“Bir insanı sürgüne gönderdin. Tamam. Ya sonra?
Bir ağacı köklerinden ayırabilirsiniz, ama gündüzü
Gökyüzünden koparamazsınız. Yarın güneş doğacak!” Victor Hugo
Yüksel caddesinde direnişin 234. günü. Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 114. günü.
Hukukun, adaletin ve hatta vicdanın dibe battığı karanlık günlerden geçiyoruz. Elbette, bu karanlık ilk defa çökmüyor üstümüze. Yaklaşık on yılda bir, Amerika tezgahlı darbelerin karanlığı çökmüştür Türkiye’nin üzerine. 90’lı yılların dipsiz karanlığı sonra… Bu karanlıkların kıskacında debelenen Türkiye’de adalet, demokrasi yerlerde sürüklenmiştir.
Ve sonra geldik milenyum çağına. Yani 2000’li yılların zaman tüneline. Tayyip Erdoğan’ın ılımlı İslam projesiyle, BOP’un eş başkanlığı hayallerinin, Halifelik hayaline eşlik ettiği yıllara… Uzun uzun anlatmayacağım elbet, hepimizin bildiği süreçler işte. Sonrası… Sonrası kanlı bir süreç başladı. Savaş konseptinin startı, Suruç katliamı ile verildi. Ve o günden sonra şehir merkezlerinde patlayan bombalar ardı ardına geldi. O kadar çok acı kazındı ki Türkiye’nin her metrekaresine, bu tramvalarin acısı, sancısı uzun yıllar sürecek, öyle kolay geçmeyecek yüreklere düşen ateşin yarası…
Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, beterin beteri daha ne olabilir dediğimizde, daha beter olanı gelmekte gecikmiyor. Karanlık, gittikçe koyulaşıyor. Karanlık koyulastıkça doğacak olan aydınlığın kökleri mayalanıyor. Karanlığın izbeliğinde, güneşin doğmasını bekleyenler için bazen bir mum ateşi ışık oluyor. Sonra o ateş büyüyor ha büyüyor. Ses, çığlığa dönüşüyor. Nuriye ve Semih’in direnişi o mumun ateşidir.
AKP- FETÖ koalisyonu, Fetullahçı darbe girişimi ile kanlı bir hesaplaşmaya evrildiğinde, bu sürecin faturası yine ilerici, aydın, demokrat, sosyalist, muhaliflere kesildi. Tayyip Erdoğan, Pensilvanya’da ki “hüzünlü gurbetçi” Fetullah Gülen’e övgüler dizerken, “ne istedinizde vermedik” derken, kanlı hesaplaşmada kılıçlar çekildi. Tayyip Erdoğan, FETÖ’nün, darbe girişimini kendi lehine çevirip Saray Cuntasının darbesini gerçekleştirdi.
Ve sonra bitmek tükenmek bilmeyen KHK’lar ile kabus gibi Türkiye’nin üzerine çöktüler. Tabi her zaman olduğu gibi işe önce Kürtlerden başladılar. Kürt illerindeki HDP’li belediyelere kayyum atanırken, HDP milletvekilleri hapishaneye atıldı.
Ve sonra sıra gelecekti herkese… Saray Cuntasına muhalefet eden herkese… Barbaros Şansal’ın linç ettirilip, hapishaneye atıldığı, Atilla Taş’ın müebbet hapis cezası aldığı Yeni Türkiye’de, Ortaçağ karanlığının sirki başladı. Yeni Türkiye’de bir Saray Cuntası ve onu destekleyenler, bir de diğerleri var! Herhangi bir siyasi görüşün mensubu olmanıza gerek yok. Saray Cuntasını öyle ya da böyle eleştiriyorsanız, hoşnutsuzsanız terörist ilan edilmeniz için kafi! Yeni Türkiye’de terörist olmak çok kolay, öyle bomba, silah elde etmenize gerek yok, twit atmanız yeterli. AKP’nin Trol ordusu herkese yeter, sosyal medyada muhalif avlamakta dünyada şampiyon olurlar. Zaten artık klavye teröristliği diye bir şey var. Hayaldi gerçek oldu!
İslami faşizmin saldırılarında sınır yok. Hayal bile edemeyeceğiniz her şey gerçek olabiliyor. Misal, gazeteci Ahmet Şık; yazdıkları nedeniyle Cemaatin hedefi olup, hapishaneye atılmıştı. Şimdi ise Fetullah Gülen Cemaatiyle, mücadele ettiğini söyleyen AKP iktidarı tarafindan hapishaneye atıldı. Hem de FETÖ’cülükten. Tek örnek bu değil elbet. Yüzlerce örneği var. Evet, onlarca değil yüzlerce örnek var. FETÖ’nün siyasi ayağı, ağa babaları, olduğu yerde dururken, onlara dokunulmazken, yıllarca Cemaat gerçeğini anlatanlar, mücadele edenler hapishanede. Hayal gibi değil mi? Ama gerçek!
