Gıda Fiyat Krizi: Yoksuldan Zengine Aktarılan Servet

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, dünya genelinde 757 milyon insan kronik açlıkla mücadele ediyor. Nüfusun neredeyse %30’u – yani 2,22 milyar insan – orta ila şiddetli gıda güvensizliği yaşıyor ve yaklaşık 2,8 milyar insan sağlıklı bir diyet için gerekli paraya sahip değil. Özellikle Küresel Güney’de, birçok yoksul ülkede nüfusun %70’i gıda güvenliği sorunlarıyla karşı karşıya. Bu insanların birçoğu açlıktan ölme tehlikesiyle yaşamaktadır, oysa gerçekte yeterince gıda bulunmasına rağmen, buna erişecek ekonomik güce sahip değiller.

Açlığın nedenleri karmaşık ve çok yönlüdür. Güç dengesizlikleri, yoksulluk, devletlerin borç yükü, ekilebilir arazi, su ve tohumlara erişimdeki büyük eşitsizlikler gibi faktörler açlığı besleyen unsurlar arasında yer alıyor. Küresel gıda krizi, iklim değişikliği ve COVID-19 pandemisinin yanı sıra ekonomik ve borç krizleri ile savaşların ve çatışmaların birbirini güçlendirdiği bir “çoklu kriz” olarak değerlendirilmeli. Bu durum, 2020-2023 yılları arasında kâr odaklı enflasyonu artıran küresel gıda fiyatı krizine yol açtı. Riskten korunma ve spekülasyon da durumu daha da kötüleştirerek, yükselen gıda fiyatlarını daha da artırdı.

Tahıl Pazarındaki Yoğunlaşma

Tahıl piyasaları, fiyat trendlerini etkileyen önemli bir başka faktör olan yoğunlaşmaya maruz kalıyor. ABCCD olarak bilinen beş tarım şirketi (Archer Daniels Midland, Bunge, COFCO, Cargill ve Louis Dreyfus), küresel tahıl ticaretinin %70 ila 90’ını kontrol ediyor. Bu durum, fiyatların belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. 2022 yılında bu şirketlerin kârları, 2016-2020 dönemine göre üç katına çıkarak 17 milyar ABD doları seviyelerine ulaştı.

COVID-19 pandemisi sonrası, hammadde, enerji ve ulaşım fiyatlarındaki artışlar, şirketlerin kâr marjlarını koruma çabasıyla fiyat artışlarını tetiklemiştir. “Satıcı enflasyonu” olarak tanımlanan bu olgu, yerel şokları, büyük ölçüde şirket kârları tarafından yönlendirilen genel bir enflasyona dönüştürmektedir. Avrupa Merkez Bankası’na göre, artan şirket kârları, 2022-2023 yılları arasında tüketici fiyat artışlarının neredeyse %50’sini oluşturmuştur.

Gıda Fiyatlarındaki Yükseliş ve Etkileri

Düşük gelirli ülkelerde gıda fiyatları enflasyonu, orta ve yüksek gelirli ülkelerle kıyaslandığında çok daha yüksektir. 2023 yılında, düşük gelirli ülkelerde gıda fiyatları enflasyonu %30 seviyesine ulaştı. Küresel ortalama ise yalnızca %6,5’tir. 2022-2023 döneminde Zimbabve’de gıda fiyatları enflasyonu %285’e ulaşarak, bu ülkeyi dünyanın en çok etkilenen ülkesi haline getirdi. Venezuela ve Lübnan’da enflasyon sırasıyla %158 ve %143 ile zirve yaptı. Sudan’da enflasyon %60’ın üzerine çıkarken, Mısır, Haiti, Küba ve Malavi gibi diğer ülkelerde %30 veya daha fazla oranla gıda fiyatları ile mücadele ediliyor.

Bu enflasyon, nüfusun gerçek gelirlerini azaltarak sosyal eşitsizliği daha da kötüleştiriyor. Gıda fiyatlarındaki her bir yüzde puanlık artış, 10 milyon insanı aşırı yoksulluğa itiyor. Düşük gelirli haneler üzerindeki mali yük, yüksek gelirli hanelere göre iki ila üç kat daha fazla. 2022 yılında, ABD’de en yoksul %20’lik kesim gelirinin %31,2’sini gıdaya harcarken, en zengin %20 için bu oran %8 seviyesinde kalıyor. Almanya’da da durum benzer; düşük gelirli haneler, gelirlerinin %23’ünü gıdaya harcarken, ulusal ortalama %11’dir. Bu veriler, gıda fiyatlarındaki keskin artışların servetin yukarı doğru yeniden dağılımının doğrudan bir etkisi olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de de gıda enflasyonu bu baskıların etkisini ağır bir şekilde hissettiriyor. TÜİK verilerine göre, Eylül 2024 itibarıyla Türkiye’de yıllık gıda enflasyonu yüzde 80 seviyesine ulaşmış durumda. Bazı gıda ürünlerinde fiyat artışları çok daha çarpıcı; örneğin biberde yıllık artış oranı yüzde 200’ü aştı. Bu yüksek oranlar, özellikle düşük gelirli hanelerin gıda harcamalarını bütçelerinin büyük bir kısmına ayırmalarına yol açıyor, bu da sosyal eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Türkiye’de gelir düzeyi düşük olan kesimler, toplam hane halkı harcamalarının yüzde 30’dan fazlasını gıdaya ayırmak zorunda kalırken, yüksek gelir grubundakiler için bu oran çok daha düşük kalıyor

