Ekim Devrimi’nin 100. yılında hayal ve gerçek

Nazım Hikmet 1923 yılında yazdığı “2000 Senesinin Sanatkârlarına” adlı şiirinde, “Size istismarsız/Burjuvasız, hükümdarsız/Bir cemiyet veren sınıfımızın/Sesi sıtma görmemiş çığırtkanlarıydık” diyordu. Nazım 2000 yılında, “Sömürüsüz, burjuvasız, hükümdarsız bir toplumun” yani Komünist bir toplumun gerçekleşeceğini hayal etmişti. Nazım’dan 15 yıl sonra Stalin, 1938’de sosyalist toplumun kurulduğunu ve sonraki aşamanın Komünizm’e geçiş süreci olacağını söyledi. Aynı günlerde Troçki, Ekim Devrimi’nin amacından ve hedeflerinden saptırıldığını, bir dünya devrimi ile sosyalizmin yolunun açılacağını ve 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bir dünya devrimine yol açacağını umut etti. Brejnev ise, 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nde 2000’den önce Komünizme ulaşılacağını iddia etti.

Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler olarak bizlerde 1968’lerde, dünyanın dört bir yanında yükselen bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm şiarlarının heyecanıyla devrimin 1980’lerde gerçekleşeceğini hayal ediyorduk. Bizim hayalimiz Fidel’in ve Che’nin “Gerçekçi ol imkansızı iste” şiarına olan inancımızdan kaynaklanıyordu. Bu, “Bizim de dağlarımız var Che Guevera” haykırışıydı. Nitekim Nurhak’ta ve Kızıldere’de başlayan devrimci kıvılcım, Kürdistan dağlarında isyan ateşine dönüştü. Nazım’a o şiiri yazdıran, Stalin’e, Troçki’ye, Brejnev’e ve biz 68’lilere o ütopyaları yaşatan, bir devrimciye “Hayal mi, gerçek mi?” dedirten aynı şeydi: 100 yıl önce Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ilerleyen devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin sürekliliğine olan bağlılıktı.

Lenin, kendisinden önceki Marksistlerin değinmediği geniş kapsamlı sorunları ele alarak bir Marksist politika teorisi geliştirdi. “Marksizm’in yaşayan ruhu olarak” nitelediği “somut durumun somut analizi” ile oluşturduğu Lenin’in tezleri, eserlerinde öylesine dinamik bir güç kazandı ki, Ekim Devrimi ve sonraki devrimler teorik pusulasını onun tezlerinde buldu. Lenin’den sonra Stalin, tarihte birçok örneğinde olduğu gibi bütün ikinci adamların yaptığını, yani kendisine bir yer açmak için Lenin’i yücelterek putlaştırdı. Böylelikle hakkı olmayan bir tarihsel konuma ulaşmak amacıyla ve tiranlara özgü yöntemlerle Marksist geleneğe olabilecek en kötü şeyi yaptı: Hem Ekim Devrimi önderlerini ve hem de Marksist geleneğin taşıyıcısı olabilecek genç kadroları tasfiye ederek tarihsel mirasın daha ileriye taşınmasını engelledi.

Mark ve Engels’in Batı Avrupa’da devrim beklentilerinin aksine, doğuya kayan devrim Rusya gibi geri bir ülkede gerçekleşti. Ancak, “herkesin ve her şeyin eşitlendiği” bir toplumsal formasyonda kurulmaya çalışılan sosyalizm deneyimde bireysel gelişim engellendi. Bu nedenle Marksist geleneğin taşıyıcısı olacak ve toplumsal ilerlemede vazgeçilmez önemde olan “yeni insan tipi” yaratılamadı. Teorik faaliyetin dondurulması, teorinin resmileştirilmesi ve devrimci pratiğin devletin çıkarlarına göre belirlenmesi gibi Marksizm’den sapmalar, devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin rotasını değiştirdi. Her şeye karşın, 20. Yüzyılda devrim ve sosyalizm şiarları, dünyanın tüm işçileri ve ezilen halklarına ulaştı. Asya’dan Afrika’ya, Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar dünyanın bütün bölgelerinde devrim ve sosyalizm bayrakları dalgalandı. Sosyalizm düşüncesi toplumların bütün katmanlarında yankı buldu.

  1. yüzyıl sosyalizmi, 20. yüzyıl dersleri üzerinden gerçekleşecektir. Bu bağlamda Marksizm’in teorik ve pratik tarihinin bütünlüklü olarak irdelenmesi, Marksizm’in yorumunun ve bugünkü sorunlarının yine Marksist yöntemle çözümlenmesi önem kazanıyor. Bu, aynı zamanda Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel mücadelelerin önümüze koyduğu teorik, siyasal ve örgütsel görevlerin enternasyonalist bir duyarlılıkla bilince çıkarılması anlamına geliyor. Başka bir deyişle Türkiye ve Kürdistan devrimi bunun bilincinde olanların omuzlarında yükseliyor.
Şaban İBA