Eylül ayında yapılacak olan Tarım Şurası’ndan sonra açıklanması beklenen “Tarımda Milli Birlik Projesi” ile birlikte çiftçi kendi toprağının kölesi haline getirilecek. Bu projenin önünü açmak için bir çok kurumun işlevsizleştirildiğini projenin asıl amacının özelleştirmenin önünü açmak olduğunu belirten Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Hamit Kurt, Türkiye’de son 10 yılda çölleştirilmiş ve verimsizleştirilmiş toprak miktarının Avrupa’daki bir çok ülkenin yüzölçümünden çok daha fazla olduğunu toprakların bilinçli bir şekilde çölleştirildiğini kaydetti.
TİGEM’in 386 bin hektar arazisinin olduğunu ve bu arazilerin büyük bir kısmının şu an atıl konumda olduğunu ve çölleştirildiğini belirten Kurt, 3-4 yıl sonra TİGEM’e ait bu tarım arazilerinin de ‘Zarar ediyoruz’ söylemleriyle özelleştirilip sermayeye peşkeş çekileceğini ifade etti. Türkiye’nin son 5 yıldır tamamen genetiği değiştirilmiş ürünlerin cennetti haline dönüştürüldüğünü belirten Kurt, Avrupa’da tüketilmeyen ürünlerin Türkiye’ye getirildiğini ve topluma sunulduğunu söyledi.
Şimdilik ertelenen ama iktidar tarafından Eylül ayında tekrar gündeme getirilmesi beklenen Tarımda Milli Birlik Projesi’nin Tarım ve Orman Bakanlığı’nın dolaylı olarak özelleştirilmesi ve şirketlerin kontrolüne geçirilmesi anlamına geldiğini kaydeden Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (Tarım Orkam-Sen) Başkanı Hamit Kurt, üretici ve tüketici için tek çarenin küçük aile işletmeciliği ve kooperatiflerin yaygınlaşması olduğunu belirtti. “Tarımda Milli Birlik Projesi”nin yerli tarımı bitirme projesi olduğunu ifade eden Kurt, bu proje ile birlikte tarımda “birlik” değil holding döneminin başlayacağını ve kırsal kalkınmanın tamamen göz ardı edileceğini ifade etti.
Proje ile birlikte Tarım ve Orman Bakanlığının ve bağlı kuruluşlarının etkinliği azaltılacağını uluslararası tekellerin Türkiye’de kontrolünün artacağını ifade eden Kurt, “İthalat ve bağımlılık daha da artacak. Çiftçinin hangi ürünü ekeceği, ne kadar ekeceği ve ne zaman ekeceği holdinglerin kontrolüne geçecek. Fiyatları holdingler belirleyecek ve çiftçi kendi toprağında köleleştirilecek. Sömürünün, tekelleşmenin önü açılacak, kırsal kalkınma diye bir kavram kalmayacak ve tekeller kalkındırılacak.” dedi.
Tarım Orkam-Sen Başkanı Hamit Kurt ile çiftçilerin ve STK’ların Tarımda Milli Birlik Projesine neden tepki gösterdiğini, tarım arazilerinin bilinçli olarak neden çölleştirildiğini, kamu kurumlarının neden işlevsizleştirildiğini, özelleştirmeyi, GDO’lu ürünlerin sofralarımıza uzanan hikâyesini ve üretici ile tüketici arasında doğrudan bir ilişki ağı örmenin yolunun olup olmadığını konuştuk.
- Tarımda Milli Birlik Projesi, çiftçi örgütleri ve STK’lar tarafından büyük bir tepkiye neden oldu. Çiftçiler ve STK’lar bu yasaya neden karşı çıkıyor?
Tarımda Milli Birlik Projesi’ne geçmeden önce tarımda ne oluyor ne bitiyor biraz bundan bahsetmek istiyorum. Türkiye verimli toprakları olan ve dışa bağımlı olamayacak kadar verimli tarım arazileri olan bir ülke. Doğru bir tarım politikası yürütüldüğü zaman kendi toplumuna yetecek kadar hatta dış ülkelere ürün satacak kadar verimli topraklara sahip bir coğrafya konumunda.
Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen sonrasında çiftçinin, üreticinin ve toplumun lehine olabilecek bir tarım politikası oluşturulmuştu. Ama her nedense 1970’li yıllardan sonra sermaye sahiplerinin müdahalesini görüyoruz. 1980’li yıllardan sonra (ANAP iktidarı döneminden sonra) Türkiye tarım politikalarına baktığımızda tamamen sermayenin lehine yapılan değişikliklerden öteye başka hiçbir şey görmüyoruz.
“TMO BİLİNÇLİ OLARAK İŞLEVSİZLEŞTİRİLDİ”
1980’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar olan süreçte vicdanlı bürokratların yönettiği süreçte dünyadaki sermaye sahiplerine teslim olmama direncini görebiliyoruz. Ama 2000’li yıllardan sonra yani AKP iktidarı dönemi ile birlikte hızlı bir şekilde sermaye sahiplerinin ihtiyaçlarına cevap verildi. Türkiye’deki var olan bütün kurumlar hızlı bir şekilde özelleştirildi. Ya özelleştirildi ya içi boşaltıldı ya da işlevsizleştirildi. Mesela, bu işletmelerin başında Toprak Mahsulleri Ofisi var. TMO, iskelesi kalmış bir işletme haline dönüştürüldü. TMO’nun 1980’li yılların başından 2008 yılına kadar Türkiye genelinde 138 şubesi, 14 bölgede işletmeleri, 6 tane satış mağazası, 30 tane tesisli ekibi ve Türkiye’nin herhangi bir köşesinde vatandaşların ürün alabileceği gezici 125 tarımsal ürün şubesi vardı.
Şu an ise TMO’nun Türkiye genelinde sadece 38 tane şubesi kaldı. 38 şube de hangi ürünü alıp almayacağını tamamen sermaye sahiplerinin güdümüne bırakmış durumda. O dönemde çok revaçta olan Türkiye Süt Kurumu vardı. O kurumun da yüzde 50’si özelleştirildi. Şu an o da işlevsizleştirildi. Mesela, Türkiye Yem Sanayi Kurumunun da içi boşaltıldı. Ziraat Bankası da çiftçi için çok özel bir konumda duruyordu. Ziraat Bankası iki yıl önce Varlık Fonu’na devredildi ve şu anda ise özel sektördeki bankaların koşulları gibi çiftçiye kredi veriyor. Türkiye çiftçisi ve üreticisi inatla ısrarla dilenci konumuna getirilmeye çalışılıyor. Tarım ve ormanda çalışan kamu emekçileri de köle konumuna getiriliyor.
SESİMİZİ KİMSE DUYMADI
Keza Tarım Satış Kooperatifleri, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü (TEKEL), Şeker fabrikaları da özelleştirildi.
Mesela, Türkiye Şeker Fabrikaları Cumhuriyet ile yaşıttı ve çok önemli bir kurumdu. Değerinin çok altında satıldı. Önceleri ‘Zarar etti’ denildi sonrada değerinin çok altında sermayeye peşkeş çekildi. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün de işlevi çok büyüktü. Köylünün sulama suyunu temin eden bir konumdaydı. 2018 yılında bir torba yasa ile birlikte bu kurum da işlevsizleştirildi. Devlet Su İşletmeleri Genel Müdürlüğü bünyesinde sulama birlikleri vardı. Ortaklaşa köylünün sulama ihtiyacını gideriyorlardı ve çok da başarılıydılar. Gece yarısı bir torba yasa tasarısı ile özelleştirdiler. Hiç kamuoyuna da hissettirmediler. O dönem sessimizi kimse duymadı.
ÇİFTÇİNİN SUYUNU ÇİFTÇİYE PARA İLE SATACAK!
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Köy Birliklerinin ortaklaşa yürüttükleri Sulama Birlikleri de bir gecede özelleştirildi. Yani gariban çiftçinin su kaynağı 49 yıllığına özel bir şirkete devredildi. Özel şirket gidip o üreticinin köyündeki suyu o çiftçiye para ile satacak. Bu coğrafyada dünyanın hiçbir yerinde olmayan uygulamalarla karşı karşıya gelebiliyoruz.
