Dişin Evrimi, Konuşma Yetisine Katkısı…

Geçtiğimiz yıl evrimsel biyologlar tarafından yapılan ve Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada, hominin fosilleri ve insanlara ait diş yapıları incelenmişti. Sonuçlar diş evriminin aslında sanılandan daha basit bir biçimde gerçekleştiğini ortaya koydu. Alet kullanımı ile ilk homininlerin (insansı maymun) tersine, evrim süresince daha büyük dişlere gerek kalmadığı, bunun da dişlerin küçülmesine neden olduğu öngörülüyor. Pişmiş etle beslenmenin başlamasıyla yiyecekleri yemenin kolaylaştığı ve sonuç olarak daha büyük dişlere ihtiyacımız kalmadığı öngörülüyor. Modern insanda yirmilik dişlerin çıkmaması ya da çıktığında çene yapısını zorlaması nedeniyle cerrahi yöntemle müdahale edilmesi de, araştırmaya göre yine bu küçülmeden kaynaklanıyor. Tüm bu sonuçlar temelde beslenme biçimindeki değişimden kaynaklanıyor.

Diş Evriminin Konuşma Yetisine Katkısı

Beslenme biçimindeki değişimin, evrim süresince, sadece dişlerin küçülmesi ile sonuçlanmadığı biliniyor. Et ve yağların çiğnenmesi ile birlikte dişler küçülmüş, bu küçülme çenenin geometrisini de değiştirmiştir. Çiğneme egzersizleri sayesinde yüksek kaliteli ve çeşitli sesler çıkarılmaya başlanmış ve dilin ağız boşluğu içinde hassas hareketleri yapabilmesi için gereken kasların gelişmesi de mümkün olabilmiştir. Böylelikle konuşmanın en temel birimi olan ses üretimi için gereken zemin de oluşmaya başlamıştır. Ancak insana özgü sesli iletişimin salt diş evrimiyle biçimlenmediği unutulmamalıdır. Sözgelimi, bipedalizm (iki ayak üzerinde dik durma/hareket etme) sayesinde gırtlak daha aşağıya inmiş, nefes alma kalıpları değişmiş ve ses oluşumu için gereken kapasite artmıştır. Söz varlığı ve dilbilgisi kurallarının edinimine ilişkin evrimin ise 500-200 bin yıl önce meydana gelen ikinci beyin büyüme dönemiyle ilişkili olduğu sanılmaktadır. Bunun dışında, bebeklik döneminin uzaması, ellerin serbest kalması, avlanma ve işbirliği de dilin en önemli oluşturucusu olan bilinç ve bilişsel akışkanlığa zemin hazırlayan etmenler arasındadır. Bu çerçevede insan türüne özgü ve sistemler sitemi olan dilsel iletişimin biçimlenme sürecinde, dişlerin bugünkü haline evrilmesinin katkısı önemli ancak başlı başına oluşturucu değildir.

Öte yandan evrim sürecinin “mükemmel sonuçlar” oluşturmadığı da bilinmelidir. Temel olarak, tek bir işlevsel yapıdan farklı özelliklere çok birimli yapıların evrilmesi yaygın bir durumdur. Yapraklar, parmaklar, omurlar, bağırsaktaki villiler, testiste seminifer tüpleri. Evrim bu şekilde basitten karmaşığa işleyen bir süreç olarak karşımıza çıkabiliyor. Aynı durum genler için de geçerli. Yeni genlerin ortaya çıkması, neredeyse her zaman, tek bir kopya bulunan (atasal) bir genin çiftlenmesi ve yeni mutasyonlar biriktirmesiyle mümkün oluyor.  Kısacası, evrim süreci her türlü sonucu üretme potansiyeline sahip bir süreç değil – ancak atasal toplulukların sahip olduğu genetik-gelisimsel mirasın değişimi ile yeni yapılar ortaya çıkabilir. Atasal toplulukların sahip olmadığı özellikler birdenbire –hiç yoktan- ortaya çık(a)mazlar!

