Vicdanın Tartısı: Zehra Kınık Davasında Adaletin Sınavı

Geçmişte Kızılay gibi bir kurumun başında yer almış, siyasi iktidarla yakın ilişkileri herkesçe bilinen Kerem Kınık’ın kızı Fatıma Zehra Kınık Demir’in karıştığı ölümlü kazaya ilişkin davada karar çıktı. 17 yaşındaki Batın Barlasçeki’nin yaşamını yitirdiği, üç kişinin yaralandığı olayda sanığa yalnızca 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Ayrıca 2 yıl süreyle ehliyetine el konuldu. Mahkeme, tutuklama talebini reddetti. Oysa dosyanın mağdur tarafı aylarca adalet aradı, kamuoyu ise olaya karışan kişinin kimliği nedeniyle süreci dikkatle izledi.

“Biz çarpmadık, bize çarpıldı” diyenler: Toplumun aklıyla alay mı ediliyor?

Temmuz 2023’te Beykoz Kavacık’ta meydana gelen kazada, Zehra Kınık’ın kullandığı araç, motosiklet sürücüsü Yavuz Selim Öztürk’e çarpmış; motosikletin arkasında oturan 17 yaşındaki Batın Barlasçeki beton dubalara çarparak hayatını kaybetmişti. Olay anında sadece bir gün gözaltında kalan Kınık, kısa süre içinde adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Bu durum daha en baştan kamuoyunun tepkisini çekmişti.

Sanık avukatlarının, “Biz çarpmadık, bize çarpıldı” yönündeki savunmaları, kazaya ait fotoğrafları mahkemeye sunarken sergiledikleri tavırlar, vicdan yaralayan bir pişkinliğin ifadesi olarak değerlendirildi. Kınık tarafı tazminat ödemesini adeta bir lütuf gibi sunarken, mağdur aileye yönelik küçümseyici tutumlar sergiledi.

“Benim oğlumun yaşam hakkı satılık değil”

Batın Barlasçeki’nin annesi Hasret Doğan, duruşmada gözyaşlarını tutamayarak şu sözleri sarf etti:

“Hala tutuklanmasını talep ediyorum. Bizim hayallerimiz, her şeyimiz yarım kaldı. Umarım en üst sınırdan cezalandırılır. Her seferinde bir mahcubiyet beklerken beni daha da kızdırıyorlar. Benim oğlumun yaşam hakkı satılık değil.”

Sanığın, duruşmalarda hiçbir pişmanlık emaresi göstermemesi ve mağdur tarafı itibarsızlaştırmaya çalışması, durumu daha da vahim hale getirdi.

Hukuk savaşı mı, ayrıcalıklı koruma mı?

Mağdur avukatı Uysal Uğurlu’nun sözleri davanın nasıl bir mücadeleye dönüştüğünü özetliyordu:

“Nihayet hukuk savaşını kazandık. Ama tutuklama talebimiz reddedildi. Yurt dışına çıkış yasağı yeterli değil. Bu kararla kamu vicdanı kısmen rahatladı ama tam anlamıyla değil.”

Kararın ardından, Kınık’ın yalnızca 4 yıl 2 aylık ceza alması ve bu cezanın infaz süreciyle ne kadar kısalabileceği konusu da infaz savcılığına bırakıldı. Avukatların da belirttiği gibi, bu süre fiilen birkaç ayla sınırlı kalabilir.

Mahkemede duyarsızlık, kamuoyunda öfke

Sanık avukatları, Hasret Doğan’ın duruşmalarda kullandığı ifadeleri zapta geçirtmek isterken, hakim “Duymadığımız bir şeyi yazamayız” diyerek bu talebi reddetti. Ancak bu çaba bile, mağdur tarafı sindirme girişimi olarak değerlendirildi. Hasret Doğan, “Benden bile şikayetçi oldular. Bu kadar duyarsız, vicdansız insanlardı” dedi.

Oğlunun ölümünden sonra gece gündüz hukuk mücadelesi veren Hasret Doğan, kendisine yapılan maddi teklifleri de ifşa etti. Kınık ailesinin, diğer mağdur tarafları “ikna etmeye” çalıştığına dair açıklamaları, davanın perde arkasında ne tür güç oyunlarının döndüğünü gözler önüne serdi.

“Kayrılanlar” düzeni

Davaya dair tartışmanın merkezinde yalnızca bir trafik kazası değil, Türkiye’de adaletin eşit uygulanıp uygulanmadığı sorusu vardı. Aynı suçu işleyen “normal” bir yurttaş ile iktidara yakın çevrelerin çocuklarının nasıl farklı muamele gördüğünü kamuoyu her geçen gün daha fazla sorguluyor.

Eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın görev süresince ve sonrasında sık sık gündeme gelen etik dışı uygulamaları hatırlandığında, kızına yönelik yargı sürecinde yaşananlar da bu “kayırmacılık zincirinin” bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Cezalar verildi ama adalet yerini buldu mu?

Sanık Zehra Kınık 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Ehliyetine 2 yıl süreyle el konuldu. Ancak hiçbir tutuklama kararı çıkmadı. Diğer sanık Yavuz Selim Öztürk ise 1 yıl 1 ay 10 gün hapse mahkûm edildi ancak hükmün açıklanması geri bırakıldı. Yani fiilen cezasız kaldı.

Bu tablo bir kez daha gösterdi ki, Türkiye’de sadece suçun niteliği değil, sanığın kim olduğu da mahkemelerin kararlarını etkiliyor. Batın Barlasçeki’nin ardından bir anne, bir adalet savaşçısı olarak mahkeme salonlarında verdiği mücadeleyi “kazanmış” olabilir ama asıl kazanılması gereken, tüm yurttaşlar için eşit ve adil bir hukuk sistemidir.

“Bir annenin yası bitmez, hele adalet yerini bulmadıysa.”