- ‘AKP döneminde özelleştirilmeler hız kazandı’ diyorsunuz peki bu yaşanan sürecin kapitalizmle hiç mi ilişkisi yok? Başka bir parti de olsa bu süreç böyle yaşanmayacak mıydı?
Açıkçası sendika olarak tarım ve gıda egemenliği politikalarına yönelik tespitlerimiz var. Evet çok yerinde ve doğru bir soru. Biz bu süreci tamamen elbette AKP iktidarına bağlamıyoruz. AKP iktidarı sermaye, Dünya Gıda Örgütü ve Dünya Bankası’nın ihtiyaçlarına hızlı bir şekilde cevap verdi. Bu proje özellikle kapitalist sistemin bir projesiydi ve bu proje adım adım gerçekleştiriliyor. Eskiden direnen ve vicdanlı bürokratik bir kesim vardı şimdilerde ise tamamen liyakatsiz, kendi çıkarını ve siyasi iktidarın iki dudağı arasından çıkan lafa bakan bir kadro ile karşı karşıyayız.
ÜYELERİMİZ SÜRGÜN EDİLDİ!
Şu an bizim üyelerimizin çoğu işlevsiz hale getirildi. Ülke tarımını iyi bilen, nitelikli, vicdanlı ve vasıflı kadrolar sürgün edildi. Bu kadrolar köşelerde ve merdiven altlarında çalıştırılıyor. Bu konuda direnç gösteren herkes ya sürgün edildi ya da ihraç edildi. Evet, bu süreç kapitalizmin bir projesidir ama bu iktidar ile bu süreç çok hızlandı. Şimdi sermaye sahipleri, ihtiyaçlarına cevap veren yere gider. Bu ülkedeki siyasi iktidar kendi ülkesini düşünmek zorunda. Her ulus ve iktidarın sermaye sahiplerinin ihtiyaçlarına cevap verdiği için ayakta kaldığını biliyoruz. Siyasi iktidar, kamu emekçilerini sermayenin hizmetkarı gibi görüyor. Hem kamu emekçilerini hem toplumu esir, dilenci ve köle konumuna getiriyor bizim buna itirazımız var. Evet bu proje sermaye sahiplerinin projesidir ama AKP iktidarı bu projenin hiçbir maddesine itiraz etmemiştir. Pervasızca yer altı ve yer üstü kaynaklarının tamamını sermaye sahiplerine peşkeş çektiler.
SEMERAT HOLDİNG HİMAYESİNDE BİR PAZAR KURULMUŞ!
- Tarımda Milli Birlik Projesi ile ne değişecek?
Tarım da Milli Birlik projesi bütün bu süreçlerin yani özelleştirmenin son noktasıdır. Üretici sermayenin kölesi ve dilencisi olacak. Proje ile toprak çiftçiye ait olacak ve çiftçi o toprağı işletecek. Ama çiftçinin hangi ürünü üreteceğini, ürünü ne kadar üreteceğine ve nasıl işletileceğine holding yöneticileri karar verecek. Tabi ki ürünün fiyatını belirleyecek olan holding yöneticileri. Şu an Meclis’te bekleyen bir de Hal Yasa Tasarısı var. Mevcut Hal Yasaları biraz özerktir. Türkiye’de 180 tane hal var onu da 30’a indiriyorlar. Hal Yasa Tasarısı ve Tarımda Milli Birlik Projesi birbirini tamamlayan iki projedir birbirinden bağımsız değildir.
Bir piramit var piramidin en altında çiftçi, ormancı ve balıkçı hemen üstünde Türkiye’nin en büyük 10 şirketi onların bir üst katmanında küçültülmüş kamu kurumları. Sözüm ona o kurumları oraya yerleştiriyorlar. (Bunlar da Tarım ve Orman Bakanlığı, Tarım Kredi Kooperatifleri gibi kurumlar) Piramidin en üst katmanında ise Semerat Holding var. Piramidin zirvesinde ise açıkçası benim anlayamadığım “dünya markası” diye bir kavram var. Bu ‘dünya markası’ kavramı nedir çok belirsiz. Dünya markasının bir aldatmaca olduğunu Semerat Holding’in himayesi altında bir pazar kurduklarını düşünüyorum.
