LOZAN (2)

1-Ritüeller kurgusu ya da toplamı sayabileceğimiz kut törenler, efsanenin -ideolojinin- yeniden üretilmesine önemli katkılar sunan kültürel öğelerdir. Özellikle hedef, ‘sıradanlaştırılmış’ ya da sindirilmiş topluluklar ya da toplumlar olduğunda ideolojinin yeniden üretimine yapılan katkı, hem nicelik hem da nitelik olarak daha da artacaktır. Bu ‘haldeki’ toplum ya da topluluklar için ister bilinmeyen bir tarihten akıp gelsin, isterse bilinen bir tarihin ardından kutlamalarla periyodik olarak yeniden yaratılsın, efsaneleri nedensellik ilişkileri içinde sorgulamak diye bir sorun olmadığı ya da bu durum bir sorun oluşturmadığı için resmi ideolojinin (efsanenin) içselleştirilmesi daha da çoğalır, derinleşir. Kut törenler böylece o toplumun ya da topluluğun resmi ideolojisinin-tarihinin en önemli ideolojik argümanlarının tekrarlanan -ve gerekiyorsa eğer yenileştirilmesinin -geliştirilmesinin- birer aracı olurlar. Bu öylesine bir araçtır ki, egemenler tarafından belirlenen yaşantı kalıplarının-davranışların meşruluğunu da sağlayan özellikleri de içerir. Sanılanın ötesinde güçlüdür, hatta başlı başına bir güç öğesidir.

2-“Tüm ölü kuşaklar yapısal olarak ‘yaşayanların beynini bir karasaban gibi kuşatana dek’ bu çatışmalar bitmek bilmez.”(Sahlins)

3-Ve eğer gerekiyorsa efsane zor kullanılarak yaratılır; 12 Eylül sonrası günleri-yılları anımsayın. Aradan geçen kırk sene bu çağrımızı birçoğumuz için anlamsız kılıyor; o günleri yaşayanlar ya göçüp gitti ya da gerçekten unuttu hele ki o umut bağlanan, övülen ve hatta fetişe edilen dindar-kindar ve en aşırısından –ne demekse- milliyetçi Z kuşağının “okuma” ve “öğrenme” konusundaki genel eğilimi düşünüldüğünde!  Anımsatmaya başlayalım; Eylül faşizminin lideri American (our) boys Kenan Evren, sık sık ‘Anadolu gezisine’ çıkıp tarihten kopup gelmiş gibi duran, üzerinde çalışılmış-yapay pozlarıyla çeşitli kurtuluş ve kuruluş törenlerini tekrarlamaktan geri kalmazdı. (çağrışımlarımızı engellemeyelim!) ‘Düşmandan’ kurtuluş ve Atatürk’ün yöreyi ziyareti bir ilimizde ‘en az’ iki kut törenin çağdaş kutlamasına aracılık eden gerekçelerdi. Unutuldu, unutturuldu gitti nitekim; bu süreçte 12 Eylül faşizminin katkısı yadsınamaz. Bayramlarla birlikte her ilde yıl boyunca en az sekiz-on kez tören yapıldığına ve hatta yüzyıllardır ‘düşman’ eli değmemiş beldelerde ‘kurtuluş’ törenleri yapıldığına şahit olmadık mı? (İskitler, Bizans vs. olsa gerek!) Evet, zor günlerdi; faşist cunta gözetiminde ideolojinin kendisini yeniden üretmesi ve gerektiği ölçüde reforme etmesi için ideal araçlardan biri olarak görülüyordu törenler. Totalitarizm üslup değiştirdiğinde -egemenler için zor günler geride kaldığı için- törenler daha kalifiye bir biçime dönüştü. Resmi tarihin olmazsa olmaz anmalarıydı günümüze hüzünlü hatıraları kalan.

4-Lozan nedir? Lozan; Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı -Dünya Savaşı?- sonucunda kurulmaya çalışılan ‘yenidünya düzeninde’ Ortadoğu’nun ‘ne olacağı’ sorusuna verilen yanıtlardan birisidir ve bu anlamda emperyalist bir sözleşmenin ifadesinden başka bir şey değildir. Lozan, Türkiye için nedir? Lozan; kurulmaya çalışılan ‘yenidünya düzeninde’ Türkiye’nin de rol kapma isteğinden başka bir şey değildir, Türkiye’nin kapitalist-emperyalist dünyada var olma isteğinin, bu ‘dünyaya’ sözleşmeler yoluyla biat etmesinin onanmasından başka bir şey değildir ve bu anlamda kesinlikle antiemperyalist değildir.

