Nefret ve Nefretme Söyleminin Sosyolojik Değerlendirmesi

Toplum; bir ölçüde çatışmakla birlikte iş birliği yapan bireylerden oluşan, sürekliliği olan, genellikle ortak bir coğrafyayı ve kültürü paylaşan çok ya da az ölçüde kurumlaşmış karmaşık ilişkiler bütünüdür (Ozankaya, 2007: 17). Bu bağlamda, her toplumda söz konusu toplumun tarihi ve kültürü ile ilişkili ihtilaflarla da karşılaşılabilmektedir. Söz konusu ihtilaflara müsamaha gösterilmemesi zaman zaman nefret içeren ifadelerle açığa çıkmaktadır.

Nefret söylemi ve suçu, çoğunlukla toplumlarda farklı kişi ve grupları ötekileştirme, düşmanlaştırma ve ayrıştırma şeklinde açığa çıkıyor.

Nefret söyleminin günümüzde giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Nefret söylemlerinin bu denli yaygın olmasının nedeni öncelikle bireylerin toplumsallaşma süreci içerisindeki belli bir önyargı sistemine sahip olmaları ve zihinlerindeki ayrıştırıcı fikirlerin mevcudiyetidir. Kendisi ile benzerlik göstermeyen; “öteki” olarak adlandırılan kişilere yönelik olarak ortaya çıkan ruh hali önyargı ve ötekileştirmeden beslenerek öfke, korku ve nefret olarak kendini göstermektedir.

Nefret söyleminin inşasında siyasiler ve sosyal medyanın rolü çok büyüktür. İnteraktif bir yapıya sahip olan sosyal medya, bu özelliğinden dolayı nefret söylemlerinin paylaşılmasına ve konuyla ilgili yorumların hızlı bir şekilde yayılmasına olanak sağlamaktadır.

Nefret, tiksinmedir. Başkasına karşı kin dolu duygularla yaklaşmadır. Başkalarının özelliklerini, niteliklerini dikkate almadan onlara karşı kin dolu bir önyargı geliştirmektir. Bu duyguların sonunda nefret suçları oluşabilmektedir ki bu suçlar insanlık suçu olarak anılmaktadır.

Nefretme, başkasına ait olan özellik, nitelik ve nicelikleri dikkate alarak herhangi bir önyargıyı geliştirmeme halidir. Genellikle empati kuranlar nefret etmezler. Empati, gerçek bir kendiliğe dönüşümü olanaklı kılan sevgi ve duygudaşlıktır.

Nefret edenler, içlerindeki yanlış öğretilerle savaşmazlar ve diğer insanlara karşı anlayış göstermezler, merhamet etmezler. Oysa insan olarak görevimiz içimizdeki doğruyu açığa çıkararak yanlış öğretilerle savaşmaktır. Bütün insanları karşılıklı anlayış yoluyla birleştirmektir ve bunun tek anahtarı da merhamettir.

İnsanların merhametten yoksunluğu, ölmeden önce ölmeleri demektir. 16. yy ’da yaşamış olan mutasavvıf  ve ilahiyatçı Jakob Böhme şöyle demişti: “Ölmeden önce ölen, öldüğünde çürür.” Ölmeden önce ölmemek için insani bir kalbe sahip olmak gerekir.

Nefret etmezsek, sevgi ve duygudaşlığımızı diğer insanlara hissettiririz, aynı şekilde karşılık görürüz.

İnsan kendi benliğini, duygularını ve onlara karşı sorumluluğunu ne kadar kaybederse, o kadar kinci olur ve farkına varmadan nefret eder. Kendi çaresizliğini ortaya çıkarabilecek her şeyden intikam alır. Çünkü nefret intikamcıdır. Nefret edenler, başkalarının çaresizliğini hor görür. Aslında bu hor görmenin altında kendi korkuları yatar. Kendini aşağılamış hissederek, bunu telafi ettiğini düşündüğü gücün ve güç ideolojisinin gerekliliğine inancı artar. Bu durum insanın insanlığını kaybettiği sonsuz bir süreçtir. Öz iradenin yerine yabancı bir iradenin konmasıdır bu durum. Nefret, aynı zamanda bireyin özerklik işlevinin kaybıdır da.

Nefretme, çaresizlikten kaçmak için ayak uydurduğumuz güç oyunlarının maskesini düşürmektir. İnsan iletişiminin en yoğun ve en derin şeklidir. Kendi algılarımızın, duygularımızın ve ihtiyaçlarımızın engellenmeden yaşanmasıyla gelişir. Nefretme, canlılığı geliştirir. Nefretmenin temelinde kendi duygu ve düşüncelerimize açılan bir kendiliğe olma yeteneği vardır.

Nefret eden insan kendi özünü ve benliğini tanıyamaz, çünkü kendinin bilincinde değildir. Bunun nedeni hiçlik psikolojisidir. Buna bağlı olarak ortaya çıkan çaresizlik ile korku ve öfke apati (duygusuzluk) ve depresyona dönüşerek bireyin yaşama sevgisini elinden alır; içini öldürür. Bu durum bireyi ne kadar derinden etkilerse, bireyin kendi içinde bu benliğinin dışında, yaşam uyandırabilecek her şeye o kadar şiddetle saldıracaktır.

O halde insan olarak, saptırılmış ve kısıtlanmış bir gerçekliğe uyum sağlamamız için yapılan genel baskıya direnerek, kendi gerçeğimiz uğruna mücadele ederek nefret etmeyeceğiz.

Arslan ÖZDEMİR