Kızıldere andı: Söz ve eylemin birliği

Kızıldere Katliamı’nın 45.yıl dönemini yaşıyoruz. Kızıldere’de ölen yoldaşlarımızın devrimci yaşamı ve mücadelesi söz konusu olduğunda On’ları, Mahir’in yaşamı ve devrimci kişiliğiyle ele alabiliriz.

Mahir’in devrimci kişiliğinin oluşumunda ve devrimci önderliğinin gelişmesinde üç önemli olgu vardır: Bunlardan biri, O’nun kentli bir devrimci olması; ikincisi devrimcilerin harman olduğu bir yer olan SBF’de yetişmesi; üçüncüsü de 1965-71 gibi devrimci bir dönemde yaşamasıdır.

Mahir’in SBF’ye girmesi hayatının dönüm noktalarından birini hazırlamıştı. O zamanlar SBF, hem eski Mekteb-i Mülkiye geleneğinin devamı olarak devlet bürokrasisindeki gücü ve etkisiyle, hem de devrimci ve demokrat yapısıyla ayrı bir ekol olarak revaçtaydı. Bu nedenle SBF’liler 60’lı yıllarda yarattığı devrimci ve demokrat geleneği ile tüm gençlik hareketini etkilemişti. O yıllarda ve hatta 70’li yıllar boyunca Ankara’da “SBF’yi elinde tutan bütün gençliğe elinde tutar” gibi bir anlayış devrimci harekete egemen olmuştu.

Dünyada birçok örneğinde görüldüğü gibi devrimcilerin kişiliğinden gelen nitelikleri ve önderlik yetenekleri, eğer kendilerini geliştirmeye uygun bir ortam olursa anlam kazanabilir. Mahir (ve o dönemin diğer devrimci önderleri için de aynı şey söylenebilir) içinde yaşadığı ortamı kişisel yetenekleriyle bütünleştiren o dönemin devrimci önderlerindendi.

O dönemin bütün devrimcilerinin önder konumunda olduğu ve en azından hepsinin kendilerini birer “halk ve işçi sınıfı önderi” gibi gördükleri unutulmamalıdır. Bu bağlamda onları aydın olmanın gereği olarak entelektüel potansiyelleri ile değil, toplumun “gerçek aydınları” olarak ve “aydınlanmacı” nitelikleriyle kavramak gerekir.

Mahir, Lenin’in “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” ilkesini herkesten daha çok benimsemişti. Devrimci gibi düşünmekle yetinmemiş, aynı zamanda bir devrimci gibi yaşamıştı. Bu nedenle sözü ve eylemi daima uyum içinde olmuş ve özel yaşamında bunun bütün gereklerine uymuştu.

Mahir’in ve onun gibi başka önder devrimcilerin yaşama bakış açılarını ve kendi konumlarını anlayabilmek için o kuşağın bugünkünden farklılıklarını ortaya koymak gerekir. O dönemin devrimcilerinin halkla, sınıfla, ideoloji ve siyasetle ilişkileri çok farklıydı. Onlar, kitlelerle organik bağ içindeydiler, sınıf ve kitle hareketlerinden hızlı bir şekilde etkilenmişle ve devrimin güncelliğine inanmışlardı. Onlar, bireyselliklerine düşkündüler, dayanışmacı ve paylaşımcıydılar; ama aynı zamanda toplumu/düzeni radikal tarzda değiştirmeye çalışan çok yönlü ve öncü devrimcilerdi.

Mahir, mali imkanları elverdiği için yurt yerine evde kalmayı tercih etmişti. Kaldığı ev devrimcilerin uğrak yeri haline gelmişti. O zamanlar her öğrenci evi bir dernek, bir dergah gibi kullanılırdı. Daha da önemlisi genellikle yurtlarda ve belirli bir özgürlük ortamında kalan devrimci öğrencilerin büyük çoğunluğuna karşın, okuma, araştırma ve tartışmalar için uygun bir ortam yaratan evler bir ayrıcalık sayılırdı.

THKP-C’nin oluşum sürecinde Mahir’in ideolojik, politik ve örgütsel anlamdaki önderliği herkes tarafından tartışmasız bir şekilde kabul edilmişti. Bu nedenle mücadelenin önemli aşamalarında ikna edici yeteneği ve devrimci kararlılığı hareketin kaderini belirlemişti.

Bu bağlamda, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Elrom’un öldürülmesi, Sibel Erkan’ın rehin alınması, Cezaevinden firar edilmesi, örgüt içi ayrılığın çözümlenmesi, NATO’da görevli üç İngiliz teknisyenin Kızıldere’de öldürülmesi, her şeye karşın mücadelenin sürdürülmesi gibi THKP-C’nin kısa tarihinde yaşanılan en önemli olaylarda gösterdiği kararlılık, önder devrimcilere yaraşır bir durumdu.

Mahir devrimin güncelliğine inanmıştı ve devrimci kararlılığı her şeyin üzerinde tutmuştu. Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” demişti. Bu nedenle, Mahir’i en özlü bir şekilde “Söz ve eylemin keskin kılıcı” olarak nitelendirmek yanlış olmaz.

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)