AKP iktidarının, selefistleşme sevdasında, evrim teorisi eğitim müfredatından kaldırılırken, bilimsel eğitimden yana olan ögretmenler, akademisyenler işten atıldılar. İşin garibi Marksist insanları bile Fetullahçılıktan suçlayıp, mesleklerinden attılar. Oysa Fettullah Gülen’e övgüler dizen Bakanlar, Melih Gökçek gibi Belediye Başkanlari hala görevde.
Selefistleşen AKP iktidarında; aydınlar, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, aleviler, kadınlar, laikler, farklı inançlara sahip olanlar, farklı görüşe sahip olan herkes ama herkes düşman sayılıyor! Akla ziyan değil mi? Ama gerçek!
İşte Yeni Türkiye sirkinde, bunlar ve daha fazlası yaşanırken, Ankara’da Yüksel caddesinde iki eğitimci, akademisyen direnişe başladı. KHK zulmü ile açlığa mahkum edilen, binlerce insanin sesi oldular. Önce yalnızdılar. Her gün polisler tarafindan itildiler, dövüldüler, gözaltına alındılar ama susmadılar. İnatla, ısrarla devam ettiler. Sonra çoğaldılar. Nuriye, Semih, Veli, Acun, Esra ve onlarca güzel yürekli insan; Türkiye’nin aydınlık yüzü olan bu insanlar bir direniş başlattılar! Sesleri sınırlar aştı, çığlığa dönüştüler. Öyle bir çığlık oldular ki, Türkiye’de haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayan milyonların sesi oldular.
AKP iktidarı, KHK zulmüyle haksız yere işten attığı bu insanları muhatap alıp çözüm bulacağına, bu çıglığı boğmayı tercih etti. Onlar saldırdıkça, Yüksel direnişçilerinin sesi dünyaya yayıldı! Yüksel direnişçilerinin sesi yayıldıkça, korktular daha fazla saldırdılar. Cezaevinde kolunu kopardıkları yetmedi, Veli Saçılık’ı yerlerde sürükleyip, işkence yaptılar, plastik mermi yağmuruna tuttular! Veli’nin annesi Kezban anneyi yerlerde sürüklediler. Direnişe destek veren insanların saçlarını yoldular, işkence yaptılar. Acun hocayı, gözaltında taciz ettiler. Zaten kadın düşmanı politikalarda sınır tanımayan AKP, kadın kimliğine saldırıları cinsel işkence boyutuna taşıdı. Oysa işkenceye sıfır tolerans diyerek iktidara gelmişlerdi. Şimdi işkenceyi sokağa taşıdılar!
Açlık Grevine giren Nuriye ve Semih’i, uydurma gerekçelerle tutukladılar. Yalan ve iftiralarla, karanlığa çığlık olan bu insanların direnişini karalamaya çalıştılar. Ne yaptılarsa bu çığlıkla başa çıkamadılar, çıkamazlarda. Çünkü, onlar haklılar! Güçlerini haklılıklarından alıyorlar.
Ve bugün Nuriye ve Semih’in, açlığının 114. günü. Bugün, açlık grevinin doğru olup olmadığını tartışacak gün değil. Elbette açlık grevini bırakmalarını tavsiye eden dostlarının bu talebi insanidir, altında başka bir şey aramaya gerek yok. Lakin burada baz alacağımız Nuriye ve Semih’in kararıdır. İster doğru görelim, ister doğru görmeyelim onların yanında olmak insani görevimizdir.
Bir diğer nokta ise, kabul edelim ki biz neden-sonuç üzerinden tartışmayı sevmeyen bir toplumuz. Sonuçtan tartışmak kolayımıza gelir. İyi de Nuriye ve Semih neden açlık grevine girdi? Bu kararı almak kolay değildir öyle değil mi?
Nuriye ve Semih, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu karanlık günlerde ışığa uzanan bir ses oldular! Sesleri o kadar büyüdü ki, ışığın ta kendisi oldular! Bu iki güzel insanı yaşatmak için dünyanın her yerinden ses verebiliriz. Ve bu sesi, AKP iktidarı duymak zorundadır.
Sorunu yaratan ve çözecek olan AKP iktidarıdır! Hükümet, bu konuda artık laf cambazlığı yapıp, yalanlar üretmeyi bıraksın. Nuriye ve Semih işlerine geri dönsünler. Nuriye ve Semih’in talepleri kabul edilsin! Ölum değil yaşam kazansın!
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024