Baerbock’un Açıklamaları, Putin’in Erdoğan’dan İsteğinin Kesiştiği Suriye İç Savaşı

Annalena Baerbock’un Brüksel’deki NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı kapsamında yaptığı açıklamalar, Suriye krizinde Türkiye’nin oynadığı merkezi rolü bir kez daha gündeme taşıdı. Baerbock, Türkiye’yi bölgedeki “kilit oyuncu” olarak tanımlarken, sivillerin ve azınlıkların korunmasını birinci öncelik olarak vurguladı. Ancak bu açıklamalar, yalnızca insani bir çağrı değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerine yönelik ince bir mesaj niteliği taşıyor. Özellikle Almanya’nın Ukrayna savaşında NATO’nun doğu kanadını güçlendirme çabalarıyla birlikte düşündüğümüzde, Baerbock’un sözleri, Avrupa’nın güvenlik kaygılarının doğrudan Suriye sahasına yansıdığını ortaya koyuyor.

Baerbock’un değerlendirmeleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan cihatçı grupların faaliyetlerini durdurmasını istemesiyle birlikte ele alındığında daha da anlam kazanıyor. Putin’in bu talebi, Moskova’nın Türkiye ile cihatçı gruplar arasında bir bağ kurma ihtimaline işaret ederken, Almanya’nın Türkiye’yi “merkezi bir role” davet etmesi de benzer bir kaygıyı dile getiriyor olabilir. Baerbock’un açıklamalarında sivillerin ve azınlıkların korunması konusunun altını çizmesi, dolaylı olarak bu grupların Türkiye’nin müdahalesiyle tehdit altında olabileceğine dair bir ima içeriyor. Bu durum, hem Moskova hem de Berlin’in, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini kontrol altında tutma çabalarının bir parçası olarak okunabilir.

Almanya’nın NATO doğu kanadında oynadığı rol, Avrupa güvenliğini sağlamlaştırmayı hedeflerken, aynı zamanda Ukrayna savaşının gölgesinde kalan Suriye krizine dair bir tutum sergileme çabasını da yansıtıyor. Baerbock, NATO’nun “fırtınalı dönemlerde güvenlik çıpası” olduğunu vurgularken, Türkiye’nin bu yapı içindeki stratejik konumunu açıkça hatırlatıyor. Ancak bu hatırlatma, yalnızca Türkiye’nin NATO’daki önemini öne çıkarmakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin, Suriye’deki politikalarını gözden geçirmesi gerektiğine dair bir uyarı olarak da yorumlanabilir.

Bu noktada, Almanya ve Rusya’nın ortak bir çıkar kesişiminde buluştuğunu söylemek mümkün. İki ülke de Türkiye’nin Suriye’deki cihatçı gruplarla ilişkisini sorguluyor ve bu grupların faaliyetlerini bölgedeki istikrarsızlığın temel nedeni olarak görüyor. Ancak yöntem ve amaçlar farklılık gösteriyor: Rusya, Türkiye’yi doğrudan suçlamadan, sahadaki etkisini sınırlamaya çalışıyor. Almanya ise daha diplomatik bir dil kullanarak, Türkiye’ye “bölgesel krizlerde sorumluluk alması” çağrısı yapıyor. Bu çağrı, NATO’nun güvenlik politikaları çerçevesinde şekilleniyor olsa da, Suriye özelinde Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını ve bölgedeki rolünü eleştiren bir alt metin taşıyor.

Her iki ülkenin Türkiye’ye yönelik bu yaklaşımları, Suriye’deki cihatçı grupların kontrol edilememesinin uluslararası düzeyde yarattığı kaygıların bir yansımasıdır. Türkiye’nin bu gruplarla olan geçmişteki ilişkileri, bugün hem Moskova hem de Berlin tarafından eleştirilmekte ve Ankara’nın bu ilişkilerden uzaklaşarak bölgedeki rolünü yeniden tanımlaması gerektiği ima edilmektedir.

Sonuç olarak, Suriye’deki krizin derinleşmesi ve cihatçı grupların faaliyetlerinin uluslararası arenada sorgulanması, Türkiye’yi zorlu bir diplomatik süreçle karşı karşıya bırakıyor. Hem Rusya hem de Almanya, farklı gerekçelerle olsa da Türkiye’nin Suriye’deki etkisini sınırlamak istiyor. Bu bağlamda, Ankara’nın stratejik konumunu koruyarak, hem NATO içindeki önemini güçlendirmesi hem de Suriye’deki politikalarını uluslararası hukuka ve insani değerlere uygun bir şekilde yeniden şekillendirmesi gerekiyor. Aksi halde, hem Moskova hem de Berlin’in yönelttiği eleştiriler, Türkiye’nin bölgedeki etkisini daha da zayıflatabilir ve uluslararası arenada yalnızlaşmasına neden olabilir.