Türkiye özelinde de benzer bir tablo gözlemleniyor. Gıda üretiminin maliyetleri hızla artarken, pazar fiyatları küçük çiftçilerin üretimden kopmasına neden oluyor. Yüksek maliyetler, birçok çiftçinin tarım faaliyetlerini sürdürememesi ve tarım arazilerinin büyük şirketlere veya spekülatörlere devredilmesiyle sonuçlanıyor. Bu durum, tarım sektöründeki eşitsizlikleri derinleştirirken, köylülerin ve küçük çiftçilerin arazilerinin hızla el değiştirmesine neden oluyor. Böylece, zenginlerin tarım alanlarındaki hakimiyeti daha da pekişiyor.

Daha Sıkı Düzenleme ve Şeffaflık İhtiyacı

Gıda sistemleri, krizlere karşı son derece savunmasızdır ve gıda fiyatları aşırı dalgalanabilir. Bu durumun yıkıcı etkileri olabilir ve sıkı bir gözetime tabi tutulmalıdır. Dünya çapındaki hükümetler, gıda fiyatlarını istikrara kavuşturmak ve büyük fiyat artışlarını önlemek için daha fazla önlem almalıdır. Merle Schulken ve ünlü ekonomist Isabella Weber, 2024’te yayınlanan bir çalışmada, gıda için ulusal, bölgesel ve küresel kamu tampon stoklarının oluşturulmasının küresel tarım piyasalarındaki fiyatların istikrara kavuşturulmasına ve enflasyonun sınırlandırılmasına yardımcı olabileceğini savunuyor. Bu tampon stoklar, temel gıdaların mevcudiyetini sağlayarak kıtlık riskini en aza indirir.

Fiyatlandırma ve kâr dağılımı konusundaki şeffaflık eksikliği, bir başka önemli sorundur. Ulusal ve bölgesel düzeyde fiyat izleme merkezlerinin kurulması, net marjların marka ve üreticiye göre dağılımını sağlayabilir. Bu veriler, potansiyel kamu tampon stoklarıyla paylaşılırsa, fiyat dalgalanmalarını azaltmak için kullanılabilir. Örneğin, İspanya’da, ürünlerin üretim maliyetlerinin altında satın alınmasını engelleyen bir yasak uygulanması, gıda perakendecilerinin kar marjlarını artırmak için fiyat dampingi uygulamalarını cezalandırmanın bir yolu olabilir.

Bu tür yasaların etkin olabilmesi için, yasal gerekliliklere uyulmamasının uygun bir şekilde denetlenmesi gerekecektir. Böyle bir mekanizma, çiftçilerin ürünlerini daha iyi fiyatlarla satmalarına olanak tanırken, tüketicileri aşırı fiyat artışlarından koruyabilir. Bu bağlamda, gıda fiyat tavanları belirleyerek insanların yeterli miktarda gıda alabilmelerini sağlayacak araçların oluşturulması kritik öneme sahiptir. Şirketler fazla kar elde etmeye devam ettikçe, bu kazançların vergilendirilmesi ve gıda sistemlerimizin olumlu dönüşümünü teşvik eden programları finanse etmek amacıyla yeniden tahsis edilmesi gerekecektir.

Finansallaşma ve Spekülasyonun Durdurulması

Ayrıca, temel gıda maddeleri için piyasaların finansallaşması, yani ekilebilir arazilerin ve tarımsal emtiaların sermaye yatırımlarına dönüştürülmesi ve bu emtialarla spekülasyon yapılmasının durdurulması önemlidir. Bu adım, emtia vadeli işlem piyasalarında daha katı pozisyon limitleri belirlemeyi içermelidir. Emeklilik fonları veya saf yatırım fonları gibi tarım sektörüyle bağı olmayan aktörlerin emtia vadeli işlem piyasalarında işlem yapması yasaklanmalıdır. Tarımsal emtia ticareti, büyük tarım şirketlerinin sahip olduğu bilgi kaldıracını sınırlamak için daha fazla şeffaflığa tabi olmalıdır.

Gıda sistemlerinin adil ve sürdürülebilir bir şekilde işleyebilmesi için güçlü bir siyasi irade gereklidir. Büyük oyuncuların tekel oluşturmalarını engellemek için daha katı antitröst yasalarının uygulanması şarttır. Tekellerin ve oligopollerin daha fazla oluşumuna son vermek için, şirketlerin suistimalden bağımsız olarak ayrıştırılmasının önündeki engellerin kaldırılması ve mevcut yasal çerçevenin etkili bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, gıda fiyatları üzerindeki spekülasyonlar azaltılabilir ve herkesin yeterli gıdaya erişimi sağlanabilir.

Kaynak: Jan Urhahn, “Gıda Fiyat Krizi: Yoksuldan Zengine Aktarılan Servet”, Rosa Luxemburg Vakfı.