İfade özgürlüğü

New York’ta bir konferans sırasında, uğradığı bıçaklı saldırı sonrası konferans salonunun orta yerine yığılan Salman Rüşdi’nin dökülen kanında can çekişen, aslında ifade özgürlüğü değil miydi?

“Şeytan Ayetleri” kitabının yazarı Salman Rüşdi’nin boynunda, 33 yıldır geçerliliğini koruyan Ayetullah Humeyni’nin ölüm fetvası asılıydı. Bu öyle bir ölüm fetvası ki, aradan 33 yıl geçmesine rağmen koyu bir karanlık olarak dünyanın üzerine düşüyor. Ve o karanlıkta nefretin, dogmatizmin, fundamentalizmin (kökten dincilik ) kapılarının ardından akan kan seli… Bu kapı açıldığı an, katliamlar başlıyor. Çok uzak tarihe gitmemize gerek yok; 1993’te Türkiye’de Sivas katliamı, 2015’te Fransa’da Charlie Hebdo katliamı…

Türkiye’de, Salman Rüşdi’nin, “Şeytan Ayetleri” kitabının çevirisini yapmak isteyen Aziz Nesin, hedef gösterildi ve ardından, Sivas katliamına giden yolun taşları döşendi. “Allahu Ekber” nidaları eşliğinde Madımak otelinde mahsur kalan aydın ve sanatçıları diri diri yaktılar.

Fransa’da, Muhammed peygamberin karikatürlerini yayınlayan Charlie Hebdo mizah dergisi, dini gericiliğin, radikal islamın hedef tahtasına oturtuldu. 2015 yılında, Paris’in merkezinde güpegündüz uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda derginin yazarları, çizerleri, karikatüristleri katledildi.

Gerek Salman Rüşdi’nin boynuna asılan ölüm fetvasında, gerek Sivas katliamında ve de Fransa’da Charlie Hebdo katliamında, hep aynı tartışmalar yükseliyor. Salman Rüşdi’nin, “Şeytan Ayetleri” kitabı dinen küfür sayılıyor ve hakkında fetva veriliyor…  Aziz Nesin bu kitabın türkçe çevirisini yapmak istediğinde dine hakaret sayılıyor ve “müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız” diyerek hedef gösteriliyor…  Charlie Hebdo dergisi, Hz. Muhammed’in karikatürünü çizdiğinde islamiyet düşmanı ilan edilip hedef gösteriliyor… Ki Charlie Hebdo dergisinin yayınlarında müslüman, hristiyan, yahudi tüm dinlerle ilgili eleştirel karikatürler vardır.

Kutsal değerlere hakaret? Dinleri eleştirmenin karşılığı ölüm emri midir? Kutsal değerler söyleminin arkasına sığınan dinci gericilik, insanların dini duygu ve düşüncelerini suistimal ederek kendine alan açtığında, elbette aydın ve yazarların görevi bu konuda halkı uyaran yazılar yazmak,  konuşmalar yapmaktır. Dini gericilikle uzlaşılmaz, mücadele edilir. Bir yazarın hakkında verilen ölüm fetvasının ardından “ama” ile başlayan cümleler kurmak bu katliamları meşru görmek değil midir? “Ama kutsal değerlere hakaret ettiler” denildiği anda bu katliamlar savunulmuş oluyor. Peki, ifade özgürlüğü?

Burada tartışma başka bir boyuta evriliyor. İfade özgürlüğü ile hakaret arasındaki sınır nedir? Bu tartışmaya girmeden önce altını net bir şekilde çizmeliyiz; bazen amacını aşan bir yazı yahut bir espri de olabilir, ama bunun karşılığı ölüm fetvası olamaz! Burada hedef gösterilen yazarın katliam emrini verme suçu söz konusudur yani cinayete azmettirme suçudur. İfade özgürlüğü ile hakaret arasındaki sınır tartışılırken manipülasyonlara dikkat edilmelidir.

Fransa’da ve Avrupa’da ifade özgürlüğü yurttaşların anayasal hakkıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, demokratik toplumların ilerlemesi ve bireylerin gelişimi için ifade özgürlüğünün temel koşul olduğunu kabul etmiştir. İfade özgürlüğünün sınırları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde çizilmiştir. Burada şunu görmekteyiz, demokrasi kültürünün gelişkin olduğu ülkelerde bile bazı sınırlar mevcut. İfade özgürlüğü, eleştiri ve tartışma kültürü ile hakaret arasındaki farkı iyi ayırt etmek gerekir. Türkiye’de bu konuda sapla saman birbirine karıştığı için düşüncesini ifade eden her kesimden insan kendini mahkemede bulabilir.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin ünlü şarkıcısı Gülşen, imam hatip liseleriyle ilgili yaptığı bir espri nedeniyle hedef tahtasına oturtuldu. Bununla da yetinilmedi ve hakkında tutuklama kararı verildi. Kamuoyunun tepkisi üzerine cezaevinden tahliye oldu ama cezası ev hapsine çevrildi. Ceza? Neyin cezası bu? Tabi, Gülşen olayında farklı ayrıntıları gözden kaçırmamak gerekir. Uzun süredir sahne kostümleri nedeniyle dinci gericiliğin hedefindeydi. Gülşen kendisine dönük linç kampanyasına rağmen geri adım atmadı ve dik durdu. AKP iktidarı, bu çöküş döneminde kendisine biat etmeyen sanatçılara adeta “savaş” açmış durumda. Türkiye’de siyasal islam iktidarının kültürel hegemonyasına karşı, laik, seküler yaşam tarzından vazgeçmeyen, direnen bir kitle var. Demokrasiyi ve özgürlükleri savunan bu kitle azınlıkta değil aslında. Tüm baskılara rağmen bu mücadele sürüyor.

Son olarak Prof. Dr. Celal Şengör’ün Musa peygamber ve İbrahim’in, Mısır’dan çıkışıyla ilgili yaptığı değerlendirme üzerine ifadeye çağırmışlar. Halkın bir kısmının dini değerlerine aşağılama suçu yöneltilmiş. Dini değerleri aşağılama? Şimdi bu dava nasıl görülecek? Savcılık, Prof. Dr. Celal Şengör’ün ifadesini alırken, Hz. Musa ve İbrahim’in yaşadığını ispat etmek için mahkemeye Firavun’u mu tanık olarak çağıracak? İzahı olmayan şeyin mizahı olur! Böyle bir karara başka ne denir ki?

İfade özgürlüğü toplumların gelişimi ve ilerlemesinde önemli bir etkendir. Düşünebilen, sorgulayan, tartışma kültürü olan toplumlar, özgürleşme yolunda ilerlerler. Toplumlar böyle ilerler, böyle niteliğini yükseltir. Düşünce sistematiği olan, analiz yapabilen ve düşüncelerini ifade edebilen özgür ve etkin bireyler, özgür toplumları oluşturur.