Kendimi tanıdım tanıyalı, yani tanımaya çalıştığımdan beri “Vatanın çöktüğü” çığlıklarını duyuyorum. Ama vatan dedikleri şey banka cüzdanları, holdingler, aldıkları, alacakları ihalelerden başka ne ki? Yani çökecekse de çöksün artık. Sokağa çıktığımızda en çok özlediğimiz şey güleryüzlü insanlarla karşılaşma isteği değil midir? Şöyle gözlerini kocaman açmış, ağzından bal damlayan bir günaydınla güne başlamayı kim istemez ki? Yaşlı dünyamızın neresine bakarsak bakalım barışa çok uzak. Hele ki ülkemiz için barış dediğimizde öcü görmüş gibi bakıyorlar. Dünya barışından geçtim, zira bu çok zor ama ülkemiz insanının buna gerçekten ihtiyacı var ve ben buna kafa yorarken inanın yorulmuyorum.
Ne yapmak lazım?
Barışa giden yol nereden geçiyor?
Ben barışa giden yolun bilgiden geçtiğine inanıyorum. Bilgi deyince de sakın akademik bilgiden söz ettiğimi sanmayın. Sözgelimi yeni doğmuş bir bebeğe barış ninnileri söylemek, ilkokula başlayan bir çocuğa “iç düşman, dış düşman” hikâyelerinden söz etmeyi bırakmak gerekiyor. İnsan olmanın adımları insanın birbiriyle barışmasından geçiyor. Öyleyse neden savaşıyoruz. Hayatımızı neden savaşa kurban ediyoruz? Bu korkular, endişeler, bocalamalar neden? Neden bu kadar az sevip çok savaşıyoruz?
Hatta az sevildiğimizi değil hatta neden hiç sevilmediğimizi düşündükçe şaşırmıyorum. Çünkü sürekli bir savaş halinin yaşandığı yerde insanlar birbirini sevemiyor. Çünkü yalancı bir tarih, yalancı bir kültürün kodlarıyız. Bu kodları parçalamadıkça, yalancı kültürümüze sırt çevirmedikçe barışamayız. Barışın yollarından biri de bu işte. Bunları yapmayınca da kendi içimize yönelişler başlıyor; Dünya güzel ama insanlar çok kirli diyoruz. Bu kirlilikte biz ne kadar içimize döner ne kadar temiz kalabiliriz ki?
İnsanlar sürekli kaçıyor. Başka bir kente başka bir ülkeye. Hatta daha da ileri gidenler var; başka bir inanç, başka bir Tanrı arayışındalar, bambaşka sözcüklerin peşindeler. Oysa “Güneşin altında söylenmedik bir şey kalmadı.” İsterseniz gelmiş geçmiş bütün çağlara bakalım değişen bir şey olmadığını göreceğiz. Yani anlayacağınız kaçmak çözüm değil.
Buyruklar, kurallar, güç gösterileri… parklara, bahçelere, sitelere yazılan yasaklarla yaşamayı öğrendikten sonra hadi kaçalım nereye kaçacağız? Bu yasakların olmadığı bir dünya var mı?
Bence yok! Öyleyse öncelikle kendimizle barışacağız, arkadaşımızın, komşumuzun inancına, ulusal kimliğine, cinsel kimliğine burnumuzu sokmadan onu olduğu gibi kabullenip üzerimize zorla giydirilen yas elbiselerini çıkaracağız.
“Vatan çöküyor” Çökecekse de inanın bizim yüzümüzden değil cebi şişkin açgözlüler yüzünden çökecektir. Sevinelim ki bu çığlıkları atanların ahlak anlayışı, vatan sevgisi bizde olmasın. Ben vatanı neden sevmem gerektiğini düşündüğümde karşılık bulamıyorum. Siz buluyor musunuz? Hal böyle olunca da “Vatan çöküyor” çığlıklarının cevabını umursamıyorum.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023