Bir Canan Karatay ya da bir Ali Rıza Demircan olmadığım için turşunun sizi virüsten koruyup koruyamayacağı ya da evlilik dışı ilişkilerin bu virüsün yayılmasına neden olup olmadığı hakkında bir şeyler söyleyemeyeceğim. Bilim Kurulu Üyesi Mehmet Ceyhan’a göre virüs, nüfusun daha fazla artmaması için Allah tarafından gönderiliyormuş. Malthus’un teorisi ile tevil etmeye çalışmış Hoca sözlerini ama “zırva” bu, ha deyince “tevil” götürmüyor. Fizyolog hocamız Doç. Dr. Oytun Erbaş ise virüsten korunmak için tuzlu suyla gargara yapmamız gerektiğini salık veriyor. Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit Aktaş, zencefil ve zerdeçalın Covid-19’un aktive olmasını engellediğini belirtiyor. Siz yine de bu “uzman”ların hepsini dinleyerek olası bir hovardalığınızdan sonra zencefilli turşu suyuyla gargara yapmayı ya da bir kornişon turşusu yemeyi ihmal etmeyin derim. Nihat Doğan ise virüse kafa tutmuş “Ey efendiler, Kabe neden yalnız! Neden öksüz! Tavaf neden durur ve buna bir Müslüman neden ses çıkarmaz anlamış değilim. Koronavirüsü olmayan temiz 50-100 insan da mı bulamadılar tavaf yapacak? Yoksa virüsten ölümden korktuğumuz kadar Allah’tan mı korkmuyoruz?” diyor. Annem şu anda telefonda komşusuyla konuşuyor, Covid-19 önlemleri konusundaki fikir teatisinde bulunuyorlar; ilgi ve iştiyakla dinliyorum.
Hatırlar mısınız, bilmem? 1999’daki Düzce Depremi’nden sonra herkes jeolog olmuştu. Bugün de herkes bir virolog.
Virüse karşı hijyene dikkat etmemiz ve mümkün olduğunca evde kalmamız tavsiye ediliyor; uymak lazım, hayatı eve sığdırmak, evde kalmak lazım. Ancak hayatı eve sığmayan, sokakta, işte olmak zorunda olan bir “sınıfın” da olduğunu bilmek lazım. Hayatı eve sığdırıp sığdıramamak, kişisel tercihlerimizden öte sınıfsal pozisyonlarımızla da şekilleniyor.
Etrafınıza bir bakın; market zincirlerinde, hastanede çalışanlar, tarım işçileri, temizlik işçileri, banka çalışanları, cezaevindekiler, fabrikalarda vardiya yapanlar, maden ocağına inmek zorunda kalanlar, sokaklarda yaşayan evsizler… Hayat eve sığmıyor işte, en azından “baĞzıları” için sığmıyor.
Toplum bir anda hayatını eve sığdırabilenler ve sığdıramayanlar diye iki sınıfa bölündü. Ücretsiz izne ya da mecburî yıllık izne çıkarılarak hayatını eve sığdırmak zorunda kalanları ya da evden çalışma adı altında patronlarının bütün kapris ve kahırlarını çekmek zorunda kalan, bilgisayar kamerasını bile kapatmalarına izin verilmeyen, akşam geç saatlere kadar online kalmaya zorlanan milyonlarca beyaz yakalıyı ne yapacağız? Hayat eve sığmıyor dedim ya!
İşsizlik Sigortası Fonu hayatı eve sığdırırken karşı karşıya kaldığımız sorunları çözmese de hafifletmek için bir araç olabilir mi? Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu bu soruya cevap arıyor. Ortada bir fon var –İşsizlik Sigortası Fonu– ve o kaynak Covid-19 ile mücadelede etkin bir biçimde kullanılmıyor. Sendikaların, toplumsal örgütlerin ve muhalefetin ısrarlı taleplerine rağmen Hükümet, İşsizlik Sigortası Fonu’nu ve onun sağladığı araçları etkili ve sonuç alıcı biçimde kullanmak istemiyor.
Bir kere ilk başta şu noktanın altını çizmemiz gerekiyor. Küresel salgın (pandemic) halini alan bu Covid-19 ile ilgili tartışmalar biyoloji, viroloji ve tababeti ilgilendirdiği kadar siyaset ve ekonomiyi de ilgilendiriyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’ya göre Covid-19 salgını nedeniyle dünya çapında 25 milyon insan işinden olabilir. Türkiye de büyük bir işsizlik dalgası ile yüz yüze. Kapanan ve üretime ara veren işletmeler nedeniyle işçiler işsiz kalıyor ve her geçen gün bu sayı artıyor. Bir yandan alınan sağlık önlemleri öte yandan talep daralması ve ekonomik durgunluk nedeniyle Türkiye, tarihinin en büyük işsizlik dalgası ile karşı karşıya. İşçiler ya ücretsiz izne çıkarılıyor ya da işten çıkarılıyor. İki durumda da ciddi bir gelir kaybı yaşanıyor. Covid-19 ile mücadele kapsamında artması muhtemel sağlık önlemleri çerçevesinde daha çok işin durması ve mal-hizmet üretimine ara verilmesi söz konusu olacak. Ekonomik durgunluğun artacağı, talebin düşeceği, on binlerce işletmenin kapanacağı veya üretimine ara vereceği; tüm bunların sonucunda milyonlarla ölçülebilecek iş ve gelir kaybı yaşanacağı sır değil. Covid-19 salgınının en büyük toplumsal tahribatı işsizlik ve gelir kaybı olacak.
Covid-19’un yaratacağı büyük toplumsal tahribata karşı diğer kamusal tedbirlerle birlikte İşsizlik Sigortası Fonu önemli bir işlev görebilir. Tam olarak DİSK-AR’ın COVID-19 ile Mücadele ve İşsizlik Sigortası Fonu raporundan aldım bu cümleleri. 20 Mart’ta yayınlandı rapor. Meraklısı internetten bulabilir.
DİSK’in önerisi, İşsizlik Sigortası Fonu’nda birikmiş kaynakların Covid-19 ile mücadele sürecinde acil bir destek paketi olarak kullanılabilmesi yönünde. Fon kaynakları milyonlarca işçiye aylarca yetecek bir gelir desteği sağlayabilir. Fon’da bulunan 131 milyar TL’yi aşkın kaynakların bir bölümünün kullanımıyla 3 ay boyunca 15 milyon işçiye asgari ücret düzeyinde bir destek sağlanabilir.
İlginçtir, fonun adı “İşsizlik sigortası” fonu ama bu fona kesilen yekunun önemli bir kısmı işsizlere değil, patronlara tahsis edilmiş, onlar için harcanmış. 2018’de işsizlik sigortasının toplam gideri 24 milyar TL olmuştur. Gider kalemlerinin içinde işsizlik ödeneği miktarı yaklaşık 6 milyar TL iken işverenlere teşvik olarak ödenen miktar ise 10,7 milyar TL olmuştur. 2019’da 37 milyar TL olan toplam giderden işsizlik sigortası için 10,4 milyar harcanırken, işveren teşviklerine ayrılan miktar 16 milyar TL’ye yükselmiştir. Diğer bir ifadeyle 2019’da İşsizlik Sigortası Fonu’nun toplam giderleri için işveren teşviklerinin payı yüzde 44 olmuştur. 2018 ve 2019 yıllarında Fon’dan işverenlere doğrudan 27 milyar TL kaynak aktarılmıştır. Bu kaynak işverenlere aktarılmasaydı şu anda İşsizlik Sigortası Fonu’nda yaklaşık 160 milyar TL kaynak olacaktı ve Fon, Covid-19 döneminde daha fazla işçinin derdine derman olacaktı.
Covid-19’un sağlığımız kadar çalışma yaşamı üzerindeki tahribatları üzerine düşünen sadece DİSK değil elbette. Tüm dünya sendikaları ve uluslararası kuruluşlar da hayatın eve sığmadığının altını çiziyorlar. Alternatif, ne olursa olsun evden dışarı çıkmak ve sağlığı tehlikeye atmak değil, devletin elini cebine atması ve hayatını eve sığdırmaya davet ettiği geniş halk kesimlerinin gelir kayıplarını ve gelecek kaygılarını da hafifletmektir. Nitekim, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri (ITUC) Sharan Burrow ve OECD Sendika Danışma Komitesi (TUAC) Genel Sekreteri Pierre Habbard da ortak basın açıklamalarında uluslararası sendikal hareket; ücretli hastalık izni, ücretsiz sağlık ve bakım hizmeti, gelir güvencesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi gibi uygulamaların virüsün yaratacağı insani ve ekonomik krizin etkilerini azaltacağını vurguluyorlar.
DİSK, Kamu Emekçileri Sendikası (KESK), Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipler Birliği (TTB) de bir ortak açıklama ile ITUC ve TUAC genel sekreterlerinin açıklamalarına paralel noktaları altını çizdiler. Açıklamanın tamamına KESK’in internet sitesinden ulaşmak da mümkün:
- Bu süreçte bir kez daha görülmüştür ki; bilime, eğitime ve sağlığa daha fazla değer verilmelidir. Bugünlerde kısıtlı imkânlarla, canla başla çalışan sağlık çalışanlarına özellikle çok teşekkür ediyoruz ve onların daha güvende görev yapabilmeleri, morallerinin yüksek tutulması için her türlü imkânın öncelikle seferber edilmesini talep ediyoruz.
- Önümüzde kötü örnek oluşturan ülkelerde yaşananlar da dikkate alınarak olası en kötü senaryoya göre eylem planları hazırlanmalı, kriz anında kentin tüm imkânları (mekân, araç, ekipman vb.) kullanılabilmelidir.
- Mümkün olan işlerde ve işyerlerinde uzaktan çalışmaya geçilmeli, zorunlu mal ve hizmetlerin üretilmediği ve virüsten korunma koşullarının sağlanamadığı tüm işyerlerinde çalışanlar derhal ücretli izne çıkarılmalıdır.
- Zorunlu mal ve hizmetlerin üretildiği veya gerekli önlemlerin alınabildiği faaliyetini sürdüren işyerlerinde çalışan ebeveynlerden birine ve risk grubunda olanlar ile 60 yaş üstü çalışanlara acil ücretli izin verilmeli; çalışmak durumunda olanların sağlık koşulları için önlemler artırılarak azami düzeye yükseltilmelidir.
- En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çekilmelidir. Koronavirüsle mücadele döneminde 1000 TL destek eklenerek risk grubundaki bu kesimler korunmalıdır.
- Kamu ve özel sektörde bireysel ve toplu işten çıkarmalar yasaklanmalıdır.
- Fahiş fiyatlarla fırsatçılık yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalıdır.
- Alt gelir gruplarının temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya, sıvı sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.
- Yoğun kalabalıkların bir arada bulunduğu mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mülteciler için de alt gelir gruplarıyla benzer şekilde hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
- Ekonomideki olumsuz gelişmelere paralel olarak işsizlikte yaşanabilecek artışlara karşı işsizlik sigortası ödeneğinden yararlanma koşulları kolaylaştırılmalıdır. İşsizlik sigortası ödeneği alabilmek için son üç yılda 600 gün çalışma koşulu virüsle mücadele döneminde 90 güne indirilmelidir. Salgın sürecinde işsizlik maaşı kesilecek olan çalışmayan yurttaşlara bu maaş verilmeye devam edilmelidir.
- Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca ertelenmelidir.
- Bu süreçte vatandaşların sağlığa erişimi ücretsiz olmalıdır.
- Sağlık kurumlarındaki eksikliklerin giderilmesi sağlanmalı ve Covid-19 şüphesi olan her olguya test yapılabilecek duruma getirilmelidir.
- Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.
- Yerellerde, il/ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların önderliğinde DKÖ, meslek odası ve sendika temsilcilerinin de içinde yer aldığı kriz masaları kurulmalıdır.
- Adalet Bakanlığı açıklamalarına göre Ocak 2020 itibariyle 355 hapishanede 11 bin civarında kadının içinde olduğu 294 bin tutuklu/hükümlü bulunmaktadır. Cezaevlerinde 3 bin 100 çocuk hükümlü ve tutuklu bulunurken, 780 çocuk ise anneleri ile birlikte cezaevlerinde kalmaktadır. Korona virüsü salgını nedeniyle birçok ülkede cezaevlerinde ayrımsız tahliyeler başlatılırken ülkemizde iktidarın siyasi tutuklu ve hükümlüler dışındakileri kapsayacak bir çalışmayı hızlandırdığını açıklaması kabul edilemez. Biliyoruz ki, son yıllarda çok sayıda muhalif gazeteci, akademisyen, aydın, milletvekili, belediye başkanı, avukat, öğrenci, sendika yöneticisi/üyesi “terör soruşturması” adı altında tutuklanmıştır. Dolaysıyla cezaevlerinde öncelikle tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar, çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
- Sağlık emekçileri için alkışlar yetmez, koruma önlemleri artırılmalı ve ek tazminat verilmelidir.
Cezaevlerindekileri de unutmamak gerekiyor. Bu konuda bir kanun teklifi hazırlandı ama teklifi hazırlayanların temel derdinin cezaevlerindeki salgın hastalık olmadığı da ortada. Suçlular arasında ayrım yapmak ve hele hele cinsel suçlar ve uyuşturucu ile ilgili suçları infaz indirimi getirilirken devlete karşı işlenen suçların kapsam dışı bırakılması gibi ayrıntılar da bu niyeti ortaya koyuyor. Gerçekten de kapasitesinin üzerinde mahkuma ev sahipliği yapan cezaevlerinde bir yatakta iki kişinin yattığı sağlıksız koğuşların salgın hastalık için en verimli alanlar olduğu malum. Bu konuda hazırlanan bildiri “Can dedin mi ideoloji ve inanç farkı olmaz!” diye başlıyor. Cezaevlerinde suçun nev’ine bakılmaksızın insanî önlemler alınmazsa “Aksi halde, muhalif veya muvafık, yarın hiçbirimiz birbirimizin yüzüne bakamayacağız.” uyarısı ile bitiyor.
Hayat eve sığdıralım, evde kalalım… ama hayatını eve sığdıramayanlar, evde kalamayanlar olduğunu da unutmayalım.
Keyifli Pazarlar