“BECEREMİYORUZ ÖZEL SEKTÖRE DEVREDELİM OYUNU”
- 2016 yılında patates fiyatları yüksek olduğu için 2017 yılında çiftçilerin bir çoğu patates ekimine yöneldi. Bir çok üretici birbirinden habersiz olduğu için ihtiyaç fazlası patates oldu ve dolayısıyla patatesler çürüdü. Bu yasayı savunanlar bu proje ile bir denetim ağının oluşturulacağını belirtiyor. Bu proje ile bir denetim ağı oluşturulabilir mi?
Bu işlevi yapacak onlarca kurum vardı , ama bu kurumların hepsi işlevsizleştirildiği için böyle bir olumsuz tablo yaşandı. Ama toplum adına, köylü adına, çiftçi adına işlevsizleştirilen bu kurumlar bu işi yapıyordu zaten. Burada, ‘Beceremiyoruz özel sektöre devredelim” oyunu var. Bu kurumların işlevsizleştirilmesi oyunun bir parçası. Sermayenin yapacağını kamu yapıyordu zaten. ‘Dengesiz ve kontrol edemediğimiz bir üretim şekli var. Biz bu sistemi denetim altına alacağız’ deniliyor. Aslında bu söylemler birer kılıf, özelleştirmenin önünü açmak için söylenilen ‘sihirli cümleler’ Ne yazık ki toplumun bir kesimi de bu söylemlere inanıyor.
TOPRAK BİLİNÇLİ OLARAK ÇÖLLEŞTİRİLDİ!
Türkiye’de son 10 yılda çölleştirilmiş ve verimsizleştirilmiş toprak miktarı Avrupa’daki bir çok ülkenin yüzölçümünden çok daha fazla. Çok bilinçli yapıldı. Mesela eskiden Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) çok önemli bir kurumdu. Ama şimdi TİGEM de işlevsizleştirildi. TİGEM’in 386 bin hektar arazisi var şu anda bu arazilerin tamamına yakını atıl durumda. Sermaye sahipleri siyasi iktidarlar eliyle önce var olanı işlevsizleştiriyor sonra da ‘Zarar ediyoruz’ söylemleriyle özelleştiriliyor. 3-4 yıl sonra TİGEM’e bağlı 386 bin hektar toprak da “Verimsizleşti’ denilip sermaye sahiplerine teslim edilecek diye düşünüyorum.
Bu projede bir geri adım atıldı. Sermaye sahipleri ve AKP iktidarı bir nabız yoklaması yaptı. Taslağın yurt dışında hazırlandığı çok aşikardı. Dışa bağımlı bir projeydi. Aslında STK’lar bu projeye sert tepki gösterdi. Eylül ayında Tarım Şurası yapıldıktan sonra projenin tekrar gündeme geleceği ifade ediliyor. Sermaye, hesabından hiçbir zaman vazgeçmez.
- Bu proje ile birlikte Tarım ve Orman Bakanlığı özelleştirilecek mi?
Önce işlevsizleştirilecek sonra da özelleştirilecek. Bakanlıkta ki nitelikli kadroların çoğu boşaltıldı. Bu gidişata itiraz eden üyelerimizin çoğu sürgün edildi. Sürgün edilen yöneticilerimizin çoğu mahkeme kararlarıyla geri döndü ama işlevsiz alanlara verildiler. Söz sahibi olmayan birimlerde çalıştırıldılar. Kısaca bir bütün olarak kamunun küçültülmesi bakanlıkların birleştirilmesi sermaye sahiplerinin talepleri doğrultusunda yapıldı.
Tarım Bakanlığı ve Orman Bakanlığı’nın birleştirilmesi birbirinden bağımsız değil. Tarım ve Orman Bakanlığı’nda toplamda yaklaşık 200 bin kamu emekçisi var. Bu emekçilere ne olacak. Bakanlığın yüzde 50’si Semerat Holding’e bağlanılıyor geri kalan yüzde 50’sinin de bakanlığın taşra teşkilatından oluşacağı ifade ediliyor. Bu uygulama özelleştirmenin adımıdır. 2 yılın sonunda o kalan yüzde 50 de sermayeye peşkeş çekileceği ortadadır.