Lozan’da Türkiye, ‘eskiden’ kalan birçok yükümlülüklerini kabul etmiş, eski devletin emperyalist yağmacılara olan borçlarını, emperyalizm tarafından onanmak amacıyla üstlenmiştir. Ortadoğu’da bugünküne benzer bir şekilde, egemen emperyalist güçlerin (İngiliz Emperyalizminin) rolünün onaylanması ve bu rolün meşrulaştırılmasının adıdır Lozan. Resmi ideolojinin en önemli argümanlarından olan ‘misak-ı milli’, bizatihi efsaneyi yazanlar ve ardından onu yeniden üretenler tarafından çiğnenerek -gerekli görüldüğünde günün koşullarına uygun yenileme!- Musul’la simgeleşen Ortadoğu petrollerinin emperyalist yayılmacılığa küçük bir eder karşılığı satılmasının adıdır.

Lozan, yeni devletin, kapitalist ilişkileri ve bu ilişkilerin sonucunda zorunlu olarak gelişecek ‘yeni’ bağımlılığın kabullenilmesinin ve bu kabulünde batılı kapitalist devletler tarafından onanmasını gösteren bir sözleşmenin adıdır; açık bir biat talebi ve bu talebin arkasından dünyanın yeni efendilerinin bu talebi kabulünün adıdır Lozan.  

Lozan, aynı zamanda antikapitalist olmadan antiemperyalist olunamayacağının en net tarihi örneklerinden birisidir.

5-Yazılı ve görüntülü basın araçlarından Lozan’ın yüzücü yıl kutlamalarını izliyorum –ilk görünen bu kutlamaların nitelik ve nicelik yönünden değiştiği- ve bu görüntüler aracılığıyla gelecek yüzyıllarda antropolojik bir olgu olarak değerlendirileceğini düşündüğüm birçok kut törensel olguyu ve ritüel örneğini topluyorum. Yirmi yıl öncesine dönüp bir taraftan bu süreçteki “değişimi” anlamaya çalışırken yıllar öncesinden çok şaşırtıcı bir görüntü arşivin “tozlu” sayfalarından çıkıp önümüze düşüveriyor; görüntüyü ve ironiyi ‘The’ Marmara Oteli Balo Salonundan’ yakalıyorum. Bir tür işgali tanımlayan otel adı Lozan’a denk düşüyor! İçerde, aralarında Türk nasyonal sosyalizminin birkaç temsilcisinin de bulunduğu “mümtaz” bir kalabalık bağımsızlık ve egemenlik söylevi çekiyor. Diğer tarafta resmi ideolojinin kalesine dönüşmüş bir lise salonunda, çoğunluğunun ne konuşulduğunu dahi anlayamayacak kadar aptallaştırılmış kalabalıklar Denktaş’ın ırkçı nitelemelerle dolu söylevini ayakta alkışlıyor. Bu şartlar altında yazılı basına dönmek ruh sağlığı açısından daha yararlı gözüküyor. Ve işte yıllar öncesinden Lozan anmalarının ‘satırbaşları’: Kuşkusuz gerçeğine ya da öz benliğine -otuzlu yıllardaki Nazi hayranlığına- dönmekten her anma günü imtina etmeyen kimi gazete yazarları-yazanları bu törenlerin aktörlüğünü kimselere bırakmama yarışında… Yazılar -tıpkı bir tapınma halinin gereklerini yerine getirir gibi- alt başlıklarına göre paylaşılmış. Bu açıdan gazetelerin birkaç günlük sayısı bir bütün oluşturuyor.

6- Geçmişe döneli, yirmi yıl öncesine; ‘Bir kısım yazara’ düşen görev Lozan efsanesini yeniden diriltmek üzere bildik tarihi bildik öyküleriyle yeniden anlatmak. (bugün sayıları azalmış gibi görünmekle birlikte ikame edilenlerle birlikte gönüllülükleri konusunda hala duyarlılar). Anlaşılan o ki toplumun-topluluğun ‘masalı’ unutmuş olacağı düşünülüyor. Anımsatma işlevi, bir kut törenin temel fonksiyonunun yerine getirilmesi eylemiyle örtüşüyor. Ve bu anımsatmalarla törenin temel çerçevesi çiziliyor; Lozan’da ne tür bir sözleşme imzalandığının değil de, Lozan günlerinde neler olup bittiğinin anlatılması, tarihin tekrar tekrar yazılmasının biricik dayanak noktasını oluşturmaya devam ediyor. 

