Newroz pîroz be!

Yarın 21 Mart. Yani Newroz. İlkbaharın/yeni yılın başlangıcı olan Nevroz. Newroz’la birlikte topraktan çiğdemler, sümbüller ve nevruzlar fışkıracak, tohumlar ekinlere dönüşecek, kısacası doğada yeni bir hayat başlayacak!.. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının her yerinde özgürlük ateşleri yakılacak.

Newroz’larda doğanın uyanışı ile toplumsal dirilişin özdeşleştirilmesi halkların tarihsel hafızasının sürekliliğini gösteriyor. Zulme ve zorbalığa karşı başkaldırının sembolü olan Demirci Kawa’nın direnişi, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesiyle özdeşleşiyor.

Doğanın dirilişi/uyanışı ile toplumsal dirilişin/uyanışının özdeşleştirilmesi, halkların değişen ihtiyaçlarına göre binlerce yıl içerisinde yeniden üretilerek günümüze kadar taşınması, tarihsel ve toplumsal hafızanın sürekliliğidir. Bu nedenle devlet ve hükümet sahte Newrozlar icat ederek ve Newroz’u “Ergenekon Bayramı”na dönüştürmeye çalışarak, halkların barış, demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesini yozlaştırıyor.

Demirci Kawa mitolojisi pek çok Ortadoğu, Kafkas ve İran halklarının ortak tarihsel ve kültürel mirasını temsil ediyor. Newroz birçok ülkede resmi bayram günleri olarak da kutlanıyor. Günümüzde Newroz’un Kürt ulusal bayramı ve ulusal demokratik mücadelenin sembolü haline gelmiş olması, Demirci Kawa’nın toplumsal devrimci niteliğinin, zulme ve zorbalığa karşı başkaldırısının, yani Newroz’un güncelleştirilmesinden kaynaklanıyor.

21 Mart’ın Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın aldığı bir kararla “Dünya Irkçılıkla Mücadele” günü olarak ilan edilmiş olması da Newroz’un evrenselleşme olgusunu gösteriyor. Ancak devlet ve hükümetler insan hakları dahil birçok uluslararası normlarında olduğu gibi bu konuda da çifte standartçı bir tutum izliyor. Biri resmi olarak Nevruz, diğeri de Kürtler tarafından Newroz olarak kutlanması ilginç bir durum oluşturuyor.

Devletin Newroz’dan Hıdrellez’e kadar Anadolu ve Mezopotamya halklarının yarattığı ortak tarihsel mirasa sahiplenmesi ve her dönemde Türklerin otoriter ve militer karakterinin ön plana çıkarılması boşuna değil. Bu durum, Türklerin bu coğrafyada bin yıllık egemen ulus ve devlet ilişkilerinin oluşturduğu şovenist refleks, tarihsel ve kültürel ayak izlerinin arayışına yönelik bir kompleksten kaynaklanıyor.

Çünkü Türk devletinin ve Türk şovenizminin abartılmış ve birçoğu sonradan uydurulmuş resmi tarih yazınına rağmen, tarihsel miras olarak savunabileceği bir medeniyet ve kültür birikiminin olmadığı konusunda tüm tarihçiler hem fikir. Türkler, İran ve Anadolu Selçukluları döneminde Farsların; Osmanlılar döneminde Bizans’ın idari, siyasi, askeri ve kültürel düzeyde etkisinde kalmış ya da onları taklit etmiştir.

Bu nedenle, tarihte Türk devletlerinden ve Türklerin savaşçılığından filan sıkça söz edilebilir; ama bugünlere kadar taşınmış bir Türk medeniyetinden, Türk kültüründen, Türk sanatından söz edilemez.

30 yıllık Kürt Savaşı sırasında da aynı tutumları sergileyen devlet ve hükümetler çifte standartçı politikaları ile halkların kardeşliğini, barış içinde birlikte yaşama amacını, adalet ve özgürlük bilincini çarpıtmak için baskı, terör ve inkara yönelik elinden gelen her türlü kötülüğü yapıyor. Ancak benzer durumlarda olduğu gibi, bu konuda da trajikomik durumlara düşmekten kurtulamıyor.

Sözgelimi, İmralı’da başlayan görüşmeler sonucu 2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubundaki “Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır” söyleminin toplumda yarattığı büyük umut, sevinç ve heyecan unutulabilir mi?

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)