TANZİM SATIŞ NOKTALARI EN AZ 500 MİLYON DOLAR ZARAR ETTİRDİ
- Tarımın, gıda üretiminin şirketlerin eline geçmesi ne tür sonuçlar doğurur? Evet üreticiyi konuştuk ama tüketici nasıl bir tablo ile karşı karşıya?
Bu sene meyve ve sebze fiyatları inanılmaz yüksekti. Sonra çözüm olarak Tanzim Satış Noktaları açıldı. Bunun çözüm olmadığını belirttik. Bunu yapacağınıza üreticiyi destekleyin. Belediyelerin açıkladığı rakamlara göre en az 500 milyon dolar zarar edildi. 500 Bin Dolar üreticiye verilseydi bir çözüm oluşturulurdu. Israrla söyledik tanzim satış noktalarının çözüm olmayacağını. Üretici ve tüketici arasında aracılar vardı. Bu proje ile aracılar da bertaraf ediliyor. Artık, komisyoncuların yerine daha büyük sermaye sahipleri olacak. Tüketici arasında hiçbir şey değişmeyecek ve her şey çok daha kötü olacak. Fiyatlar daha da yükselecek. Çünkü üretim azalacak. Çiftçi özel sektörün himayesinde olacak ve para kazanmasa bırakıp başka işlere yönelecek. Bu proje yürürlüğe girerse çok kötü günler bizi bekliyor olacak. Özelleştirme bir felakettir kamunun küçülmesi sermayenin büyümesi bir felakettir. Çünkü sermayenin olduğu yerde kâr hırsı vardır kâr hırsının olduğu bir yerde toplumun refahından söz edilemez.
- Kooperatifleşme bir çözüm olabilir mi?
Kesinlikle evet ama doğru bir temelde yapılırsa kooperatifleşme bir çözüm olabilir. Tamamen sivil olacak yani kontrol mekanizması kendisi olacak. Kendi denetim organları kendi yönetimlerinden olacak. Evet kamu da denetleyecek kâr hırsı gütmeyecek. Bilimsel ve demokratik yönetim şekilleri olan kooperatifleşmeden yanayız. Bunun adı kooperatif de olmayabilir yerel birlikler de olabilir. Ayrıca küçük aile işletmeciliği kesinlikle terk edilmemelidir. Sulama işleri, Devlet Su İşleri ve Köy Birlikleri’nin ortaklaşa yürüttüğü bir çalışmaydı. Çok da demokratikti ve çok da güzeldi. Çiftçi de memnundu üretici de memnundu tüketici de memnundu. Toplum, üretici ve tüketici menfaatine dengeyi sağlayabilen kooperatiflerin çözüm olacağını düşünüyoruz.
YURTDIŞINDA İADE EDİLEN GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLERİ BİZ YİYORUZ!
- Dış ülkelerden gönderilen genetiği değiştirilmiş ürünler piyasaya mı sürülüyor? Kısacası bu ürünleri biz mi yiyoruz?
Evet. Özelikle Türkiye son 5 yıldır tamamen genetiği değiştirilmiş ürünlerin cennetti haline dönüştürüldü. Avrupa’da hatta bizden daha geri olan ülkelerde bile tüketilmeyen ürünler ithalat yoluyla Türkiye’ye getiriliyor, ve topluma sunuluyor. Pirinç başta olmak üzere, patates, soğan ve onlarca ürün dışardan alınıyor. Maalesef bu ürünlerin GDO’lu olduğunu görüyoruz. Bu konuda bu alanda çalışan kamu emekçilerin çok zor durumda olduklarını da görüyoruz. Özetle ülke bilinçli bir şekilde tohumdan samana kadar dışa bağımlı ve GDO ürünlerin cenneti haline getirildi.
- Ankara’da bir düş yolculuğu - 29 Aralık 2019
- Çekmecelere kilitlenen hikâyeler gün yüzüne çıktı! - 2 Aralık 2019
- Kadınlar sokakta buluşuyor - 24 Kasım 2019