Yirmi yıl öncesinden görüntüler; asil bir aileden geldiğini bıktırıcı biçimde tekrarlamakta sakınca görmeyen bir yazar yarım sayfalık yazısında böylesine bir ‘tarih bilimi ekolünden’ örnekler verirken ‘İsmet Paşa’nın dediği oldu’ diyerek sözlerini sonlandırıyor. Ne var ki bu son söz Lozan’da ne olup bittiğini açıklayabilirken, Lozan’ın ne tür bir emperyalist bağlaşıklık oluşturduğunu açıklamakta yeterli olmuyor. Cuntacı/darbe destekçisi bir “hukukçunun” yazısında önceki yaşarın öyküsünün sözlü tarih!- tarihi arka planını doldurma çabası içinde gözükürken, dinci faşistlerle yobazlarla demokrasi için kol kola gireceğini söyleyerek basın piyasasından peylenmeye çalışan Kemalist bir yazarın Lozan’a ayırdığı sütunu ise bu genel kavrayışın içinin doldurulması işlevini üstleniyor; ‘kim kime ne dedi’: masalın diyalog bölümlerindeki eksikliğin doldurulması…

7- Andığımız-anacağımız ve anmadığımız yazarlar Lozan’ı hangi perspektifle ele alıyor ve bu perspektiflerinde ‘bugünün’ yeri nedir? Bu sorunun bizce yanıtı ancak bugünü 25 Temmuz 1923’le karşılaştırarak verilebilir, öncesiyle hele ki ölü doğmuş bir emperyalist plan olan Sevr ile karşılaştırılarak ya da aradaki seksen yılı / yüz yılı yok sayıp bugün ile karşılaştırarak değil…

Bugünkü bağımlılığın Lozan’da tersyüz edildiği söylenegelen bağımlılıktan ne farkı var, IMF borçları ile Osmanlının borçlarının ödenmesi arasında ne fark var? Aslında doğru soru “ne gibi bir ilişki var” şeklinde olmalı değil mi? On yıl devam ettirilen kapitülasyon hukuku ile tahkim hukuku arasında ne fark var? Lozan’ın ertesinde ya da 1930’daki yoksulluk ve sefaletin göreceli değerlendirilmesinde, onun 2003’deki / 2023’deki yoksulluğumuzdan hiç bir farkının olmamasını nasıl açıklayabilir? (Halkın yüzde sekseni Lozan imzalandığı gün ya da Lozan’ın onuncu yıldönümünde geceyi aç geçiriyordu. Bugünde bu oranın aynı olması size neyi ifade ediyor.) O halde Lozan ne tür bir bağımsızlığı ne tür bir egemenliği tanımlamakta. 20-30’lu yıllarda Ortadoğu’da İngiliz emperyalizmine onay vermekle 2000’li yıllarda ABD emperyalizmine onay vermek arasında ya da vahşi petrol sermayesine ülke topraklarını peşkeş çekmek arasında farklılık var mıdır? Hala antiemperyalist miyiz sorusu kadar önemli olan o gün antiemperyalist olup olmadığımız sorusudur. Ya da 20-30’lu yılların millileştirmesiyle 80’li yıllarda başlayan ve –satacak neredeyse hiçbir şey kalmadı- devam eden özelleştirmeler arasında ne fark vardır; akla gelen ilk benzerliği söyleyeyim: ikisinin de bedelini yalnızca emekçi-ezilen halk ödemiştir-ödetilmiştir.

Evet; temel yaklaşımımda ısrarlıyım. Kapitalizmle bir arada antiemperyalizm olmaz. Lozan nasıl ki kapitalizmle bir uyum programı ve emperyalizmin küresel kurgusunda en küçüğünden yer sahibi olabilmenin adı ise yüzyıldan bu yana devam eden uluslararası sermaye çevreleri ile yapılan tüm sözleşmeler/anlaşmalar da aynısıdır.

8-Sorun devamlılığı kabul etmekte; İşimize gelindiğinde öncesini işimize gelindiğinde sonrasını yok sayma hakkına sahip olmadığımızı-olunmaması gerektiğini düşünüyorum. Oysa bu ‘yöntem’ mitin yeniden üretilmesi için resmi tarihçilerin başvurduğu yegâne yol. Hiç kuşku yok ki bilim değil! Ne var ki ideolojinin yeniden üretilmesi için her zaman-çoğu zaman bilime gereksinim duyulmuyor. Sevr ile karşılaştırma, dönemin koşullarına uygun olarak başlıca yaklaşım tarzını oluşturuyor. Sevr ile Lozan arasındaki farklılıkların betimlenmesi Lozan övgüsünün en büyük dayanağını oluşturuyor. Nutuk tarihçiliğinin de bir örneği olarak ele alınabilinecek bu ‘karşılaştırma’ yöntemi, Lozan’ı sonrasıyla açıklamaktan kaçmayı kolaylaştırıyor. Sonrasıyla açıklanmayan bir Lozan, tarihi bir desenformasyondan başka bir şey ifade etmiyor. Bu bağlamda unuttuğumuz kimi yazarların eskilerde kalmış ancak yenilere yol gösteren yazılarını anmadan geçmek haksızlık olacaktır! Kadrolu bir Kemalist Lozan’ı Sevr ile Musul ve Kürt olgusu üzerinden karşılaştırıyor ama nedense Musul’un İngiliz emperyalizminin egemenliğine kayıtsız şartsız devredilişine ait hiç bir satıra rastlamıyor. Aynı şekilde, zamanındaki tercihlerin bugünkü -zorunlu- tercihlerin kökenini oluşturduğuna dair bir tartışmaya da -doğal olarak- yer verilmiyor. 

