Kültür, Uygarlık ve Aydınlanma

Yahudi kökenli Alman filozof Moses Mendelssohn 1784’de Berli’nde çıkan bir dergide yayımladığı yazısında aydınlanmayı, kültür ve uygarlık ile ilişkilendirir. Mendelssohn’un açımlamasıyla, uygarlık, kültür ve aydınlanma, “toplumsal yaşamın biçimlenimleridir.” Bunlar, insanın toplumsal durumunu iyileştirmeye yönelik çalışmasının ve çabasının türevleridir. Bu açımlama uyarınca, uygarlık ve kültür, aydınlanmayı, aydınlanma da uygarlık ve kültürü geliştirir. Bu üç kavram arasında karşılıklı bir belirlenim ilişkisi vardır.

Bir halkın toplumsal durumu, Mendelssohn’a göre, sanat, çalışma ve “insanın belirlenimiyle uyumlulaştırdığı ölçüde, o halk uygarlaşır.” Uygarlık, kültür ve aydınlanmaya bölünebilir. Kültür; becerilerin, eğilimlerin ve alışkanlıkların toplamıdır. Sanat ve zanaatta ilerleme, toplumsallığı geliştirir. Kültür, uygarlaşmayı, uygarlaşma kültürü ilerletir. Bu ikisi arasındaki karşılıklı etkileşim, insanın belirlenimine uygun gelişme ortamı yaratır. Her türlü özdeksel ve düşünsel üretimin toplamı olan kültür, insanın çalışmasıyla, üretkenleşmesiyle gelişir. Aydınlanmaysa, daha çok insanın kuramsal yeterliliğiyle ilgili bir kavramdır. Aydınlanmanın olabilmesi için, hem akılsal bilgi, öznel beceri, hem de insan yaşamına ilişkin akılcı düşünme ve bunların insanın belirlenimi üzerine etkilerini düşünme gerekir.

İnsanın belirlenimi nedir?

Bütün uğraşların ve amacın belirleyici ölçütü, insanın belirlenimidir. Bu irdelemede sıkça geçen insanın belirlenimi anlatımını açıklamak yararlı olabilir: Mendelssohn’un sıkça kullandığı “insanın belirlenimi” anlatımı, insanın var oluş tarzı, ilerlerleme ve özgerçekleştirimidir; devinim, ilerleme ve çağdaşlaşmadır; öz düşünsel üretimini başkalarının üretimiyle bütünleştirmesi ve bireşimlemesidir. İnsanın belirleniminin diğer olumlu öğeleri, akılcılaşma ve özgürleşmedir; çünkü ancak akılcı ve özgür insan, herkes için iyi ve yararlı olanı seçmeye uğraşarak ahlaklılaşabilir. Özgürleşme, hem doğadan hem de toplumsal- siyasal ve kültürel bağımlılıklardan kurtularak özerkleşme ve bağımsızlaşma uğraşıyla olanaklıdır. Özünün bilincine varma anlamında özgürleşme, başkalarının özgürlüğüne saygı duyma, başkaları için de özgürlük istemeyi kapsar. Özünün bilincine varma, diyesi, öz-bilim, hakiki bilginin başlıca kaynağıdır.

Bir ulus nasıl uygarlaşabilir, aydınlanabilir?

Burjuva yaşamda “konum ve meslek, her üyenin yükümlülüklerini ve haklarını” belirler; bunların gerektirdiği ölçüde “diğer beceri ve yetileri, diğer eğilimleri, güdüleri, toplumsal töreleri ve alışkanlıkları”, bir başka anlatımla, diğer bir kültürü gerektirir. Bir ulus, bütün bunları uyumlulaştırdığı ölçüde kültürlü olabilir. Öte yandan, bunlar, “konumu ve mesleğine uygun olarak” her bireyin “diğer kuramsal görüleri ve yetileri” edinmesini, “aydınlanmanın bir başka derecesini” gerektirir.

İnsan olarak insanı ilgilendiren aydınlanma, toplumsal konumlar arasında “ayrım/fark” gözetmez. Fakat yurttaş olarak insan söz konusu olduğunda, insanın aydınlanması “konum ve mesleğe göre değişir.” İnsanın belirlenimi bu noktada “çabasına ölçü ve erek” koyar; çünkü aydınlanma akıl, kavrayış ve bilme yetisinin gelişmesidir.

Aydınlanma olmaksızın, anayasa var olamaz. Bu noktada felsefe devreye girmelidir. Gereklilik, “yasaları dayatabilir; hatta boyun eğdirtmek için, insanlara takılması ve onları sürekli baskılamak için, gereken boyunduruğu” üretebilir.

Her türlü olumsuzluk, kutsallık savına sığınır

İnsanın özsel belirlenimleri, aynı zamanda onun dışsal belirlenimleriyle de bağlantılıdır. Bu nedenle, insanı süsleyen hakikat, insanın içselleştirdiği dinsel ve töresel öğeleri aşmadan yaygınlaşamaz. Böyle olmasına karşın, “erdemleri önemseyen” aydınlanmacı, söz konusu önyargılara karşı özenli davranmalıdır. Öte yandan, “boş inanç ve barbarlığa” uygun ortam hazırlayan bu ölçütün, “iki-yüzlülüğün kalkanı” durumuna getirildiği de bilinmelidir.

Her türlü olumsuzluk, “kutsallık” savına sığınır. Bu, “en aydınlanmış çağda” bile göz önünde tutulmalı, “kullanım, kötüye kullanımdan” ayırılmalıdır. Bir söz vardır: “Bir şey yetkinlik durumunda ne denli hoşsa, çürüme durumunda o denli iğrençtir.” Bu nedenle, çürümüş bir çiçek, çürümüş bir ağaçtan daha kötüdür. Kültür ve aydınlanma da böyledir. Kültür ve aydınlanma, yetkinlik durumunda ne denli çekiciyse, çürümüşlük durumunda o denli iticidir.

Prof. Dr., CHP Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı