Acılar Çoğaldıkça Kulaklar Sağırlaşıyor
“1984 sinema ile tanışmam…Bugüne kadar 60 kadar film ve belki 20 dizi… 12 ulusal ödül… 3. yılım ve sadece işimi istiyorum…
Çalışmak…Herkes gibi…Hiç mi yürekli bir yapımcı bir yönetmen kalmadı?…Neyim ben hizmetten başka? İnsanlıktan, sevgiden başka ne örnekledim ki bu hayatta…Artık dayanamıyorum…
Yüreğim daha fazlasına dayanamıyor… Bilin istedim.
Sadece bir işi bile çok gördüler… Ben iyi değilim…”
Oyuncu ve Çevirmen Füsun Demirel İnstagram hesabından paylaştığı bu mesajla gündeme oturdu. Kimileri acıdı, kimileri haklı buldu ve destekledi, kimileri yanlış buldu, eleştirdi ve hatta hakaret etti.
Haklı. İçinden geçen bir rol hakkında düşüncelerini açıkladıktan sonra işsiz kalmış, baskı ve tehdit görmüş, bunalmış ve bulunduğu olumsuz durumu da paylaşmak istemiş.
“Yüreğim daha fazlasına dayanamıyor…
Ben iyi değilim…”
Bu bir feryat aslında.
Bu feryat zaman zaman birçok insan tarafından dillendirildi, dillendiriliyor ve böyle giderse çoğalarak da devam edecek!
Ergenekon operasyonları başladığı günden bu yana pek çok insan tarafından, içerik aynı olmasına rağmen değişik şekillerde gündemleşen bu feryatların çoğu duyulmadı bile.
Kimisi silahı dayayıp kafasına, çekti tetiğini, duyurmak istedi isyanını, yine de basit bir haber olarak duyuldu!
Kimisi küçük bir not bırakarak bıraktı bedenini yüksekten boşluğa, uzun zamandır boşlukta yaşadığını göstermek istercesine, görülmedi!
Kimisi de sessiz sedasız yürüyüp gitti bu dünyadan, “sesimi çıkarsam ne olacak, kim duyacak, duysa ne yapacak” dercesine!
Ergenekon operasyonuyla ağırlıklı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensupları olmak üzere yüzlerce kişi, işinden, aşından, geçmişi ve geleceğinden oldu. İntihar edeni de oldu, kahrından hastalanıp öleni de!
Yıllarca sürüp, cezaevine giren veya dışarıda etkilenen yüzlerce kişinin tamamı suçsuz bulunup kendilerine tazminatlar ödenirken, “Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı” denilerek üzeri kapatıldı, unutuldu, unutturuldu!
Oysa birçok insan, değişik dillerde, değişik şekillerde “iyi değilim” demiş ama sesini duyuramamıştı!
Ardından 17-25 Aralık operasyonlarıyla binlerce kişi yaşadı benzer mağduriyetleri. Adalet bir türlü gerektiği gibi işlemiyor, eşit ve uygun dağıtılamıyor, eksik, aksak, topallayarak ve taraf tutarak yol alıyordu!
Feryatlar artarak devam ederken, sağırlık, bulaşıcı hastalık gibi daha da fazla yayılmaya başlamış, feryatlar daha da duyulmaz olmuştu.
Haksızlıklara uğrayanların feryatlarını duymamanın kılıfı bulunmuştu. “Hak ettiler” cümlesi, vicdanları rahat ettirmek için bire bir, ilaç gibi gelmişti. İşkence görenlere, işten atılanlara, sürgün yaşamak zorunda bırakılanlara, “bana haksızlık yapıyorlar” diye feryat edenlere, “Hak ediyorsun” dedik mi, vicdani sorumluluğumuz bitiyor, kulaklarımızı feryatlar rahatsız edemiyordu!
Hak etmiş olmanın ölçüsü de yoktu. Herkes kendine göre bir ölçüyle bahanenin içerisini doldurma hakkına sahipti.
Ve sokağa çıkma yasakları, operasyonlar.
Yüzlerce insanın yaşamına mal olan, Taybet ana, Miray bebek, Cemile Çağırga gibi birçok ismin hafızalara derin çizgilerle kazındığı, bodrumlarda canlı yayında ölümlerin yaşandığı yüz binden fazla insanın ev ve işyerini kaybettiği, 2 milyondan fazla insanın mülteci yaşamak zorunda kaldığı süreç için de bahane hazırdı.
Gökyüzünü kaplayan feryatları duymamak için “hendek ve barikat” kelimeleri yetti. Hendek kazıp barikat kurmuşlardı ve yaşananları hak etmişlerdi!
Yapılan haksızlıkların, çiğnenen insan haklarının, işkence ve zulmün, insanı ve insanca yaşamı görmezden gelişin hiçbir önemi yoktu! Yapılan yanlış bile olsa, eğer “hak etmiş” ise, gerisi teferruata giriyordu!
Ve askeri kalkışma mı yoksa darbe mi olduğu konusunda mutabakata varılmayan 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve devamında gelenler.
Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yüz binden fazla insanın, hukuksal karar veya yargılama süreci yaşanmadan işlerinden atılmaları, çalışma yasakları, hak ederek aldıkları tüm belge ve dokümanların iptali ile insanların aileleriyle birlikte ölüme mahkûm edilmeleri.
Hukukun iflası, adaletin kaybolması, kişilerin ekonomik varlıklarına el konması, gazete, dergi, televizyon, radyo, dernek, vakıf, okul ve üniversitelerin, yargı kararına gerek duymaksızın KHK’larla kapatılması!
Yaşanan mağduriyetler.
Ölümden sonra gelen beraat/suçsuzluk kararları! Yaşanan onlarca intihar! Hayatta kalabilmek için yurt dışına kaçma teşebbüsleri ve yaşanan ölümler.
Ağzına kadar dolan, taşan cezaevleri.
Cezaevleri kapasitelerini arttırma teşebbüsleri.
“Artık dayanamıyorum” , “İyi değilim” , gibi imdat çığlıklarının her yerden duyulması.
Olağan hale gelen olağanüstü haller…
Diğer tarafta ise çok küçük sayılarda da olsa yaşanan direnişler. Yapılan haksızlıklara isyanlar. Nuriye, Semih, Veli gibi onlarca insanın yaşattığı umutlar. Feryat etmeden, çok kötü koşullara rağmen inlemeyen, haklı olduğu için “dayanamıyorum” demeyi kendilerine zül görenler de var.
Evet, birçok insan, sayıları yüz binleri aşan ve ölüme mahkûm edilmiş gibi çok zor koşullarda yaşayanlar var.
Bir de ekonomik nedenlerle, bırakın insan gibi yaşamayı, hayatta kalma çabası içinde bulunan milyonlarca kişi var! 20 milyona yakın insan açlık sınırının altında bir ücretle hayatta kalmaya çalışıyor ki onların feryatlarını duyan kimseler yok!
Bütün bu olumsuzluklar içinde, feryadını duyurma şansına sahip olabilenler, sadece kendisini kurtarma çabasıyla hareket ediyor ve birlikte mücadelenin önüne engel oluyorlar. Onlara yardım eli uzatanlar da aynı durumdalar.
Olumsuzluklardan kurtulabilmenin yolu birlikte mücadeleden geçtiğini bilenler de dahil birçoğumuz, bu tür bireysel çıkışlar karşısında insani acıma duygularıyla hareket ederek, birlik ve beraberliğin gerekliliğini unutabiliyoruz!
Ancak çok iyi biliyoruz ki bireysel çıkışlar, bireysel davranışlar, bireysel çığlıklarla kendini kurtarma çabaları hem hak mücadelelerinin önünü tıkar hem de haksızlıkları yaratanlara yardım ve yataklık eder.
Artık, “gemisini kurtaran kaptan” olamıyor, gemisine el koyuluyor ve kaptanlık belgesi iptal edilebiliyor!
Birlik ve beraberliğin dışında hiçbir şans kalmadı.
Ya hep birlikte kurtuluruz ya da teker teker boğuluruz.
- Af mı yoksa Ekmek mi? - 30 Eylül 2018
- Sudan Sebepler - 17 Eylül 2018
- O günleri de göreceğiz… - 8 Eylül 2018