Ulusalcı sol -nasyonal sosyalist!- yazarlarımızın ‘Lozan sonrası’ dendiğinde akıllarına gelen ise Süleymaniye’de Türk askerlerinin kafalarına ABD güçlerince çuval geçirilmesi! Kuşkusuz bu utanç verici olayın nedeni olan ‘kayıtsız şartsız bağımlılığın’ birden bire gökten düşme olasılığı yok! Ancak yazarlarımız on yıllar boyunca gelişip bu noktaya gelen bağımlılık ilişkilerini Lozan eksenli değerlendirmek yerine on yılları yok sayıp atlayarak Lozan’ı güncel siyasi bir unsura indirgemeyi tercih ediyorlar. Sorun bu çuvalın-çuvalların kafalara ne zaman geçirildiği… Çıkarmak kuşkusuz yalnızca bizlerin becerebileceği bir iş…

Yazarlarımız tıpkı bugün olduğu gibi yirmi yıl öncesinde de masalın ‘yedi düvel’ versiyonunu pişirip okurun önüne koyarken, ABD’den ithal edilen bir Dünya Bankası görevlisi ile aynı hükümette görev yaptığını, tahkim yasasını-tütün yasasını ve daha nice ABD patentli yasaları çıkaran hükümetin elemanı olduğunu, üyesi olduğu ulusalcı hükümetinin emeğe ve insanlığa yaptığı onaylı saldırıları unutmuş gözüküyor ya da unutturmaya çalışıyor.  Kut törenin hakkıyla yapılması ‘unutma’ olgusunu zorunlu kılıyor. Bir başkası ise benzer nitelikteki yazısını ‘Lozan’da nereye’ diye sorarak bitiriyor. Oysa bu sorunun yanıtı Lozan’da gizli. Lozan’dan çıkılan yolun nereye ulaşacağı doğru bir Lozan okumasıyla seksen yıl /yüz yıl öncesinde görülebiliyor. Bir diğer yazarın karşılaştırması ise ders niteliğinde: ‘İnönü, Nur ve Saka 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi’nin merdivenlerinden çıkarken giyim ve kuşamlarıyla insana güven veriyor… Lozan’dan seksen yıl sonra Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilirken siyasiler bunu içine sindirebiliyor…” Bize ise paragrafın sonuna ünlem ve soru işareti koymak düşüyor. Ve bir sorunun tekrar sorulmasını zorunlu kılıyor; çuval ne zaman geçirildi; yirmi yıldan bu yana neden çıkarılamadı?

9-“Dünyaları ancak ölümsüzlerin, başlangıç zamanında yaptıklarının yinelenmesi, yaratılış mitinin yeniden yapılanmasıyla yenilenebilmektedir.”(Eliade)

10-Mitin yeniden yapılandırılarak yenilenmesi, kökene dönüş inancının sahip olduğu potansiyel gücü toplum üzerinde denetim erkine dönüştürür. İdeolojinin buradaki bir işlevi de var olanın güçlendirilmesinden çok, öze dönüşle iyinin-doğrunun yeniden yaratılabileceği umudunu kitlelere aşılamaktır. Umut, tarihin bozundurularak sunulması sayesinde yaratılmaktadır ve ‘iyiye-doğruya-öze’ olarak simgelenen her geriye dönüş bir dizi ritüeli içerse de mutlaka ciddi bir ideolojik müdahale ile mümkün olabilmektedir. Ve bu süreci resmeden unsurların tümü, var olan ‘bilginin’ dışlanarak ya da yok sayılarak ‘ilk bilginin’ yeniden keşfedilmesine aracılık etmek üzere koşullanmışlardır ve burada ‘ilk bilgi’ ile kastettiğimiz resmi ideoloji ya da mitsel paradigmalardır. Paradigma şekil ile desteklenen bir kurgudur ve bu kurgu bir tür bağımlılık ilişkisini de tanımlamaktadır. Toplumsal ölçekte böylesine bir bağımlılık zaten oldukça güçlü bir şekilde yaratılmış mitin, bağımlılığın her anımsatılışında daha da güçlenmesine yol açar. Biçimlendirilmiş müdahaleli duyguların aklın ötesine geçmesiyle tamamlanan ve her tamamlanış anında yeniden üretilmeye gereksinim duyulan bir süreçler dizisidir söz konusu olan.


*Bir önceki yazıda olduğu gibi uzun zaman önce yazılmış bir yazının güncellenmiş halidir. Güncelleme gerekli midir?

(25 Temmuz 2003 / 2023)