zorunda olan, yıllarca çalışmasına karşın belki emekli bile olamayacak milyonlarca işçinin temel mücadele başlıklarından birisidir.


[1] ILO raporuna göre 4 milyarı aşkın insan sosyal korumadan yoksun, https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/covid-19/WCMS_818247/lang–tr/index.htm

[2] Emeklisi en fakir ülkeler sıralamasında dipteyiz, https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/emeklisi-en-fakir-ulkeler-siralamasinda-dipteyiz-6632986/

[3] TÜSİAD, 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Sosyal Güvenlik (Emeklilik) Sistemine Bakış, https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/6071-2050ye-dogru-nufusbilim-ve-yonetim-sosyal-guvenlik-emeklilik-sistemine-bakis

[4] TÜSİAD Rapor, sf. 18-19

[5] Dünya Ekonomik Forumu: Emeklilik yaşı 70’e çıkarılmalı, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40066460

[6] Dünya Bankası: Emeklilik yaşı yükseltilsin, https://www.cnnturk.com/2004/ekonomi/genel/06/21/dunya.bankasi.emeklilik.yasi.yukseltilsin/14842.0/index.html

[7] DİSK-AR, Türkiye’de Emeklilerin Durumu ve EYT Gerçeği, http://arastirma.disk.org.tr/?p=4324

[8] İSİG,  Emeklilik Çağında Çalışan İşçiler İş Cinayeti Raporu, http://www.isigmeclisi.org/20453-mezarda-emeklilik-eyt-bes-tes-dusuk-emekli-maaslari-esnek-sigortasiz

Kansu YILDIRIM