İlginç bir Soruya Olası Yanıtlar: Peki, Dişler Neden Tek Tek?

Çok hücreli canlıların evriminden memelilerin evrimine kadar geçen süreçte, türler biribirinden çok farklı yönlerde evrimleştiler. Farklı çevre şartları ve bu şartlardaki değişim, evrim sürecinde büyük bir çeşitliliğe neden oldu. Farklı morfolojik yapılar evrildi. Bu kadar geniş bir çeşitlilik dikkate alınınca, insanın aklına ‘Yekpare dişli canlıların evrimleştiği bir süreç/mekan oldu mu, yekpare dişli canlıların evrimleştiği bir süreç/mekan olsaydı yekpare dişlere sahip topluluklar tek-tek ve parçalı dişlere sahip topluluklara göre ne gibi avantajlara/dezavantajlara sahip olabilirdi?’ tarzı sorular geliyor.

Dişlerin evrimi temelde Kambriyen öncesi Edikara dönemine uzanıyor. Yukarıda belirtildiği gibi evrim sürecinde her organ atalarımız olan canlı topluluklarından miras kalıyor. Dişler ise memelilerden öncesinden kalma, köpek, azı dişi gibi uzmanlaşmış dişlerin ilk kez memelilerde oluştuğu görülüyor. Atasal ilk diş yapısının deri hücrelerinden oluştuğu ve deri hücrelerinin homojen olmayan yayılımı nedeniyle de, neredeyse tüm canlı gruplarında, bu evrimsel mirası takip eden, tek-tek diş yapısı olduğu biliniyor.

Yekpare diş ile ilgili soruya bakarsak, ilk olarak söylenebilecek, diş sert olmak zorunda, aynı zamanda da ömür boyu dayanıklılık için esnek olması gerek, yekpare diş yerine esnek ve dişetine gömülü bir dizi dişe sahip olmak bu konuda daha fazla avantaj sağlamış olabilirdi. Ergenlik çağı sonuna kadar da dişler sürekli yenileniyor. Tek parça dişin yenilenme sürecinde ağız bir süre dişsiz kalacaktır. Çok parça dişe sahip topluluklar ise bu konuda avantajlı olacaktır.  Öte yandan enfeksiyon, diş çürümesi/kırılması gibi durumlarda tek parça diş tümden kaybedilebilir ve canlı bu durumdan çok daha olumsuz etkilenebilirdi, parçalı dişler ise biri gidince yerine yenisinin çıkması daha basit gerçekleşebilir olduğundan, yekpare dişe göre, daha avantajlı olabilirdi. Tekrar, bütün bu yekpare diş – tek tip diş karşılaştırmasının bir tür düşünce jimnastiği olduğunu, evrimsel tarihte yekpare diş ve tek tip dişin aynı zaman ve mekânda doğal seçilimin özneleri olduğuna dair bir bilgi bulunmadığını belirtmeliyiz.

Bununla beraber gagayı tek-diş gibi işlev gören bir yapı olarak da görebiliriz. Gaga tohum yiyen dinozor gruplarında çok başarılı olduğu için (büyük olasılıkla dişli dinozorlar göktaşı çarpması sonucu oluşan nükleer kış koşullarından sağ çıkamamış olmalarından kaynaklı olarak) bugün dişli dinozor görmüyoruz. Ancak tek tek diş yapısı memelilerde, balıklarda ve pek çok diğer dişli canlı gruplarında gayet başarılı oluyor.


Kaynakça

Alistair R. Evans, E. Susanne Daly, Kierstin K. Catlett, Kathleen S. Paul, Stephen J. King, Matthew M. Skinner, Hans P. Nesse, Jean-Jacques Hublin, Grant C. Townsend, Gary T. Schwartz, Jukka Jernvall. A simple rule governs the evolution and development of hominin tooth size. Nature, 2016; 530 (7591): 477 DOI: 10.1038/nature16972