Siyaset sahnesinde, özellikle otoriter liderlerin sıkça başvurduğu bir yöntem dikkat çekiyor: apaçık yalanlar. Donald Trump, Covid-19 sürecinde Çinlilerin yemek alışkanlıklarına yönelik yaptığı “yarasa çorbası” göndermeleriyle virüsün sorumlusunu işaret etmekten geri durmadı. Aynı Trump, bir süre önce mültecilerin kedi ve köpek yediği yalanını yayarak gündemi yeniden ateşlemeyi başardı. Peki, bu liderler halkı gerçekten aptal mı sanıyor yoksa daha derin bir strateji mi izliyorlar? Gelin bu sorunun yanıtını birlikte arayalım.
Yalanların Politikası: Hedef Tabana Mesaj
Trump ve benzeri liderlerin amacı, toplumu tamamen kandırmak değil, kendi tabanlarını harekete geçirmek. Otoriter liderler, kültürel, ekonomik ve sosyal kaygıları olan kitlelere hitap ederken bilinçli olarak onların önyargılarına seslenirler. Gerçekle alakası olmayan iddialar, destekçilerin duygusal tepkilerini körükler ve onları daha fazla kenetler. “Mülteciler kedi ve köpek yiyor” gibi bir yalan, mültecilerden zaten korkan veya onlara karşı önyargı taşıyan kesimlere hitap eder. Aynı şekilde, Çinlilerin yemek kültürüne yapılan göndermeler, Covid-19’un bir “dış tehdit” olarak görülmesini sağlayarak milliyetçi duyguları güçlendirir.
Bu noktada mesele, halkın aptal olup olmadığı değil; zaten bir önyargıya sahip olan kitlelere hitap edilmesidir. Bu önyargılar, kolayca gerçek olarak kabul edilebilecek kadar derinleşmiş olabilir. Trump, bu tür söylemlerle kendi seçmen kitlesinin sadakatini pekiştiriyor. Yani, yalanlar her zaman inanılmak zorunda değil; yeter ki tabanı motive etsin ve kimlik siyasetini güçlendirsin.
Gerçeği Bulanıklaştırma: Kime İnanacağını Şaşırmak
Bir başka taktik ise, gerçeğin bulanıklaştırılmasıdır. Otoriter liderler, sürekli çelişkili ve yanlış bilgiler yayarak, halkın kime inanacağını şaşırmasını sağlar. Bu yöntem, modern dünyada “post-truth” olarak bilinen bir dönemin parçasıdır. Artık bilgiye ulaşmak kolay olsa da, doğru bilgiye ulaşmak bir o kadar zorlaştı. Sosyal medya, internet ve geleneksel medya, sürekli olarak bilgi bombardımanına maruz kalan insanların doğruları ayırt etmesini zorlaştırır.
Trump’ın yalanları, yalnızca ABD’de değil, tüm dünyada tartışmalara neden oldu. Ancak bu tartışmaların kendisi, yalanların amacına hizmet ediyor: Gerçek ile yalan arasındaki sınırın daha da bulanıklaşması. İnsanlar artık gerçeği sorgularken, bu liderler daha fazla yalan söyleme cesareti buluyor. Çünkü ne kadar çok yalan söylenirse, hakikat o kadar az netleşiyor. Ve bu bulanıklık, otoriter liderlerin en sevdiği ortam.
Muhalefeti Dengesizleştirme: Sürekli Savunmada Kalmak
Açık yalanlar, yalnızca halkı etkilemekle kalmaz; aynı zamanda muhalefeti sürekli savunma pozisyonuna sokar. Trump’ın söyledikleri o kadar absürt ki, muhalefet her defasında bu yalanları çürütmekle vakit kaybediyor. Bu da liderin gündemi belirlemesine olanak tanır. Yalan üzerine yalan atıldıkça, muhalifler sürekli bu yalanları düzeltmekle meşgul olur ve asıl önemli konular gözden kaçar.
Otoriter liderler, söylemleriyle tartışmayı şekillendirir. İnsanlar, bu yalanların çürütülmesine odaklanırken, aslında liderin işine yarayan bir gündem etrafında dönmeye başlar. Trump’ın söylemleri ne kadar saçma olursa olsun, medya ve muhalefet onun peşinden gitmek zorunda kalır. Bu da asıl önemli sorunların konuşulmasını engeller.
Sürekli Kriz Hali: İktidarın Meşruiyeti
Otoriter rejimler, sürekli bir kriz hali yaratarak kendi iktidarlarını meşrulaştırmaya çalışır. Dış tehditler, iç düşmanlar, komplo teorileri… Bunlar, liderlerin daha fazla güç talep etmesine zemin hazırlar. Trump’ın “Çin virüsü” söylemi, ABD’deki sağlık kriziyle başa çıkamamasının sorumluluğunu başka bir yere yönlendirme çabasıydı. Aynı şekilde, mültecilere yönelik suçlamalar da toplumsal huzursuzluğu artırarak bir güvenlik kaygısı yaratır ve otoriter liderlerin sert politikalarına destek sağlar.
Bu kriz hali, sürekli olarak halkın endişelerini diri tutar. Ve bu endişeler, liderlerin “güçlü adam” rolünü pekiştirmesine olanak tanır. Güvensizlik, kaos ve korku, otoriterliğin en güçlü silahlarıdır.
Aptallar mı Aptal mı Sanıyorlar?
Son olarak, bu liderler halkı aptal yerine koyuyor mu? Aslında cevap hem evet hem hayır. Otoriter liderler, toplumun tamamını aptal yerine koymazlar, ancak belirli bir kesimin yalanlarına inanacağını bilirler. Bu yalanlar, özellikle ideolojik olarak kendilerine yakın kesimlere hitap eder ve bu kesimlerin inançlarını güçlendirir. Diğer yandan, bu yalanlar bir manipülasyon aracıdır ve toplumun geri kalanını da sürekli savunmaya zorlar.
Neticede, bu yalanların hedefi ne yalnızca halkı kandırmak ne de onları aptal yerine koymak. Asıl hedef, toplumu kutuplaştırarak kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve gerçeği bulanıklaştırarak kontrolü elde tutmaktır. Trump ve benzeri liderlerin söyledikleri, yalancı bir perdenin ardında oynanan karmaşık bir oyun. Ve bu oyunda, yalanlar bazen gerçeğin kendisinden daha etkili olabilir.
Bu stratejik yalanlarla, gerçek ve yalan arasındaki sınır her geçen gün biraz daha erozyona uğruyor. Halkın bir kısmı bu yalanlara inanmasa bile, onları çürütmeye çalışırken dahi liderlerin oyununa dahil oluyor. Otoriter liderler, bu gerçeği çok iyi biliyorlar ve bu bilinçli yanılgı stratejisini ustalıkla kullanıyorlar.
- Osman Kavala ve Gezi Davası: Hukukun Siyasallaşması mı, Adalet mi? - 4 Ekim 2024
- Bağımsız Gazetecilik: Demokrasinin Temel Taşı - 28 Eylül 2024
- Avrupa’da Aşırı Sağa Kimler Oy Veriyor? Sermaye ve Popülizm Arasındaki İlişki - 22 Eylül 2024