Türkiye’de kadın cinayetleri, yalnızca sosyal bir sorun olmanın ötesinde, derin politik kökleri olan bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. 2024 yılının ilk altı ayında 166 kadının erkekler tarafından öldürülmesi, bu trajedinin sadece bireysel vakaların toplamından ibaret olmadığını gösteriyor. Bu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, yasal boşlukların ve politik kararların bir sonucu olarak ortaya çıkan bir tablo.
Kadın cinayetlerinin politik bir mesele olarak ele alınması gerektiği, bu cinayetlerin sadece “aile içi mesele” veya “bireysel vakalar” olarak görülmemesi gerektiği açıktır. Türkiye’de kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin ardından daha da artmıştır. Bu durum, sözleşmenin kadınları koruma altına alan önemli bir yasal mekanizma olduğunu ve iptalinin ciddi sonuçlar doğurduğunu göstermektedir.
Kadın cinayetlerinin politik boyutu, aynı zamanda cezasızlık kültürü ile de ilişkilidir. Yargı sistemlerindeki aksaklıklar, faili meçhul cinayetler ve yetersiz cezalar, bu cinayetlerin önlenmesinde etkili olunamamasının altında yatan sebeplerdendir. Kadın cinayetlerini normalleştiren ve cezalandırmayan yasal, sosyal, politik ve eğitim sistemleri, bu sorunun kökünü oluşturmaktadır.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin artışı, aynı zamanda sosyal bir problem olarak tanımlanmasının ötesine geçerek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve kadın haklarının politik bir mesele olarak ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Erken yaşta evlilikler, eğitim seviyesi, yoksulluk ve göç gibi faktörler, kadın cinayetlerinin artışında etkili olan diğer unsurlardır.
Bu bağlamda, hükümetin ve ilgili kurumların, kadın cinayetlerini önlemek için daha etkili politikalar geliştirmesi ve uygulaması gerekmektedir. Kadın cinayetlerinin önlenmesi, sadece yasal düzenlemelerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların toplumdaki yerinin güçlendirilmesi için kapsamlı bir yaklaşım benimsenmelidir.